Sizin de
ilginç huylarınız vardır, garip alışkanlıklarınız, tuhaf ilgi alanlarınız. Akla
hayale gelmeyecek şeylerdir bunlar başkaları için.
Benim var.
Böyle dedim ama, hepsini söylemeyeceğim. Bildiğiniz bir tanesi üzerinden
yürüyeceğim: İte puşta dair ıvır zıvır malzemeyi derdest edip biriktirmek, yeri
ve zamanı gelince onları edep dairesi içinde memleket edebiyatına kazandırmak…
Her ne kadar
küçük bir sürç-i lisan ile, itin yanına puştu eklemişsek de, tashih edelim,
puşt lafın gelişi. Ona dokunmak harcımız değil…
Puştu layık
olduğu üzere başımızdan defettikten sonra, gelelim bu yazının malzemesini
işlemeye:
Elimizde bir
haber var; bir dergide (N. G. Kids, Haziran 2007, s. 17), ilginçlik adına
kullanılmış: “Chihuahua kırması Midge evcil bir kedi kadar küçük, ama yasadışı
uyuşturucu maddeleri koklayarak bulacak kadar büyük bir burnu var. O
sertifikalı bir polis köpeği.” Okuyanda, bu işte bir tersliğin olduğu fikri
doğacağı önceden hesaplanmış olmalı ki, haberin devamında gerekli açıklama
yapılıyor: Polis köpekleri genelde büyük cinslerden seçilir; “ama bu köpekler
çoğu zaman küçük yerlere giremeyecek kadar iri olurlar.” İşte Midge diğer
meslektaşlarının iriliğine bir alternatif olarak “Chihuahua kırması” olarak
yetiştirilmiş: “… mobilyalara tırmanıyor, emekleyerek yatakların altına
girebiliyor.” Hatta “şifonyer çekmecelerine girdiği bile oluyor.”
Oldu olacak,
haberi tamama erdirelim: Her iyi polis köpeği gibi cesur olan Midge’nin en iyi
dostu Alman çoban köpeği Brutus imiş ve onunla halat çekme oyunu oynamayı çok
sevmekteymiş…
İnsanlarla
köpeklerin dostluğuna itirazım yok; iki köpeğin birbiriyle “dostluğu”na ise
güvensizlikle birlikte itirazım var…
Sahiplerinin
emrine kul olmuş; bu yolda birbiriyle ‘dostluk’ kurmuş iki köpeğin haberini bir
tarafa bırakmanın zamanı geldi. Tam da araya Brutus’un köpekliği
sıkıştırılacakken. Şu malum hadiseyi hatırlayın: Sezar’ın katline ortak olmuştu
ya çok güvendiği Brutus ve şöyle demişti ya Sezar son defa: “Sen de mi oğlum
Brutus!”
Tam o sırada
Brutus ‘patron’unu hançerlemiş, kendi çıkarlarının köpekliğine soyunmuştu.
Hikâye:
Şair
Hayyâle’nin işi gücü kendi egosunu tatmin edecek hallere girip çıkmakmış. Bu
yolda bulabildiği bütün münasip nâ-münasip yolları yürümekten çekinmez, atmadık
taklalar, yemedik herzeler bırakmazmış. Bunca çabanın sonunda, zafere ulaştığı
pozisyonlar olurmuş elbette. Mesela, birkaç parlak şiir cümlesiyle etkisi
altına aldığı yeniyetmeler onu pışpışlayıp dururlar, şiirlerine nazireler
yazarlar, eserlerini elden ele gezdirirlermiş. Böylece hem kendilerinin hem de
üstadları Hayyâle’nin nefsini köreltirlermiş:
“Üstâd-ı
azamımız sen çok yaşa!”
“Bizi hayal
havuzunda yüzdürenimiz binler yaşa!”
“Şiirdeki
pir-i muganımız el-hak yaşa!”
Bu böyle
devam edecek değil ya, gün gelip ses soluk, şak şak alkış kesilince bizim Şair
Hayyâle’ye bir haller olmuş.
Mantıken
düşünürseniz, bu hallerin aradaki gelenek bağına göre pek de tabiî olduğuna
kanaat getirirsiniz. Çünkü eski yeniyetmeler şimdi kendi üstadlıklarının
postuna oturmuş vaziyettedirler.
Fakat
şaşkınlık içine düşen Şair Hayyâle akıbetinin mesuliyetini kendi küçük
ahmaklığında arayacağına sağa sola sataşmaya başlamış.
Hikâye şöyle
bitiyor: Şaşkın Hayyâle, karşısında eski düşmanlarıyla birlikte, köpeksi
ahlâkla beslediği eski çömezlerini de bulmuş… Tabii, artık her bir eski çömeze
karşı “Et tu, Brute!” cümlesini kullanma yani son nefesi verme zamanı gelip
çatmıştır...
(İlk kez 4 Ekim 2007'de Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder