Geçenlerde Margulies’i bir edebiyat
töreni fotoğrafında görünce, zihnen işbu yazının nihai kararını verdim.
Dört beş kişilik bir panel masasını
yansıtıyordu gördüğüm fotoğraf. Margulies, masanın en sağında, sanki oraya
istemeyerek oturmuş bir ayrıksılık içinde, kollarını göğsüne bağlamış halde…
Mensubiyetine ayrılan bir kişilik
kontenjan sandalyesine ilişivermiş bu sembolik görüntü, bakın beni nerelere
götürdü…
Nereye olacak, şairin vaktiyle
söylediği bazı mühim satırlara…
Onun, önce dergilerde, daha sonra
Şiir, Yahudilik Vesaire (Kanat Yay., İst., 2004) adlı kitabında dile getirdiği
dikkate değer ifadelere…
Mesela “Attilâ İlhan ve Bizim
Kuşak” adlı yazısında, genel piyasaya hâkim şiirler için “Ne başı, ne sonu
olan, hiçbir şey anlatmayan, hiçbir şey söylemeyen, ayakları hiçbir yere
basmayan şiirler” yargısını verdikten sonra, bu yolda metinler oluşturanların
anlayışını “söyleyecek bir şeyi olmayanların şiire ettikleri bir hakaret”
olarak adlandırıyordu.
“Görüşsüzlükleri, yaramaz zekâları,
toplumsal vurdumduymazlıkları ve anlamsız şiirleriyle” ortalıkta arzı endam
edenlerin yargılandığı bu yazıdan sonra gelen “Şiir, Hakaret ve Eleştiri”
başlıklı metinde de konu devam ettirilir: “Bir yaramaz çocuk edasıyla biçim
ilginçlikleri, zekâ oyunları yapıldığını, anlaşılırlıktan ve okurdan tümüyle
uzaklaşıldığını ve anlamın, içeriğin tamamen yok olduğunu gözlemliyorum.
Üstelik çok zaman bunların bir çağı, bir düşünceyi veya içeriği daha iyi
yansıtabilmek için değil, sırf ilginçlik olsun diye veya hatta (yine en aşırı
şekliyle ifade edersem) şairin söyleyecek bir şeyi olmadığı ve bir şey
söylemiyor olduğunu gizlemek için yapıldığını düşünüyorum.”
Margulies’in gayet manidar olan
sözleri “Oyun, Sanat ve Savaş” adlı yazıyla pekişir. Bir derginin “Oyun”
dosyalı nüshasını ele alan yazar, karşılaştığı manzaraya haklı olarak
öfkelenir. Çünkü, o tarihlerde (2003) gerek Türkiye’de gerekse dünyada can alıcı
pek çok hadise cereyan etmektedir. Özellikle Amerikan emperyalizminin Irak’ta
giriştiği işgal ve katliamlar dünyayı kasıp kavurmaktadır. Ve böyle bir
zamanda, bu yaşananlardan tek bir satır dahi bahsetmeyip kendisini “eğlence ve
haşarılık” konvoyuna dâhil eden bir edebiyat dergisini varlığı kahredicidir…
Margulies’e göre, o günler
piyasasına hâkim olan şairler de bu derginin formatıyla özdeş bir tutum
içerisindedirler. Hayatla, dünyayla, insanla ilişkisi koparılmış olan şiir,
“İçi boş, ne kokan ne yaşama bulaşan, hiçbir okuyucunun aklında ve yaşamında
hiçbir yankı uyandırmayan, hiçbir etkileşim yaratmayan ve dolayısıyla şairin
kendisinden başka kimseyi ilgilendirmeyen bir şiir”dir.
Margulies’in bahsettiğim bu
düşüncelerini günümüz edebiyat (şiir) hayatıyla mukayese etmek mümkün mü?
Bence böyle bir zahmete katlanmanın
lüzumu yok. Tıpkısının aynısı bir manzarayla karşılaşacağınızdan şüpheniz
olmasın!
Aksini düşünün isterseniz siz,
benin görüşüm bu. Margulies gibi düşünüyorum.
Sebebi gayet açık: Bırakın dünyayı,
memlekette olup bitenlere ve bunlar karşısında şair ve yazar arkadaşların yazıp
çizdiklerine bakın:
Büyük mahkemelerin aldığı kararlara
bakın önce:
Üniversite adayı gençlerin oynanan
dünyalarına mesela, ÖSS ve başörtüsü kısıtlamalarına…
Sivil hayata vurulan darbelere
bakın, mesela parti kapatmalarına, ağır işleyen insanî açılımlara vurulan
prangalara…
Karanlık merkezlerden idare
edildiği izlenimi veren silahlı saldırılara bir göz atın…
Birtakım siyasî oluşumların
(partilerin) ortalığı kaosa götürmeye dönük çabalarına sonra…
Bir de şair ve yazar arkadaşların
tutumlarına…
Evet, şiir şölenleri, edebiyat
panelleri, sempozyumlar, festivaller birbirini kovalıyor… Ne güzel,
dergilerimiz dört başı mamur bir vaziyette aydan aya yayınlanıyor… İyi de,
hani, nerede hayatın şiiri, azmin hikâyesi, hürriyet fikrinin şaheseri?..
Velhasıl, Roni’nin fotoğraftaki
duruşuna ekliyorum kendimi; toplu görüntüye girmemek yolunda döndürüyorum
dilimi…
(İlk kez Milli Gazete’de 17 Aralık
2009’da yayımlanmıştır.)
Roni Margulies'in "Hümeyra" şiirini dinlemek için tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder