6 Nisan 2020 Pazartesi

ABDURRAHMAN ADIYAN YAZDI: "KORKU ISLIĞI"NIN KORKUSUZ İMGELERİ

Cevat Akkanat'ın, gençlik dönemine ait şiirlerini "Korku Islığı" adı altında 24 yıl sonra kitaplaştırma fikri, şairin yazın hayatındaki serüvenini tanımamız açısından oldukça iyi bir izlek olsa gerek. 40 şiirden, 64 sayfadan oluşan bu kitap, 1982-87 yılları arasında yazılmış. 12 Eylül’e göndermeler içeren delifişek şiirlerle dolu bu kitap, korkusuzdur… Toplumsal şiirler, tanıklıklar, aşklar, uçarılıklar dizisidir, âdeta. Şair, kitabın ismini şöyle açıklıyor: “Çocukluğumda karanlıktan korktuğumu fark eden babamın, ‘Besmele çek, yürü karanlığın içine, ıslık çal bir de!’ şeklindeki ifadelerine telmihtir. Fakat ‘karanlık’ o karanlık değildir.” Kitap kendi içinde üç bölümden oluşmaktadır, Tanıklıklar, Aşklar ve Uçarılıklar ve Küffârâne Son-net. Okuma tahlillerimi bu başlıklar altında vermeye çalışacağım.

Tanıklıklar:
Yadsınmalarda, “geç kaldığım sakal kesme törenimin/ erken çaldılar müziğini/ çalınır” diye başlıyor. Böylesi bir törene geç kalınır mı? Değil mi ki “irkil tüyüm, dirence tohum var sende!” diyecek ve böylesi bir direnmeyle, diriliş örneğiyle dolu bir yürek şairinki. Bu kitapta “tohum” kelimesine yer yer rastlayacaksınız çünkü şair, halkların istikbalî için tohum serpmiştir; adı umuttur, direnen canlar, dirençli soğan doğrayıcılar ve inşaatçılardan oluşur, bu tohum! Nitekim:

Kapitalist ülkeler kulübü’ne bağlı lokantalarda
Soğan doğrayıcılık yapan bilgili çırakların
Acemi-fakat yaralı şiiridir
(ama şu kesin: kendi çapında keskindir!)
Bu uzun başlıklı şiirde, “biz işte böyle-hemen her gün” ama her gün, “soğan doğrayıcılıktır” işimiz dercesine umuda tohuma durur. Dedim ya! “dirence-dirence/ tohum-tohum-tohum.../ tohum olur!”

Cevat Akkanat’ın, Yol-a-daşım (sayfa 15) diyerek… İmzaladığı şiirdeyim, ister istemez bir başka hassasiyetle okuyorum. Bu şiirin, (diğer adı: istenirse olunur her şey) dir. “ben’li olsun istemiyorum geleceğim/ (haydi sen de bir savaşan.)” sın, diyor ve burada yalnızlığı sevmediğini, “yalnız olmamalara yürekliyim” sözüyle beyan ediyor. Dahası, “eskil değilim, gencim, bugün ve yarın” diyerek zamanı, gidişatı düzeltme derdine düştüğünü açıkça ifade ediyor. Şair, bu imgelerle 12 Eylül, öncesi gençliğin idealist tarafını resmediyor. Sonra, “bir ütü aygıtıyım” diyor, hayatın kırışıklıklarını açmak, ütülemek istercesine. Âdeta bu aygıtla yolunu “düz” eylemek istiyor, ama ben buna düşüncelerini “düzgün” kılmak diyorum. Bu arada şairin, bana ithafta bulunduğu şiirde, “ütüyü” elimden almaya kalkıştığını görmediğimi sanıyor. Terzinin gözünden kaçar mı? Hay Allah! Beceremedi…

Bu şiirde “erik güzeli mi seçilecek/ bütün bu kıtlık boyunca” yoksa “ayva güzeli?” mi? Ama şair, “(bu resmi kanı,/ çocuk, iyi tanı!)” diye tembihte bulunuyor. Ahmed Arif’in, “Adiloş Bebenin Ninnisi” nden, Karacadağ’dan ılgıt ılgıt bir koku geliyor ya şiirde, hani; “Bunlar/ Engerekler ve çıyanlardır/ Bunlar/ Aşımıza ekmeğimize/ Göz koyanlardır/ Tanı bunları/ Tanı da büyü.” diyor ya! İki şairin ‘tanı’ akrabalığı. 

Köpek; köylülerin, bekçilerin, avarelerin, şairlerin, çocukların sevimli, sadakatli bir hayvanıdır. Yaşlı köpeklerin gözlerine baktığınızda bir keder görürsünüz. Bazıları için köpek, köpekliğiyle lazım olsa da, aslında bir kısmı, köpekliğini unutmuş, köpeklerdir. Şair, “Hav” şiiri üzerinden bir gönderme yapar, köpekliğe:

Hav!
“bizim okulun/ tüm prof.larının/ deniz ya da/ başka bir kıyıda/ yalıları vardır.
Ve her yalının kapısında/ “dikkat! Köpek var/ girilmez içeri”/ levhası asılıdır.”

Cevat Akkanat, “Hav!” şiiriyle yetinmemiş, köpekler celp etmiş olmalı onun aklını ki “Köpekler Lügati” adlı bir deneme çalışması yapmış. (Bu kitap henüz yayınlanmadı)

Korkunun korkusuzluğunu ilan eden imgeler…
“Korku Islığı” hakkında bir telkinden bahsetmişti. O korkunun korkusuzluğunu, “sağlamız ve uçuyor işte kanatlarımız” mısrasında görüyoruz ve korkunun yerini alan ümit; “güleçsindir” diyor, ardından “hiçbir mektubum yarım kalmamıştır” hatta “savaşlarım, utku ödüllü!”dür, diyor, göğsünü gererek, “sevgilim! yaşasın, yaşıyoruz, yaşamak!” diye haykırıyor…

Şairin, yarınlara bildirileri vardır, “bu günleri de gördük, ne mutlu bize!” diyeceğiz “bildiri say sevgilim bu yazıyı” ve sende “çoğaltabilirsen sesini/ çocuklar çok sevdi seni” çünkü “bu uçarılık, bu gönenç senin, sevgilim, dümdüz öpeceksin sevgilini!” Uçarı kaçarı yok sevgili! Yarınlara düz bakmanın vaktidir şimdi.

Suskunluklarda ozanın nasıl bir atoma dönüştüğünü görmek ister misiniz? Bakın, “açlığıma katık yaptığım kitaplarım yakılıyor” diyor şair. Moğollar, Bağdat’ı işgal edince şehir kütüphanelerini ateşe verdiler. Biz bu yakımı çok yakın bir tarihte, 12 Eylül’de bütün fikir sahibi, okuyan, düşünen, üreten insanlar olarak yaşadık. Kitap yakılır mı? Gerçi bu ülkede “insan” yakılıyor, kitap ne ki! Şairin yüreğine öylesine oturmuş ki, “bazen suskunluk da çığlıktır” diyor. Evet, en büyük çığlık; suskunluktur, bir şair suskunluğu mesela! Ama “bu tarih, sevinçle, gönençle, çığlık çığlık çığlıktır” ki “zamanıdır sabrın ve direncin” diyecek. İnsanoğlunun tarihle insanca yüzleşmesinin ve insanca yaşamanın erdemli çığlığına zamanı aralayacak, “düştüm göllere düştüm” türkü yakmak, türkülerde kendini bulmak, aşktır, “ama olsun, ama ve illa ter ve inat!” koksun, özgürlük uğruna şiirlerinde inatla, “acının ve kanın rengi/ terin onuru/ aşkın ve direnmenin/ gururu olacak” bu böyle biline!

Aşklar ve Uçarılıklar:
Homeros’u tanımak istemiş ama olmamış işgüzârlar taş koymuşlar bu yakınlaşmaya. Olsun. Yılmamış genç şair. O, “homeros’un kızını/ ha vallaha/ alarak işgüzarları kafaya/ ayarlamakta... şu sıra” bilesiniz. Ayrılıklarda, elbette “bıçak keskin, ayrılık acı” olur. İşte korku gecenin karanlığında değil, korku aşkta. “bir vapur düdüğü” çaldığında yüreğinde “ay ayakta” durur sanki “türkü hüzün tütün/ mutluluk gene de!” bir şarkı mırıltısı gibi dudaklarının kenarında iğreti bir konuktur şimdi, neylesin!

Şair, türkülerle pek muhabbetlidir. Bundan önceki şiir kitaplarında da sık sık türkülere rastlıyorduk. İnşaatçılar Türküsü, bir şiir başlığı “nedense/ oturup ağlaştık üç gün/ üç gece/ sonra.../çıktık en son bitirdiğimiz yapının/ en ucuna, en tepesine/ biz, inşaat işçileri, hepimiz: temelciler, demirciler, duvar örücüleri/ ve incecik bütün işçiler/ sıvacılar, boyacılar, terleyen bedenler/ sefil serseriler”iz biz “ve haykırıp dağlara/ dövüştük üç gün/ üç gece” bu yaşam savaşı hep sürecek emekçilerde… Bir şair savı: “dönülmez güzellikten/ kaypaklığa yer yoktur topraklarımızda/ ve sövülmez, sövgü yoktur aşkta”

Kitabın son bölümü ve son şiiri, “dedim bu kemend, bu dokuz, bu çengel/ neyi anımsatırlar sana” diye ısrarla sorar ama cevabını kendi bulmuştur, der ki: “zaten beni ancak değerli sen-kıtal atlar yutarlar/ yutarsa filan...” diyor şair, oysa şiiri yutan şiiriyetsizlik!

Hâsıl-kelam bu ülkede herkes şiiri sevdiğini söyler, elimize bir mikrofon alsak, insanımıza sorsak: “Şiiri sever misiniz” El cevap: “Severim, gençliğimde bir defter şiir yazmıştım” diyenlerimiz çoğunluktadır. Şairlerin, yayıncılardan sıkça ve ivedilikle duyduğu ise “şiir okunmuyor” veya “şiire sıcak bakmıyoruz” sözleridir ya da “şiir kitapları satmıyor bu yüzden para yatıramayız” beyanlarını duymuşsunuzdur. Bazı yayınevi kimliği altında şairden-yazardan parasını tahsil ederek risksiz matbaacılık yapanlar ise “masrafını siz karşılayın yayınlayalım, satışını da kendiniz yaparsınız” sözleriyle hem şirinlik hem de pişkinlik sergiliyorlar... Kalemi küstüren, şairi yıldıran kem sözler bunlar. Ah şiir ah! Ah şair ah! Necip Fazıl’ın dediği gibi:

“Bir gün anlaşılır şiir; çoğu gitti azı kaldı.
Ekmek gibi azizleşir, çoğu gitti azı kaldı…”

Cevat Akkanat’ın Korku Islığı’nı 250 adet gibi üretmiş olmasını, numaralandırmasını bu uygulama ile yayınevlerine bir göndermede bulunduğunu, -altını çizerek- destekliyorum. Korku Islığı, Lika kitaplığı yayınıdır. Korku Islığı’nın ticarî karşılığı yoktur. Kişisel yayıncılığa bağlı olarak özel bir yayındır. Tüm yayıncılara duyurulur. Pardonnn! Şiirin sadık okurlarına duyurulur.

09 Aralık 2011 / Mudanya

Korku Islığı ile ilgili olarak Tarık Eşref ve Sergül Vural'ın yazılarını okumak isterseniz şu linklere gidebilirsiniz.
1. Tarık Eşref
2.Sergül Vural

Hiç yorum yok: