23 Nisan 2019 Salı

"TRAPS'IN AKIBETİ YAHUT TUHAF GÖRÜNÜŞLÜ BİR ADALET"

Dikkat! İşbu yazımızı okumadan önce şu iki linkteki metinlerden haberdar olmak gerekir: 



Traps'ın akıbetini anlatmanın vakti geldi.

Üyelerinin can sıkıntıları hesabına kurulan Emekli Hakukçular Mahkemesi'nin aldığı karara hangi tepkiyi verdi Traps bunu açıklamanın vaktidir...

Fakat bundan önce, Dürrenmatt'ın bu cismi küçük cürmü büyük kitabı ile olan şahsi muhabbetimle ilgili bir kaç söz söylemek istiyorum. Muhabbet dediğime bakmayın, bir tesadüf sonucu, varlığından bî-haber olduğum bu kitapla ne zaman, nasıl karşılaştığımı ve sonrasında olan biten bir takım gözlemlerimi aktaracağım.

Bir pazar günüydü. Biletini bir hafta önce aldığım tiyatroya gitmek ve içimde uğultular oluşturan can sıkıntımı bertaraf etmek için evden erkenden çıkmış, soluğu sahaflarıyla meşhur bir iş hanında almıştım. Girdiğim ilk sahafta, kitapların arasında kaybolmaya niyetlenmişken karşıma çıkıvermişti Duruşma Gecesi.

Bu kitabın, biraz sonra gidip izleyeceğim oyunla aynı temada yazılmış bir eser olduğunu arka kapağındaki son cümle pekiştiriyordu: "Duruşma Gecesi, çağımızın suçluluk sorununu işleyen beğeneceğiniz büyük eserlerden biridir."

Tesadüflerin bu kadar birbirini sıkı takip ettiği az görülmüştür. Adli, hukukî sorunlarla ilgili olduğunu öğrendiğim bir tiyatroya gidiyorum ve bu sırada önümü üç aşağı beş yukarı aynı temada kaleme alınmış bir roman kesiyor. Duruşma Gecesi'ni beş on dakika karıştırdıktan ve bedeli olan 5 lirayı ödedikten sonra, tiyatroya doğru yola çıkıyorum.

Boş koltuğun kalmadığı, bol seyircili bir salondayım. Oyunun ana mekanı bir mahkeme salonu. Mahkeme heyetinin karşısında genç bir zanlı, zanlının üç beş yakını, vekaletini üstlenen avukat ve yarı resmi bir sivil toplum kuruluşu mensubu olduğu izlenimini veren bir takipçi. Kısa süreli bir çok davadan oluşuyor oyun. Heyet aynı kalıyor her bir davada. Zanlılar ve avaneleri de sayısal bakımdan aşağı yukarı aynı oranı koruyorlar. Ya yakınlardan birisi değişiyor, anne yerine baba, yahut teyze yerine dayı refakat ediyor zanlıya; ya da vekalet makamını temsil edenin cinsiyeti farklılaşıyor. Değişmeyen bir unsur olarak yarı resmi STK memurunu da unutmayalım...

Emekli Hukukçular Mahkemesi heyeti ile, izlediğim bu tiyatrodaki heyet arasındaki esaslı farktan da bahsetmeliyim burada. Oyunbaz EHM heyeti, bütün ihtiyarlıklarına ve mahkeme anındaki sarhoşluklarına rağmen, işlerini cidden sıkı tutuyorlardı: "... Bu orta çapta adam, bu sıradan kişi, hiç beklemediği bir anda, kendini, didik didik didikleyen, eviren, çeviren, inceleyen, anlatan, mesleki davranışlarının anî tepkilerini, görüntülerini, birbirlerinden ayrı bir iki olayı ustalıkla yamalayıp özel yaşantısının yek diğeri ile ilgisi bulunmayan unsurlarını toparlayan,  varlığı peşinen kabul edilen duyguları ve şuursuz değerleri tek açıdan göre, ara sıra, üstünde durmağa bile değmeyen küçük mutluluk ve onu çıkmayan sevinç anları ile iyi kötü renklenen günlük ekmek kavgasının, son bulmayan seyahatlerle dolu bir yaşantının kurallarını ve kaderini bir bir deşen, son derece usta ve zeki bir savcının avuçları içinde bulmaktadır." Bir sürü seyirciyle birlikte izlediğim oyundaki heyet ise, yaşça diğerlerinden bir hayli genç olmalarına rağmen, bitmiş, tükenmiş bir halet-i ruhiyye içindeydiler sanki. Mahkeme başkanını bir tarafa bırakacak olursak, heyet içindekiler ya esnemekten ağızlarını alamıyorlar yahut da ellerindeki zamazingoları (cep telefon, tespih, vb.) dürtekleyip duruyorlar. Başkan ise, hemen her bir zanlının yargılamasında olduğu gibi, davanın bir önceki yargılamada olup bitenini hatırlayamıyor, bu bahisteki eksikliğini, zanlıdan öğrenmeye çalışarak kapatmaya bakıyor.

Üç perdelik oyun bu minval üzere sürüp giderken, 75-80 dakikalık zamanı itekleyip duruyorsunuz. Can sıkıntısı demiştim ya; bu sürüyor oyun boyunca da. Fakat bu kez katmerleşiyor. Oyunun manzarası, sıkıntıyı bunalıma çeviriyor.

Emekli Hukukçular Mahkemesi ile işbu tiyatro arasında başka farklılıklar da sayılıp dökülebilir. Fakat eminim en ciddi ayrım, ilkinde oyun icabı zanlıya idam hükmü verilirken, tiyatro sahnesinde vuku bulan mahkemede bırakın idamı, hiç bir zanlıya herhangi bir hükmî karar verilmiyor. Sürekli ötelenen, başka tarihlere atılan davalar, davalar...

Sözü Traps'a bağlamanın zamanı geldi. Bir üst paragrafımızdan anlamış olduğunuz gibi, Emekli Hukukçular Mahkemesinin savcısı onunla ilgili olarak idam ister. İşte o cümleler: "O halde iddianamemi bağlayıp sonuçlandıracağım, dedi. Dostumuz Alfredo Dolo İndirecti ile hareket etmiş değildir ve buradaki ölüm, beklenmedik anda çıkan bir tesadüf kabul edilmemelidir. Alfredo, Dolamalo ile suçludur. Artık şüphe bırakmayan taammüd unsuru olaylarla daha belirli ve inandırıcı şekilde ortaya çıkacaktır.(...) Savcı olarak, bu yasalı incelemenin sonunda, takdir duyguları ile dolu olarak, evet baş yargıçtan Alfredo Traps'ın ölüm cezasına çarptırılmasını istemekle şeref duymaktayım."

Ruhsal gelgitler yaşar ve bir kısmı itiraz bir kısmı kabul içeren konuşmalar yapar Traps. "Bununla beraber, onu ben öldürdüm ama!" cümlesi, onun halini yansıtması bakımından kayda değerdir. Şu cümlesi de: "Buna rağmen suçluyum işte! Suçlu"..

Traps'ın avukatı ise idam kararını, her ne kadar Traps'a kabul ettiremese de, son savunmasında şöyle değerlendiriyor: "...  kısacası beyler, el çabukluğu ile tıpkı şapkasından bir tavşan çıkaran sihirbaz gibi soruşturmanın ardından önümüze bir katil koyulmaktadır."

Dürrenmatt'ın anlatıcısı Traps'la ilgili hükmü tartışmaya açar: "Traps, eşi ender görülen bir câni, çağın en olağan üstü cinayetlerinden birinin suçlusu mu, yoksa suçsuz mu idi?"  Cevabını da kendisi verir: "... dört ihtiyarın arasına karışmayı kabul etmese idi iç huzuru ile yaşamasını sürdürüp gidecekti... Zaman ve yaş ile harap olmuş dört çehre arasında paylaşılan, bir savcının monoklunda, göbekli, şişman bir savunma avukatının gözlüklerinin camlarında yansıyan, lâkırdısını şaşıran, dişleri dökülmüş yarı sarhoş bir bunak yargıcın ağzından dökülen ve sonuç olarak da, mesleğinin ustası bir cellâtın pırıl pırıl çıplak aşında kızıllaşan, garip ve tuhaf görünüşlü bir adaletti bu".

Dikkat çekici bir başka hususu da paylaşalım: Yargıcın verdiği hükmü diğerleri hurralarla, bravolarla desteklerken, Traps da "teşekkürler"ini arz eder!

Kararla birlikte şampanyalar patlamış, oyun bitmiştir. Karar ilkeseldir. Alfredo Traps artık ekibin içinde, "bir şampiyon, bir üstat olarak" yer alacaktır.

Öyle mi cidden? Yoksa, üst kata çıkan Traps, hükmü kendi el ve ayaklarıyla mı nihayete erdirecekti?

Bütün bunlardan sonra, Duruşma Gecesi'ndeki oyun mahkeme ile tiyatro oyunundaki mahkeme sahnesi arasında kimi koşutluklar kurmak isteyen okur bulunacaktır. Sözgelimi ilkinde oyun icabı verilen hüküm, onur icabı ciddiyet kazanıyordu. İkincisinde, yani şu tiyatro sahnesinde olup bitende ise ciddiyetsizlik süreklilik halini alıyordu, dolayısıyla bu durum, zanlıları yaşayan ölüler haline sokabilirdi. Dahası, bu zanlılar arasından kimileri, yaşayan ölü olarak ömür sürmektense, Traps'ın yoluna can atmayı tercih edebilirdi.

Ah, adaletin göz kamaştırıcı ışığı hakikatle örtüşse...

Not: Bu yazıdan önce, aşağıdaki linklerde yer alan iki yazıyı okudunuz mu?



Hiç yorum yok: