Yürürken üflediği ıslık şu sözlerin
nağmesini yayıyordu etrafa:
“Bu dağlar kömürdendir
Geçen gün ömürdendir
Feleğin bir guşu var
Pençesi demirdendir”
Yoksa kafası tilkilerin cirit alanı
mı olmuştu?
Bunlardan kurtulsaydı ne çok iş
çıkarırdı. Kalemi işlerlik kazanırdı. Sanırdınız ki kağıt, denizin serin
sularına dönmüş, bizimkisi keyifle yüzüyor…
Siyaset meydanından bir iki devşirme,
gündeme dair ucuz birkaç tespit, köşesiz lakırdılar iyi gider böyle zamanlarda…
Bir ara, şehrin bu meydanını böyle
hay huy tarlası şekline getirenlere öfkeleneyim dedi, fakat kimse yoktu
yanında, kahrını çekecek. Yağmur, sel halini almış, üstüne üstlük, şehiriçi
otobüs ve dolmuşlar, servis arabaları ve yüzlerce özel oto, hayatı bir
hengâmenin ortasında bırakmıştı.
Şehrin yöneticilerini konu edinseydi
iyi olurdu. Şöyle diyebilirdi: “Aslında benim adım atacağım yerlere halı
sermeniz gerekir; fakat kalsın. Sizden tek isteğim var, şuraya bir delik açın,
sel birikmesin ve fareler kaçabilsin!”
Şimdi evde olsaydı, pencereden
seyrederdi yağmuru ve çay keyfi yapardı…
Konu konuyu kovalardı da, içlerinden
birini hemen yazıp çizerdi. Olmazsa, açardı eski dosyaları, bir şeyler bulur;
düzen tertip ederdi; al sana bir şaheser!
Sürek avı düzenlenmişti bir zamanlar.
Bütün erkekler silahlanmış, orman yolunu tutmuşlardı. Birkaç küçük yabanî
hayvana rastlamışlardı. Silah patlatmaya değmezdi. Tilkiye ve ıslığa takılıp
kalması bundan mı?
“ Hadi leyli leylanı
Mevlam yazmış fermanı
Ya al canım gurtulam
Ya ver derde dermanı”
Liseli bir kızın ağzında çiğnediği
argoya takılıp kalıyor. Gençlerin dili berbat diyor. Bunu konu edinmeli.
Bunlar, bu kızlar işte bu argolarla yatıp kalktıkları için sınavlarda “sıfır”
çekiyorlar. Nasıl bir tespit ama?
Bunu beğenmedi. Paçasına sel suyu
sıçratan şoförün ahlakını düşündü. Çevre yahut trafik haftası değildi ki şimdi
bunu mesele edinse kendine. Hem bu sakızlaşmış konular sıkmaz mıydı okuyucuyu.
Kar yağsaydı böyle olmazdı. Ortalığı
sel almazdı, her tarafı kar kaplardı. Beyaz rengin safiyeti kendisine bir kapı
açar, kütüphanesinin şiir bölümündeki kitaplardan kar şiirleri okur, bunlardan
yola çıkarak hiç kimsenin kurmaya gücü yetmediği esrarlı cümleler kurar, eşsiz
bir deneme oluştururdu. Belki bir “Kar Şiirleri Antolojisi” de çıkardı bu
arada, olur ya!
Gazete bayiine varıyor. Sürmanşet
şöyle: “Kin Sürüyor!” İçerik: “Madam Defarge hâlâ örgü başında. Kin’in
intikamı: ‘Ulusal bıçak’ değişik şekiller altında işlevine devam ediyor!”
Şu kurgu âleminden sıyrılmalı. Ama
bırakmıyorlar ki. Birisi bitince diğeri alıyor sırayı: “Sergüzeşt”i yazsaydı
hangi başlığı atacaktı? “Köhne Tasvir!” Samipaşazade elinden gelse nefret
ettiği kahramanlarını romandan dışarı atacak…
Saatler ilerliyor. “İş” işten
geçmeden yetişmeli! “Edebiyat dernekleri ne işe yarar?” Panelin başlığı bu
muydu? Kimler konuşacaktı? Geçen yıl da bir benzeri olmuştu bu panelin. Sayın
Başkan “Brüksel Akşamları Maskeli Balo Şöleni”nin dernek döner sermayesine
sağladığı artı değer ve üyelerde yarattığı pozitif enerji üzerine durmuştu uzun
uzun. Bari aynı konuşmayı tekrarlamasa…
Sel dönüşüyor, göl oluyor.
“Gül Kavşağı” bu meydana hiç
yakışmadı. Üstelik ufku kapattı. Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra adı ilk kez
bir kavşağa verildi. Büyük Şehir Belediye Başkanı Hazretleri ne yapmak
istediyse? Her gün binlerce “general motor eniği” bu kavşağın altını üstünü
tırmalıyor. “Gül” adı şu meydanda yapılacak bir çeşmeye verilseydi ya. Hem de
ne iyi olurdu. “Gül Çeşmesi!” Bu çeşmeden su içenler dua ederdi. Dua edildikçe
işler yolunda giderdi! Şimdi kesat! Cumhurbaşkanı imzalarını bu yüzden ters
atıyor olabilir!
Hafta sonu Beşiktaş maçına gitsem
diyor, malzeme çıkar mı? Üç dört yıldır Timsah kızgınmış Kara Kartal’a.
Yeşil-Beyaz atkılı gençler şimdiden ateşler içinde. Şehir kaynıyor. Emniyetin
tedbirleri fokurdamayı önler mi dersiniz?
Göl büyüyor. Boğulmasak bari…
Puşkin farklı bir boğulmadan kurtuluş
için dikkat çekmiş, ta 1820’lerde: Seçme Yazılar adıyla Türkçe’de (MEB,
1953) yayımlanan edebî kritiklerinin
ilki, “Edebiyatta Milliyetçilik”. Bunu masaya yatırsa? Mevzu iyi, zaman kötü.
Şu halde bizimkisi bunu yazamaz!
Sanki kafası tilkilerin cirit alanı
olmuştu.
Türküyü ıslıklasa yeterdi, şu sözlere
gelmişti sıra:
“Bir at bindim başı yok
Bir çay geçtim daşı yok
Burda bir yiğit ölmüş
Yanında gardaşı yok”
Bursa, 6 Aralık 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder