29 Kasım 2019 Cuma

“MERMER ‘TEZGÂH’”

‘Tezgâh’ı çevreleyen tek ‘tırnak’lar hariç, başlığımız Ömer Seyfettin’den mülhem. Onun meşhur “Mermer Tezgâh”ını okumayanınız var mıdır bilmem. Hatırlatmak babından, kısaca anlatalım:
Kahramanımız ilginç bir ‘tip’tir: Cabi Efendi. Geçim kaygısı olmayan bu adamın ‘yegane merakı’, dünyanın çeşitli halleriyle hallenmektir. “Nadanların akıl ambarı” olarak adlandırdığı kütüphanelerden faydalanıp bir şeyler okumaktansa, hayatı okumayı tercih etmektedir: “Hayatın her adımında binlerce garibe, binlerce sır… binlerce dalavere gizliydi. İlim, hikmet, hars, felsefe, irfan, hep hayatın içinde idi.” Bu düşünceler içinde, beyaz top sakalı, kısa boyu, şişman vücuduyla Cabi Efendi, sabahtan akşama kadar İstanbul’u gezmekte, kendince umum hayata nizamat vermektedir.
O şimdi Üsküdar taraflarındadır. Kafasında Harem’den Kız Kulesi’ne doğru bir “sandal” sefası yuvarlamaktadır. Fakat hayır, yıllardır gezindiği bu sokaklarda şu ilginçliği ilk kez fark etmiştir: Bir marangoz dükkanı. “İçinde ferah ferah kırklık, pos kara bıyıklı, şişmanca bir adam”ın çalıştığı dükkanın tezgâhı mermerdendir. Dayanamaz Cabi Efendi, “nasihat damarları” kabarır: “Sen deli misin, oğlum?” “Akıllı bir adam mermer üzerinde keser oynatır mı?” diye konuşur. Marangoz ustası onu, “Ben birinci ustayım” “Hiç yanılmam. Elimin maharetine emniyetim var, onun  için tezgahı mermerden yaptırdım” şeklindeki cevaplarıyla başından savmaya çalışsa da, iş uzayınca, “Haydi bakalım, gevezelik yeter… Çek arabanı…” deyip kovar.
Cabi Efendi “düşüncesizliği kendisi için ‘meziyet’ sayan” ustaya haddini bildirecektir. Önce adını öğrenir: Ali. Ardından diğer bilgiler: Ailevi durumu, evi, adresi… Sonra, kasaptan yüzülmüş bir kuzu alır, fırında kızarttırıp Ali Usta’nın evine götürür. Gayet titiz bir şekilde, evin hanımına tepsiyi sunar.
Plân gayet basittir: Kuzu yüzünden karı koca birbirine girecek, ertesi sabah da “sanatının eri… budala…” Ali Usta, keserini mermer tezgâha indirecektir. Cabi bu son sahneyi seyretmek aşkıyla geceyi Üsküdar’da geçirir. Ertesi sabah olan biteni görebileceği bir noktaya konuşlanır. İş tasarlandığı üzere sonuçlandığında, içeri dalıp “Geçmiş olsun usta!” der. Tabii,  gereken nasihatleri verirken, “kuzu”yla çevirdiği katakulliyi de açıklar.
Sözü Ömer Seyfettin’e bırakalım: “Hadi oğlum dedi, dünyanın nizamını bozmağa kalkma. Marangozun tezgahı kalastan olur.”
*
Lisân-ı mâzi ile soralım: Vasatî tedrisattan geçmiş hemen her ilk mektep talebesinin aşinası olduğu bu hikâyeyi niçin hatırlattık dersiniz?
Tahminen, şu satırlardan itibaren, “nadanın birine ‘dikkatin hakikati’ni öğreten” Cabi Efendi’yle aramızda bir benzerlik ilgisi kuranlar çıkacaktır. Doğrudur, işi gücü bırakıp memleket ahvali hakkında yol yordam biçip duran bilumum yazar çizer takımı, Cabi Efendi’ye teşbih edilebilir.
Kuşkusuz, Cabi Efendi’nin şu üstün tarafı önemlidir: Kafası hile hurdaya bir hayli eğimlidir.
Yazar çizer takımının fazlalığı ise Cabi Efendi’nin küçük gördüğü için kullanmadığı bir yön itibariyledir: “okur yazarlık.” O, okur yazar olduğu halde bunu “denî” buluyor. Asıl ilgi alanına yerleştirdiği hayatın halleri üzerine pür dikkat kesiliyor. Yazar çizer takımı ise (en azından biz) hayatı bir tarafa bırakmamakla birlikte, okuduklarına da önem veriyor!
İşte bunlardan birisi, birlikte okuyalım:
“Anneler gününde mermer siparişi artıyor!”
“… sevgisini çeşitli hediyelerle ifade etmeye çalışan çocuklar, vefat eden anne ve babası için de o gün mezarını yaptırmaya çalışıyor.”
“Mermerden mezar yapan firmaların (…) aldıkları sipariş diğer günlere göre 20 kat artıyor.”
“Mermerden hazır mezar siparişi verenler hece taşına, ölen kişinin hayatta sevdiği  türküyü, şarkıyı, ulaşamadığı bir idealini, ibret alınacak ve mesaj verecek cümleler de yazdırıyorlar.”
*
Bu mevzuda mermerci esnafına bir şey söylemek haddimize değil. Sonuçta onlar talebe göre arzı endam içindeler.
Bu tür işler, mermerciler için, diğer esnaf gibi, ‘özel’ ticaret günleri, tüketim ‘seans’ları çerçevesinde olup biten şeyler kabilinden…
Fakat memleket evladının geldiği nokta nasıl tahlil edilecek?
Marangoz Ali Usta’nın keresteye uygun gördüğü mermer tezgah, kendi elleriyle çocuklarından ‘ölü’ ana-babalara ‘ikramiye’…
Mermer mezar ile “ölü” ana-babasının kıymetini anlayacak bir zihniyet!
Ölünün “yerini belli edecek”! Unutulmasını engelleyecek!
Onlara sağken yapamadığı bir takım hayır hasenatı, şimdi gerçekleştirecek!
Hayır, kendi vicdanını “aklayacak”!
Yoksa şu her türden özel günlere gecelere ilişik yaşayanların farklı bir “mevsim”le imtihan oluşları mıdır şahit olduklarımız?
Öyleyse, ne yapalım? Cabi Efendi’nin önünde bir kişi varken, bizim karşımızda bire yirmi bir artış!
Üstelik, doğal bir şey de değil karşımızdaki.
Evlatları vasıtasıyla ana babalarına mermer ‘tezgah’ kurduran bir zihniyet var ortada. Bir toplum mühendisliği. On yıllardır toplumun etrafına duvar örmekten başka bir gailesi olmayan ‘yapı’laşmanın ta kendisi…
Fakat, onun da karşısında, insanın aklı, derdi, gailesi olmalı değil mi? Diri bir zihniyeti?


Hiç yorum yok: