Dikkat! İşbu yazımızı okumadan önce şu iki linkteki metinlerden haberdar olmak gerekir:
Traps'ın akıbetini anlatmanın vakti geldi.
Üyelerinin can sıkıntıları hesabına kurulan Emekli
Hakukçular Mahkemesi'nin aldığı karara hangi tepkiyi verdi Traps bunu
açıklamanın vaktidir...
Fakat bundan önce, Dürrenmatt'ın bu cismi küçük cürmü büyük
kitabı ile olan şahsi muhabbetimle ilgili bir kaç söz söylemek istiyorum. Muhabbet
dediğime bakmayın, bir tesadüf sonucu, varlığından bî-haber olduğum bu kitapla
ne zaman, nasıl karşılaştığımı ve sonrasında olan biten bir takım gözlemlerimi
aktaracağım.
Bir pazar günüydü. Biletini bir hafta önce aldığım
tiyatroya gitmek ve içimde uğultular oluşturan can sıkıntımı bertaraf etmek
için evden erkenden çıkmış, soluğu sahaflarıyla meşhur bir iş hanında almıştım.
Girdiğim ilk sahafta, kitapların arasında kaybolmaya niyetlenmişken karşıma
çıkıvermişti Duruşma Gecesi.
Bu kitabın, biraz sonra gidip izleyeceğim oyunla aynı
temada yazılmış bir eser olduğunu arka kapağındaki son cümle pekiştiriyordu:
"Duruşma Gecesi, çağımızın suçluluk sorununu işleyen beğeneceğiniz büyük eserlerden
biridir."
Tesadüflerin bu kadar birbirini sıkı takip ettiği az
görülmüştür. Adli, hukukî sorunlarla ilgili olduğunu öğrendiğim bir tiyatroya
gidiyorum ve bu sırada önümü üç aşağı beş yukarı aynı temada kaleme alınmış bir
roman kesiyor. Duruşma Gecesi'ni beş on dakika karıştırdıktan ve bedeli olan 5
lirayı ödedikten sonra, tiyatroya doğru yola çıkıyorum.
Boş koltuğun kalmadığı, bol seyircili bir salondayım.
Oyunun ana mekanı bir mahkeme salonu. Mahkeme heyetinin karşısında genç bir
zanlı, zanlının üç beş yakını, vekaletini üstlenen avukat ve yarı resmi bir
sivil toplum kuruluşu mensubu olduğu izlenimini veren bir takipçi. Kısa süreli
bir çok davadan oluşuyor oyun. Heyet aynı kalıyor her bir davada. Zanlılar ve
avaneleri de sayısal bakımdan aşağı yukarı aynı oranı koruyorlar. Ya
yakınlardan birisi değişiyor, anne yerine baba, yahut teyze yerine dayı refakat
ediyor zanlıya; ya da vekalet makamını temsil edenin cinsiyeti farklılaşıyor.
Değişmeyen bir unsur olarak yarı resmi STK memurunu da unutmayalım...
Emekli Hukukçular Mahkemesi heyeti ile, izlediğim bu tiyatrodaki heyet arasındaki
esaslı farktan da bahsetmeliyim burada. Oyunbaz EHM heyeti, bütün ihtiyarlıklarına ve mahkeme anındaki sarhoşluklarına rağmen, işlerini
cidden sıkı tutuyorlardı: "... Bu orta çapta adam, bu sıradan kişi, hiç
beklemediği bir anda, kendini, didik didik didikleyen, eviren, çeviren,
inceleyen, anlatan, mesleki davranışlarının anî tepkilerini, görüntülerini,
birbirlerinden ayrı bir iki olayı ustalıkla yamalayıp özel yaşantısının yek
diğeri ile ilgisi bulunmayan unsurlarını toparlayan, varlığı peşinen kabul edilen duyguları ve
şuursuz değerleri tek açıdan göre, ara sıra, üstünde durmağa bile değmeyen küçük
mutluluk ve onu çıkmayan sevinç anları ile iyi kötü renklenen günlük ekmek
kavgasının, son bulmayan seyahatlerle dolu bir yaşantının kurallarını ve
kaderini bir bir deşen, son derece usta ve zeki bir savcının avuçları içinde
bulmaktadır." Bir sürü seyirciyle birlikte izlediğim oyundaki heyet ise,
yaşça diğerlerinden bir hayli genç olmalarına rağmen, bitmiş, tükenmiş bir
halet-i ruhiyye içindeydiler sanki. Mahkeme başkanını bir tarafa bırakacak
olursak, heyet içindekiler ya esnemekten ağızlarını alamıyorlar yahut da
ellerindeki zamazingoları (cep telefon, tespih, vb.) dürtekleyip duruyorlar.
Başkan ise, hemen her bir zanlının yargılamasında olduğu gibi, davanın bir
önceki yargılamada olup bitenini hatırlayamıyor, bu bahisteki eksikliğini,
zanlıdan öğrenmeye çalışarak kapatmaya bakıyor.
Üç perdelik oyun bu minval üzere sürüp giderken, 75-80
dakikalık zamanı itekleyip duruyorsunuz. Can sıkıntısı demiştim ya; bu sürüyor
oyun boyunca da. Fakat bu kez katmerleşiyor. Oyunun manzarası, sıkıntıyı
bunalıma çeviriyor.
Emekli Hukukçular Mahkemesi ile işbu tiyatro arasında başka
farklılıklar da sayılıp dökülebilir. Fakat eminim en ciddi ayrım, ilkinde oyun
icabı zanlıya idam hükmü verilirken, tiyatro sahnesinde vuku bulan mahkemede
bırakın idamı, hiç bir zanlıya herhangi bir hükmî karar verilmiyor. Sürekli ötelenen, başka tarihlere atılan davalar, davalar...
Sözü Traps'a bağlamanın zamanı geldi. Bir üst
paragrafımızdan anlamış olduğunuz gibi, Emekli Hukukçular Mahkemesinin savcısı
onunla ilgili olarak idam ister. İşte o cümleler: "O halde iddianamemi
bağlayıp sonuçlandıracağım, dedi. Dostumuz Alfredo Dolo İndirecti ile hareket
etmiş değildir ve buradaki ölüm, beklenmedik anda çıkan bir tesadüf kabul
edilmemelidir. Alfredo, Dolamalo ile suçludur. Artık şüphe bırakmayan taammüd
unsuru olaylarla daha belirli ve inandırıcı şekilde ortaya çıkacaktır.(...)
Savcı olarak, bu yasalı incelemenin sonunda, takdir duyguları ile dolu olarak,
evet baş yargıçtan Alfredo Traps'ın ölüm cezasına çarptırılmasını istemekle
şeref duymaktayım."
Ruhsal gelgitler yaşar ve bir kısmı itiraz bir kısmı kabul
içeren konuşmalar yapar Traps. "Bununla beraber, onu ben öldürdüm
ama!" cümlesi, onun halini yansıtması bakımından kayda değerdir. Şu
cümlesi de: "Buna rağmen suçluyum işte! Suçlu"..
Traps'ın avukatı ise idam kararını, her ne kadar Traps'a
kabul ettiremese de, son savunmasında şöyle değerlendiriyor: "... kısacası beyler, el çabukluğu ile tıpkı
şapkasından bir tavşan çıkaran sihirbaz gibi soruşturmanın ardından önümüze bir
katil koyulmaktadır."
Dürrenmatt'ın anlatıcısı Traps'la ilgili hükmü tartışmaya
açar: "Traps, eşi ender görülen bir câni, çağın en olağan üstü
cinayetlerinden birinin suçlusu mu, yoksa suçsuz mu idi?" Cevabını da kendisi verir: "... dört
ihtiyarın arasına karışmayı kabul etmese idi iç huzuru ile yaşamasını sürdürüp
gidecekti... Zaman ve yaş ile harap olmuş dört çehre arasında paylaşılan, bir
savcının monoklunda, göbekli, şişman bir savunma avukatının gözlüklerinin
camlarında yansıyan, lâkırdısını şaşıran, dişleri dökülmüş yarı sarhoş bir
bunak yargıcın ağzından dökülen ve sonuç olarak da, mesleğinin ustası bir
cellâtın pırıl pırıl çıplak aşında kızıllaşan, garip ve tuhaf görünüşlü bir
adaletti bu".
Dikkat çekici bir başka hususu da paylaşalım: Yargıcın
verdiği hükmü diğerleri hurralarla, bravolarla desteklerken, Traps da
"teşekkürler"ini arz eder!
Kararla birlikte şampanyalar patlamış, oyun bitmiştir.
Karar ilkeseldir. Alfredo Traps artık ekibin içinde, "bir şampiyon, bir
üstat olarak" yer alacaktır.
Öyle mi cidden? Yoksa, üst kata çıkan Traps, hükmü kendi el
ve ayaklarıyla mı nihayete erdirecekti?
Bütün bunlardan sonra, Duruşma Gecesi'ndeki oyun mahkeme
ile tiyatro oyunundaki mahkeme sahnesi arasında kimi koşutluklar kurmak isteyen
okur bulunacaktır. Sözgelimi ilkinde oyun icabı verilen hüküm, onur icabı ciddiyet
kazanıyordu. İkincisinde, yani şu tiyatro sahnesinde olup bitende ise
ciddiyetsizlik süreklilik halini alıyordu, dolayısıyla bu durum, zanlıları yaşayan ölüler haline
sokabilirdi. Dahası, bu zanlılar arasından kimileri, yaşayan ölü olarak ömür
sürmektense, Traps'ın yoluna can atmayı tercih edebilirdi.
Ah, adaletin göz kamaştırıcı ışığı hakikatle örtüşse...
Not: Bu yazıdan önce, aşağıdaki linklerde yer alan iki yazıyı okudunuz mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder