18 Nisan 2019 Perşembe

"EŞİT ADALET"

Tırnak içinde bir başlık, çünkü onu Ziya İlhan Zaimoğlu'nun bir şiirinin adından emanet aldım. Alıp başlık yaptım, tamam, eyvallah, peki şiirin kendisi nerede? Sabredin...

Şanlı bir tarihî kahramanın adının karıştığı mühim bir hadisenin anlatımıyla devam edeceğim: Anlatılır ki, Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra, bir Divan kurar ve buyruk dinlemeyen keferenin ellerinin vurulmasını emreder. Bu emrin ilk kurbanları arasında, bir mimar vardır.

Burada bileklerim sancıyor…

İki eli kılıçtan geçen mimar, bileklerinden akan kanı kızılcık şerbeti sayıp ah ırmaklarını içinin denizlerine akıtır. Nice derunî tefekkürden sonra, kudretin üstünde kudret vardır deyip adalete sığınmayı akleder. Varır İstanbul'un kadısına, padişahtan davacı olduğunu beyan eder.

Kadı hazretleri şikayetçi ile zanlıyı huzura davet eder. Hünkar kılıçsız kınsız girecektir huzura. Elleri uçurulan mimar ile aynı hizada, yan yana oturtulacaktır.

Mimar der ki: "Haksız yere ellerim kesildi, Ulu Hakandan şikâyetim var."

Kadı alır sözü, verir hükmünü: "Kısasa kısas." Ve devam eder: "Adaletin emri budur Hünkâr'ım, şimdi istersen beni de as."

Ah, adalete hakkıyla nüfuz eden böylesi adlî timsallere bu dünyada ne de ihtiyacımız var…

Fatih Sultan Mehmet'in adı böyle bir hadiseye karışmış mıdır, yoksa adı bir kıssaya renk mi vermiştir? Fatih’in adı etrafında oluşan destanî hayata ritim tutarsak bu anlatılanlar hikâyeden ibaret olmalıdır. Fakat Fatih uzmanı tarihçiler bize rehberlik edebilirler bu bahiste, işin aslı faslı var mı acaba diye...

Hadiseyi anlatmaya devam edelim: Hünkar hazretleri zanlı olmaktan çıkmış, suçlu mevkiine oturtulmuştur. Önce irkilir, sonra sararır, nihayet başını eğer, hükme tabii olma kıvamına gelir. Fakat katarsisin gerçekleştiği yer burası değildir.

Arınma eşiğine mimarın şu efsanevî çıkışıyla gelinir: Yerinden fırlar mimar, gözleri dolu dolu, şöyle der: "Varsın bina yapan eller pergel tutmasın. Hünkarın kılıç tutan elleri kesilmesin sakın. Beni ise, şikayetçi olduğum için, asın!" Bir kefere mimarın şanlı (ama şimdi zanlı, hatta mahkum) bir Sultan'a bahşettiği hayatı burada net bir şekilde kayıt altına alalım. Bu kez Fatih fatih değil; Fatih, kendini fetheden başka bir fiilin mahkumu... Tam da bu noktada şöyle diyelim: Benzeri bir bahşetme cennetini ikram edecek kim bilir nice muzlum var bugün dünyada. Ah, adaletin önünde, kendileriyle aynı hizada duracak sultanları olsa...

Devam edelim, daha sonra neler mi olur? Bunun bilgisini yazımızın sonuna bırakacağız...

Evet, "Eşit Adalet" adlı bir şiirden yararlandık bu anlatımımızda. Ziya İlhan Zaimoğlu'nun şiiriydi bu. Hamâsî Türk Şiiri Antolojisi'nde yayımlanmıştı. Fahri Ersavaş'ın hazırladığı bir eser. İlk baskısını 1961'de yayımlamış, sonra yeni eklemeler yapmış ve 1997'de ikinci kez basmış kitabı.


Hamâsî Türk Şiiri Antolojisi
İsterseniz bir miktar da "Eşit Adalet" şiirinin şairi hakkında bilgi verelim. 1906 Üsküp Doğumlu Ziya İlhan Zaimoğlu. 17 yaşındayken İstanbul'a geliyor. Mısırçarşısı'nda yorgancı kalfası olarak çalışır. Askerde çavuşluk yapar, sivilde polislik. Adana, Hatay, Ankara derken Hukuk Fakültesini bitirir. Uzun süre hakimlik yapar. SSK'da Hukuk Müşavirliği görevinde bulunur… 1965'te vefat eder. İzmir'de gömülmeyi vasiyet ettiğinden mezarı oradadır. Ziya İlhan polisliğe başladığı yıllarda şiire de başlar. 1941-1943 yılları arasında arkadaşı Abidin Mümtaz Kısakürek ile Dikmen edebiyat gazetesini çıkarırlar. Bir Ses İki Nağme, Memleket Havası (şair İdris Ahmet Pura ile birlikte), Portakal Bahçeleri, Mevsim Yağmuru gibi şiir kitaplarını yayımlamış. Hamasi temaları sevmiş. Balkan şehirlerine duyduğu özlemi, Türk'ün yiğitliğini ve adalete olan düşkünlüğünü dile getiren şiirlere imza atmış. Hamâsî Türk Şiiri Antolojisi'ne alınan "Gazilerin Geçişi", "Özlem", "Tuna'ya Sesleniş", "Eşit Adalet" (s. 290-292), "Doğduğum Şehir", "Göçmen Türküsü" şiirlerinde de bu temaları görüyoruz...

Şiire dönelim tekrar, şiirin sunduğu anlatıya. Bu anlatının ana duygusuna.

Tarihe, tarihteki şanlı kahramanlıklara, kahramanların destanî yanlarına yönelik edebî metinlerin bir araya getirildiği herhangi bir hamasi metinler derlemesinde, Fatih Sultan Mehmet'in hatırasına ve onun mensup olduğu sosyal yapıya halel getirecek bir anlatıya yer olabilir mi? Olamaz ve yakışık da almaz; dahası gelenek buna geçit vermez. "Eşit Adalet"in şairi Sultan'ı zanlı ve suçlu konumlarına oturttuktan sonra, tekrar şanlı mertebeye getirir. Onu ve mensubiyetini: Sultana yaşama hakkı veren Bizanslı mimar, sultanla bir köleyi (kendisini) eşit yargılayan adalete hayran kalmıştır. Zira böylesi "Ne eski Yunan'da vardı, ne Hind'de, ne Çin'de." Fatih, cezasını "kısas"la değil, "diyet"le ödemiştir: Mimara ömür boyunca gelir bağlanmıştır. Ve böylece, batıya göre medeniyette üstün olunduğu ispatlanmıştır...

Şairin bizi böyle bir sonuca götürmesini elbette yadırgamıyoruz. Nihayetinde bu tür metinleri, adı üstünde, hamasetle bitirmemiz gerekir. Yoksa destan bizi yargılar; düşüncelerimize mani olamasa da, elimizi kolumuzu kırar. Tadında bırakmak en iyisi. Uzun bir metin ama, şiirin tamamını sunalım:

"Berlin'deki hâkimden önce
İstanbul'da kadı vardı."

“İstanbul'un deniz mavisi göğünde
Fetih al renkli bir şafaktı.
Yirmi üç bahar görmüş Hünkâr'ım
Çağlar üstüne çekilmiş bayraktı.

Yıktırdığı surlar içinde bir gün
Diktirdiği mermer sütunlara baktı.
Yer depremini andıran bakışlarından
Neredeyse sütunlar yıkılacaktı.

Taştan saraylar, kurşun kubbeler üstünde
Fetih, al renkli bir şafaktı.
Tanrı elçisinin övdüğü Hünkâr’ım
Çağlar üstüne çekilmiş bayraktı.

Fethettiği İstanbul’da Hünkâr’ım
Emretti divan kurulsun.
Buyruk dinlemeyen keferenin
Hünerli elleri vurulsun.

Sırma kaftan giymiş üç tuğlu vezirler
Toplandı kubbe altında, bir yanda.
Can pazarında gün görmüş yiğitler
El-pençe durdular divanda.

Başkası tekrarlamasın diye
Ağır bir ceza vardı Fermanda.
Mermer sütunları kısaltan mimarın
Kesildi elleri bir anda.

Acısı dinen mimar baktı kollarına,
Elleri birer kuş gibi uçmuştu.
Olmayacak düşünceler geçti içinden,
Kendi kendine konuştu:

Her kudretin üstünde adalet var,
Bir de bahtını adalette sına.
Bu duyguyla başvurdu
İstanbul’un ilk kadısına.

Muhzır, tarafları çağırınca kapıdan
Ceviz rahle ardında bağdaş kurdu Kadı.
Kılıçsız girdi huzura Hünkâr’ım
Kadı, yerinden bile kıpırdamadı.

Yer gösterdi ikisine yanyana
Titrek bir sesle konuştu mimar
Dedi: Haksız yere ellerim kesildi
Ulu Hakandan şikâyetim var.

Sabırla dinledi söylenenleri kadı
Hükmünü bildirdi: Kısasa kısas
Dedi: Adaletin emri budur Hünkâr’ım
Şimdi istersen beni de as.

İlkin irkildi, sarardı Hünkâr’ım,
Sonra eğilmez başını eğdi, hükme uydu.
O anda yerinden fırladı mimar
Gözleri dolu doluydu.

Dedi: Son bir dileğim var,
Varsın bina yapan eller pergel tutmasın.
Kesilmez Hakan’ın kılıç tutan elleri,
Yakındığım için beni asın.

Adalete susamış Bizanslı mimarın
Şaşkınlıktan kıyametler kopmuştu içinde,
Hakan’la köleye eşit adalet
Ne eski Yunan’da vardı, ne Hind’de, ne Çin’de.

Ömür boyuna gelir bağlandı mimara,
Kısasın yerini aldı Diyet.
Fâtih Hünkâr’ımın bir adalet serüveni var,
Daha doğmadan Batıda medeniyet."

Ankara, 16 Nisan 2019

Hiç yorum yok: