14 Kasım 2019 Perşembe

NECİP FAZIL’A GÖRE NÂZIM HİKMET NİÇİN İNTİHAR ETMELİYDİ?

Polemik, edebiyatın olmazsa olmazlarındandır. Edebiyat tarihinin bağrında polemikleriyle meşhur olmuş pek çok edebiyatçıyı barındırır. Biz, bir zamanlar yapılmış bu polemikleri zaman zaman hatırlayarak onlardan yeni dersler, mesajlar çıkarırız. Tabii, aralarında kuvvetli söz düellosu geçen şahsiyetleri de bu vesileyle yâd etmiş oluruz.
Sadece sağlıklarında değil, mücadelelerini öldükten sonraki yıllarda da sürdüren şairler, yazarlar vardır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek ile Nâzım Hikmet Ran’ın polemikleri bu cinstendir. Bugün hâlâ sürer onların çatışması. Diğer bir ifade ile takipçileri sürdürür…
Bu hayli ‘bereketli’ polemiğe katkı sağlamak amacıyla, Necip Fazıl’ın Nâzım Hikmet’le ilgili bazı cümlelerini gündeme taşımak ve ardından bir tespit yapmak istiyoruz. Bu güncelleştirme, aynı zamanda bize üstadın ne kadar karşı konulmaz bir polemik ustası olduğunu da gösterecektir.
Kaynağımız Adnan Binyazar’ın yenilerde çıkan “Edebiyatın Dar Yolu” adlı ‘eleştirel deneme’ kitabı. Binyazar da Hareket dergisinin 1929’daki bir nüshası ile Hilmi Yücebaş’ın 1967’de yayımlanan “Nâzım Hikmet Türk Basınında” kitabını kaynak göstermiş.
Bu kaynaklandırmadan sonra Necip Fazıl’ın “Rusya’dan dönen Nâzım Hikmet” hakkında söylediklerini aktaralım:
“Rusya’dan dönen Nâzım’ın eskisiyle hiçbir benzerliği kalmamıştı. Küçük bir kurcalamada hemen bönlüğü meydana çıkan eski yarı ahmak tip, şimdi üstüne bir açıkgözlük (zekâ değil) ve küstahlık galvanizi çekilmiş olarak Moskova ‘Dar-üs-sınâa’sı mamulü halinde ortaya dikilmiş bulunuyordu. Dikkatli bir göz, yarım milimetre bir galvaniz tabakası altında yatan bu ahmağı hemen tanıyabilirdi. Fakat hali ve edası, tonu ve şivesi, herkese bir dehâ çapında görünüyordu.”
Adnan Binyazar hem yukarıdaki ifadeleri hem de şunları Necip Fazıl’a yakıştıramıyor; olabilir:
“Şiirini Komünist İhtilâlinin büyük şairi Mayakovski’den devşirmişti. Muhtevada sadece Mayakovski, şekilde yine onun yoluyla Kübist’lere ve Dada’lara çalan bir eda… Hem muhteva, hem de şekil bakımından ustasına tâbi bir şiir hüviyeti…”
Malum, bir sanatçının bir başka sanatçıyı bu denli takip etmesi kendi sanatının intiharı anlamına gelir. İyi de, Necip Fazıl bu sanat intiharından bahsetmiyor. Şu bildiğimiz, kişinin bizzat kendisini bu dünyadan defetmesi olayını dile getiriyor.
Öyle ya, “ustası” Mayakovski 37 yaşında intihar etmiştir. İşte bunu anıştırır Necip Fazıl ve şöyle der: “Böyleyken, her taklitçi gibi, tâbiliğini köke kadar götürememiş; ve sonunda kanlı bir nefs muhasebesine düşüp Komünizma İnkılâbına inanmadığı için beynine bir kurşun sıkarak ölen ustasının arkasından gidememişti. O derece sadık ve namuslu olamamıştı.”
Bugün, aradan geçen bunca yıldan sonra bu polemik cümlelerini, biraz da Adnan Binyazar’ın –görüşlerine katılmadığımız sebeplere bağlı- güncelleştirmesinden güç alarak, gündeme taşıyorsak bir sebebi var: Nâzım’ı dillerine pelesenk edenlerin içine düştükleri intihar halleri. Fikirde, sanatta ve fiiliyatta sergiledikleri ölü haller.

(6 Kasım 2008, Milli Gazete)

Hiç yorum yok: