Kahramanımız ilginç bir ‘tip’tir: Cabi Efendi. Geçim kaygısı olmayan bu
adamın ‘yegane merakı’, dünyanın çeşitli halleriyle hallenmektir. “Nadanların
akıl ambarı” olarak adlandırdığı kütüphanelerden faydalanıp bir şeyler
okumaktansa, hayatı okumayı tercih etmektedir: “Hayatın her adımında binlerce
garibe, binlerce sır… binlerce dalavere gizliydi. İlim, hikmet, hars, felsefe,
irfan, hep hayatın içinde idi.” Bu düşünceler içinde, beyaz top sakalı, kısa
boyu, şişman vücuduyla Cabi Efendi, sabahtan akşama kadar İstanbul’u gezmekte,
kendince umum hayata nizamat vermektedir.
O şimdi Üsküdar taraflarındadır. Kafasında Harem’den Kız Kulesi’ne doğru
bir “sandal” sefası yuvarlamaktadır. Fakat hayır, yıllardır gezindiği bu
sokaklarda şu ilginçliği ilk kez fark etmiştir: Bir marangoz dükkanı. “İçinde
ferah ferah kırklık, pos kara bıyıklı, şişmanca bir adam”ın çalıştığı dükkanın
tezgâhı mermerdendir. Dayanamaz Cabi Efendi, “nasihat damarları” kabarır: “Sen
deli misin, oğlum?” “Akıllı bir adam mermer üzerinde keser oynatır mı?” diye
konuşur. Marangoz ustası onu, “Ben birinci ustayım” “Hiç yanılmam. Elimin
maharetine emniyetim var, onun için
tezgahı mermerden yaptırdım” şeklindeki cevaplarıyla başından savmaya çalışsa
da, iş uzayınca, “Haydi bakalım, gevezelik yeter… Çek arabanı…” deyip kovar.
Cabi Efendi “düşüncesizliği kendisi için ‘meziyet’ sayan” ustaya haddini
bildirecektir. Önce adını öğrenir: Ali. Ardından diğer bilgiler: Ailevi durumu,
evi, adresi… Sonra, kasaptan yüzülmüş bir kuzu alır, fırında kızarttırıp Ali
Usta’nın evine götürür. Gayet titiz bir şekilde, evin hanımına tepsiyi sunar.
Plân gayet basittir: Kuzu yüzünden karı koca birbirine girecek, ertesi
sabah da “sanatının eri… budala…” Ali Usta, keserini mermer tezgâha
indirecektir. Cabi bu son sahneyi seyretmek aşkıyla geceyi Üsküdar’da geçirir.
Ertesi sabah olan biteni görebileceği bir noktaya konuşlanır. İş tasarlandığı
üzere sonuçlandığında, içeri dalıp “Geçmiş olsun usta!” der. Tabii, gereken nasihatleri verirken, “kuzu”yla
çevirdiği katakulliyi de açıklar.
Sözü Ömer Seyfettin’e bırakalım: “Hadi oğlum dedi, dünyanın nizamını
bozmağa kalkma. Marangozun tezgahı kalastan olur.”
*
Lisân-ı mâzi ile soralım: Vasatî tedrisattan geçmiş hemen her ilk mektep
talebesinin aşinası olduğu bu hikâyeyi niçin hatırlattık dersiniz?
Tahminen, şu satırlardan itibaren, “nadanın birine ‘dikkatin hakikati’ni
öğreten” Cabi Efendi’yle aramızda bir benzerlik ilgisi kuranlar çıkacaktır.
Doğrudur, işi gücü bırakıp memleket ahvali hakkında yol yordam biçip duran
bilumum yazar çizer takımı, Cabi Efendi’ye teşbih edilebilir.
Kuşkusuz, Cabi Efendi’nin şu üstün tarafı önemlidir: Kafası hile hurdaya
bir hayli eğimlidir.
Yazar çizer takımının fazlalığı ise Cabi Efendi’nin küçük gördüğü için
kullanmadığı bir yön itibariyledir: “okur yazarlık.” O, okur yazar olduğu halde
bunu “denî” buluyor. Asıl ilgi alanına yerleştirdiği hayatın halleri üzerine
pür dikkat kesiliyor. Yazar çizer takımı ise (en azından biz) hayatı bir tarafa
bırakmamakla birlikte, okuduklarına da önem veriyor!
İşte bunlardan birisi, birlikte okuyalım:
“Anneler gününde mermer siparişi artıyor!”
“… sevgisini çeşitli hediyelerle ifade etmeye çalışan çocuklar, vefat eden
anne ve babası için de o gün mezarını yaptırmaya çalışıyor.”
“Mermerden mezar yapan firmaların (…) aldıkları sipariş diğer günlere göre
20 kat artıyor.”
“Mermerden hazır mezar siparişi verenler hece taşına, ölen kişinin hayatta
sevdiği türküyü, şarkıyı, ulaşamadığı
bir idealini, ibret alınacak ve mesaj verecek cümleler de yazdırıyorlar.”
*
Bu mevzuda mermerci esnafına bir şey söylemek haddimize değil. Sonuçta
onlar talebe göre arzı endam içindeler.
Bu tür işler, mermerciler için, diğer esnaf gibi, ‘özel’ ticaret günleri,
tüketim ‘seans’ları çerçevesinde olup biten şeyler kabilinden…
Fakat memleket evladının geldiği nokta nasıl tahlil edilecek?
Marangoz Ali Usta’nın keresteye uygun gördüğü mermer tezgah, kendi
elleriyle çocuklarından ‘ölü’ ana-babalara ‘ikramiye’…
Mermer mezar ile “ölü” ana-babasının kıymetini anlayacak bir zihniyet!
Ölünün “yerini belli edecek”! Unutulmasını engelleyecek!
Onlara sağken yapamadığı bir takım hayır hasenatı, şimdi gerçekleştirecek!
Hayır, kendi vicdanını “aklayacak”!
Yoksa şu her türden özel günlere gecelere ilişik yaşayanların farklı bir
“mevsim”le imtihan oluşları mıdır şahit olduklarımız?
Öyleyse, ne yapalım? Cabi Efendi’nin önünde bir kişi varken, bizim
karşımızda bire yirmi bir artış!
Üstelik, doğal bir şey de değil karşımızdaki.
Evlatları vasıtasıyla ana babalarına mermer ‘tezgah’ kurduran bir zihniyet
var ortada. Bir toplum mühendisliği. On yıllardır toplumun etrafına duvar
örmekten başka bir gailesi olmayan ‘yapı’laşmanın ta kendisi…
Fakat, onun da karşısında, insanın aklı, derdi, gailesi olmalı değil mi?
Diri bir zihniyeti?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder