Onay verip vermeyeceğiniz benim
meselem değil; tespitim şudur: “Marko Paşa” lafzının genel Türk edebiyatındaki
yeri yüksekçe bir mertebeye denk düşer.
“Paşa”nın hangi “Marko” olduğunu
soranlar olacaktır elbet. Ukâlalığa lüzum yok, soru sahiplerini bir nefes
sıhhate davet ediyorum!
Sözü şöyle sürüklemem isabet olur mu
acep: Lisan-ı Türkî-yi Fasih’te “Marko”ya Marcus denilmekteymiş! “Paşa”
telaffuzunun evvel zamandaki “hurufî” dizilişi üzerine zannınız pek tabii
olarak “Pasha”dır, heyhât yanılıyorsunuz!
“Paşa”ya pek çok telaffuzlar biçilmiş
“Güneş-Dil Teorisi”ne analık yapan dilde?
Kabul edersiniz ki, bunları tespit
etmek için epey çalışmak gerekiyor, türlü kayıtlara, ulaşılmaz kaynaklara,
ansiklopedik ciltlere, “net” tarlasından toplanacak malumata ihtiyacımız
vardır. Kabul ettiniz, ha şöyle!
Efendim, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane
(Yani Askerî Tıbbiye; güncelleyelim, söz temsil: GATA), Tıbbiye Nazırlığı ve
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Bugün Kızılay diyoruz) tarihlerine mercek tuttuğumuzda,
“Paşa”nın karşılığı “Apostolidis”dir. Marko Apostolidis! Tercüme edelim: Marko
Paşa!
Apostolidis için başka zarflar da
açalım: Rum cibilliyetli bir Osmanlı hekimiymiş Paşa. Syros Adası’nda “agu”
demek şansı bulup dünyayı selamladıktan bir süre sonra İstanbul’a zıplamış
ailesiyle! Yukarıda sayım dökümünü verdiğimiz
“müessese”lerde yaptığı talebelik, şeflik, mirlivalık (“Paşa”lık burada
başlıyor: Sancak paşalığı), hekimbaşılık, nazırlık (Paşa artık ‘Bakan’dır),
gibi vazifelerle Marko Paşa’nın zât-ı şahânelerine şanlı apoletler kondurulur.
Aynı “Paşa”nın başka eserlerde de
kaydına rast gelinmektedir. Şimdi vereceğim tarzda kaynağa siz de kolaylıkla
ulaşabilirsiniz, neydi, hah, “Deyimler Sözlüğü”! Meğer, elinizin altındaki o
lügatçenin “D” harfi kısmına iliştirilen “Derdini Marko Paşa'ya anlat"
lakırdısı, bu bizim Apostolidis’ten kinayeymiş. Zira, Marko Paşa sabırca derin
bir hekim imiş, kendisine müracaat eden hastalara sadece tıbbi değil, manevi
çareler de ikram edermiş. Zavallının şöhreti halk arasında iyice yayıldıktan
sonra, araya başka laf ü güzaflar da girmiş: Mesela, herhangi bir dertten
yakınanlara, artık traşı kesmesi için, "Derdini Marko Paşa'ya anlat"
denilmeye başlanmış. Canı çıksın böyle “Paşa”lığın! Apostolidis’in de öyle
olmuş, 1888’de terk etmiş dünyayı!
İkincisine bakalım. İkinci “Marko
Paşa”nın serüveni daha mı ilginç sanki?
O ki, bir insan değildir, dergidir.
1946’da doğmuştur. Aziz Nesin (ki müsecceldir, ömr-i sefihinin son demlerinde
Sivas’ta “Paşa”lığa soyunmuş olduğu söylenir. Sahi, takipçileri de bu rütbeyi
devralıp salimen yürütmektelermiş!) evet, Aziz Nesin ile Sabahattin Ali’nin
ortak yataklarında tezgahlanmıştır. Vaktiyle, “Türk basın tarihinin en yüksek
tirajlı yayınlarından biri” olarak nâm salmış. Anlaşıldı, bu Marko Paşa, bir
mizah mecmuası olsa gerektir. Öyledir. Kastettiği fenalıklara katlanamayan
“iktidar mensupları” İkinci “Marko Paşa”ya kelepçe vurdukça, o yeniden ve fakat
farklı adlarla türemiş de türemiş: Merhum Paşa, Malum Paşa, Yedi-Sekiz Hasan
Paşa, Öküz Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba, Medet, hep Marko Paşa’yı taşımışlar
karınlarında. Daha geniş malumata sahip olmak isteyen aç gözlüler için birkaç
kaynak da verebiliriz: Levent Cantek’in Markopaşa/Bir Mizah ve Muhalefet
Efsanesi (İletişim Yay., İst., 2001, 203 s.), Mehmet Saydur’un Markopaşa
Gerçeği (Çınar Yay., İst., 2001, 272 s.) ve Sabahattin Ali’nin (Der: Hikmet
Altınkaynak) Markopaşa Yazıları ve Ötekiler (YKY, İst., 1998, 151 s.) adlı
kitapları sanırım göz doyurmaya yetecektir…
Sıra üçüncü Marko Paşa’ya geldi
diyebiliriz. Zira bu üçüncüsünü Radikal Kitap’ın (18 Ağustos 2006, S. 283. s.
4) Cumhuriyet’çi (Cumhuriyet’teydi, hâlâ öyle mi?) kalem muhafızı Celâl
Üster’den öğrendik bu üçüncüsünü: Eyvallah!
Üçüncü Marko Paşa’nın kimliği
hakkında kafanız karışabilir. Şöyle söyleyelim, bu Paşa, ikiye bölünüyor: “Üç A
Marko Paşa” diyelim öyleyse ilkine! İşte o, Roma İmparatoru Marcus
Aurelius’tur. Üster üsteliyor: “Roma’nın bilge imparatorlarından biridir Marcus
Aurelius. Stoacı felsefenin etkisini taşıyan, Yunanca yazılmış 12 kitaplık
Kendime Düşünceler adlı yapıtıyla ünlüdür.” Uzatmayalım. “Üç B Marko Paşa”ya
geçelim. Bizde “Üç A Marko Paşa”yı doğuran bu “Üç B”dir: “Fenerbahçe’nin Brezilyalı
orta saha oyuncusu Marco Aurelio, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığına geçti ya,”
diyor Celal Bey. (Anlatım bozukluğunu fark ettiniz mi ey OKS, ÖSS avcıları!)
Sonra toparlıyor Üster: “Marco Aurelio, (…) adının, 2. yüzyılda yaşamış bir
imparatora uzandığını biliyor olsa gerek. Kimbilir, Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşlığına geçerken belki de bu yüzden “Mehmet” adını seçmiştir. Çünkü
Osmanlı tarihinde “Mehmed” adını taşıyan tam altı padişah var. Üstelik
bunlardan biri de, Fatih Sultan Mehmed. Aurelio, böylece iki hükümdarı bir
araya getirmiş oldu: Adı, Osmanlı sultanı II. Mehmed’den geliyor; soyadı, Roma
imparatoru Marcus Aurelius’tan.” Kendinden menkul bu zihniyet ile nereye
varılır bilemem, fakat sözün uzadığı yer şurası oluyor: Biri bilge hükümdar,
diğeri fethedici padişah, iki şaşaalı hayat, devşirme bir zihniyet indinde,
heyhat, bir “Paşa” ediyor: Üçüncü Marko Paşa!
Burada o malum zihniyete iğne
çuvaldız hesabı yapmak niyetinde değilim.
Fakat yeni “Paşa”nın “sünneti”ni dert edinen Ahmet Turan Alkan’ın dil
sürçmesine vurulması gereken fiskeden vazgeçmeyeceğim: Üzüyorsunuz üstad,
“Paşa”lığın şanını lekelemek doğru mu? Sorarım size, “Paşa” olanların sünnet
kapısı ne zaman açılmıştır? Korkarım, böyle giderse farz yolunu da
göstereceksiniz bu eşrâf-ı mahlukata!
Son olarak, bir başka kalem erbabının
“Marko Paşa” ile ilgili yanılgısını da tekzib etmek niyetindeyiz. Meseleyi
köşesine farklı bir üslupla yatıran M. Nedim Hazar Beyefendiyi uyarmaktan söz
ediyorum! “Marco Hoca!” başlığını kondurmuş kendileri. Boşta bulunup “Yok
Paşa!” deyiverilmez mi kendisine? Doğrusu, biz bile dayanamadık, hay Allah
dedik, yeni Marko Paşa’mız ne zaman geçti Üniversite’ye?!
Söz uzadı, “deneme”nin de tadı
damakta kalmalıdır. Şu halde, devşirme zihniyetin timsali haline gelmiş olan
“Marko Paşa” tabirini daha fazla kurcalamaktan vazgeçip, işbu yazıyı bu son
satırla keselim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder