Dünyanın en tatlı diliyle yazılmış yahut söylenmiş şiire ne dersiniz? Ben
eyvallah derim. Bu dil, bebek dilidir.
İsterseniz kuş dili diyelim. Fakat öyle dersek, ilginç iki dili, lisân-ı
mürgan (kuş dili) ile lisân-ı sıbyanı (çocuk dili) birbirine ikame etmiş oluruz.
Bu ikamenin sebebi, çok basit, ikisinin yapıca benzerliğinden ziyade, kuşla
çocuğun birbirini çağrıştırmasıdır. Sevimlilik itibariyle tabii ki…
Bebek diliyle yazılmış edebî birikimlerimize getirmek istiyorum sözü. Bu
konuda rahmetli Âmil Çelebioğlu’nun müthiş bir makalesi bulunmaktadır: “Çocuk
Dili (Lisân-ı Sıbyan) ile Yazılmış Şiirler”. Bildiğim başka bir çalışma da
yoktur. Pek çok bakir sahada olduğu gibi, bu konuda da ilk edebî seyahatleri
gerçekleştiren Âmil Çelebioğlu, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları (MEB
Yay., İst., 1998, 789 s.) adlı kitabının 489-496. sayfalarında bulunan
makalesinde, şiirin farklı imkânlarıyla ilgili tespitler yaptıktan sonra, sözü çocuk
diliyle kaleme alınmış manzumelere getirir.
Bunlar, klâsik edebiyatımızdan üç ayrı metindir: Ramazan manilerinden
oluşan “Fasl-ı Lisân-ı Sıbyan” ve Şeyh Vahyi (18. asır) ile Urfalı Süleyman
Efendi’ye (19. Asır) ait “Lisân-ı
Sıbyan” adlı iki manzume…
Merhum Çelebioğlu, ilki hece ölçüsü, diğer ikisi aruz vezniyle yazılmış
olan ve geleneksel şiirimizi temsil eden bu metinleri takdim ederken, edebiyat
araştırmacılarına da bir vazife veriyor: “Divanlar, hassaten şiir mecmuaları
sistemli bir şekilde taranabildiği takdirde, herhâlde daha çok malzemenin
bulunması mümkündür.”
Bu vazife başta Türk edebiyatı akademisyenleri olmak üzere, edebiyat
vadisinde kalem oynatan herkesi ilgilendirir. Fakat ne mümkün, şimdiye kadar
böyle bir cehd ü gayret içinde olana rast gelmedik.
Gerçi bizim gözümüzden kaçmış olabilir, durum Yeni edebiyat için de menfi
vaziyet üzeredir. Ne şairlerimiz, ne de onları tenkit ederek gelişme ve
ilerlemelerine yardımcı olacak eleştirmen ve araştırmacılarımız çocuk dili
edebiyatına yüz vermişlerdir.
Hayatın bu saf diline sağır kesilmekle itham etmiyorum kimseyi. Kuşku
yok, hemen her şair baba, kendisine babalığı tattıran masumun diliyle
ilgilenmekte, bebeğinin ağzından çıkan güzelim lakırdıları büyük bir titizlikle
ve aslına en yakın bir şekilde yine bebeğine geri bildirmektedir. Evet, böylece
Hiroşima Üniversitesi’nden Yuri Saito, Boston Üniversitesi’nden Marilyn
Augustyn gibi pediatristlerin yaptığı tespitlere destek vermekte, böylece,
bebekleri için hayırlı bir fiilde bulunmaktadırlar. Lakin efendim, baba ile
bebe arasındaki bu muhabbet, edebiyat için yeterli değildir.
Peki, bebek dili edebiyatı için bebek babası şairler ve yazarlar ne yapmalı?
Cevap açık değil mi ya? Elbette bu zinde dilin işlendiği şiirler, edebî
metinler yazmalılar...
Bu konuda yapılabilecek bir başka çalışma da, bir sözlük oluşturma
ameliyesine girmektir. (Burada ‘Suhan’ sahibi şair Hüseyin Kaya’ya teşekkür
etmeliyim, zira fikir onundur). Bu, başlangıçta oldukça basit bir girişim
olacaktır. Baba şair, bebeğinin konuştuğu tekellümatı kayıt altına alacak ve
bir şekilde kültür coğrafyasına yayacaktır. Ardından iyi bir lügatçi (D. Mehmet
Doğan neden olmasın?) bunları derleyip lügat edebiyatına kazandıracaktır.
Hemen belirteyim, bu yolda atılmış ilk temel de merhum Amil
Çelebioğlu’dur. Üstad, bahsettiğimiz makalesinin sonuna A’dan V’ye bir bebekçe
sözlüğü eklemiştir. Bu lügatçeyi genişletmek için ilk hamleyi ise bendeniz
yapmak istiyorum, buyrun:
Şimdilerde tıbbiye tahsil eden ilk gözbebeğimizden şu kelimeler
hafızalarımızca kurtarılmış, müstakbel Bebekçe Sözlüğü’ne hediye edilmiştir:
Tımız: Namaz, Burbur: Burdur, Let: Bisiklet, Bildesarar: Bilgisayar, Menne:
Mandalin…
Evimizin ilk delikanlısı Ali’nin
bebekçesinden yadigâr kalan kelimeler kesinlikle burada sıraladıklarımla
sınırlı değildir: Abuklu: Elektrikli Süpürge, Tıslı: Otomatik (havalı) dolmuş kapısı, Çıtlı: Normal kapı…
Ve hâlâ kendisine ninniler söylediğimiz,
döktürdüğü kelimeleri kaydedebildiğimiz Taha’nın kelimeleri: Dedat:
Cevat, Inne: Anne, Bisi: Abi, Bıla: Abla, Haha: Taha (Kendi adı), Ba:
Balon, top, Dûddû: Tren, Dıjt: Araba veya bir yere gitmek, Hüüb: Su, süt, çay, Eğma: Elma, Tek tek: Üzüm, Hov hov: Kuş, Avo:
Alo, Çıs: Aşı vurulmak, Böö: Yıkanmak, Baaa bah bah: Allahu ekber!..
Sözü “Baaa bah bah” ile bitirebilirdik. Elhak, doğrusu budur da. Fakat, sözün
sonunu bir duayla bağlamak daha iyi gelmez mi?
Buyrun, Amil Çelebioğlu’nun aktardığı “Fasl-ı Lisân-ı Sıbyan” başlıklı
seri maninin son halkasıdır:
“Çağırsam bilir adını,
Tatlının bilir tadını,
Rabb’im hatâsız eylesin
Cümlesinin evlâdını”
(İlk kez 12 Kasım 2009 tarihli Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder