Sinemanın sadece şehre ait bir sanat olduğunu kim iddia ederse,
onun bilmediği bir şey var derim: Bizim çocukluğumuzda, yaşadığımız küçük
beldenin bir sinema cenneti olduğunu…
70’li yılların sonlarından söz ediyorum. Yaz aylarından, harman
sonundan.
Bugünün film festivallerine can verenler ibret alsın! Hele ki
tüccar sinema salonu sahipleri! Periyoda bakın; filmler haftada bir değil,
günlük değişiyor. Her gün iki film birden: Haftada on dört film!
Akşam ezanı olduktan kısa bir süre sonra, sokağa çıkıyor bütün
çocuklar. Pokerin evine doğru gidiyorlar, yani sinemaya!
O gün gösterilecek filmlerin afişleri bir gün öncesinden belirli
yerlere asılmıştır, sözgelimi kahveye, merkezî konumdaki birkaç evin duvarına.
Afişlerden günün filmiyle ilgili bir şeyler öğrenen çocukların
dilinde gün boyu dolaşan sözlere bir bakmak gerekir:
-Bugün Battal Gazi’nin filmi oynayacak!
-Yok be, Battal Gazi değil onun adı, Cüneyt Arkın. O senin
söylediğin dünkü filmin adı. Bugün, o filmi oynayan aktör başka bir filmde
görünecek!
Bu konuşmalar uzayıp gidecek. Ta ki film gösterimi başlayıncaya kadar.
Film ne zaman başlarsa, konuşmalar da o zaman kesilecek, hüküm, iyi ile kötünün
mücadelesine geçecek…
Küçük köyümüzün halkı, kadınıyla erkeğiyle bu filmleri izlemeye
gelirdi. Zaten sinema perdesi bir bahçeye kurulmuştu. Kadınlar bahçe içindeki
evin balkonundan seyrederdi filmi, erkekler ise bahçede, toprağın üzerine
oturarak…
İyiyle kötünün mücadelesi kızışınca bizim sinema bahçesinin ortamı
da kızışırdı. İyiliği savunan oyuncu bir kahramanlık gösterdiği sırada hemen
bütün herkes zevkten dört köşe olur, büyük bir alkış tufanı kopar. Hele ki kötü
olan karşı tarafı alt ederse bağrışılır, tempo tutulur:
-Yaşa be, ha şöyle, vur vur vur!
Film sıcak bir ortam içinde ilerlerken, birden bahçe ve perde
kararır. Cereyan kesilmiştir, elektrik ne arar, jeneratör iflas etmiştir!
Bağırış çağırışların
rüzgârı bu kez hedef değiştirmiştir. Islıklarla birlikte Poker’e sitem okları
gönderilmeye başlanır. Olacak iş midir tam da filmin en canlı yerinde böylesi
bir arıza!
Tamir bakım işleri gerçekleşene kadar yorumlar yapılır, oyunun
geleceği ile ilgili tahminlerde bulunulur…
Tabii filmin her kesilişi aynı sebebe bağlı değildir, kimisi de
kopuştan kaynaklanmaktadır. Film şeridi, kim bilir hangi zayıflatıcı etkenden
ötürü kopardı. Bir gösterimde birkaç kez yaşanan bu manzara, sabrımızı zorlasa
da, elden bir şey gelmezdi…
Kopan filmlerin işimize yaradığı da olurdu. Bunları yapıştırma
ameliyesinde bulunan Poker, bazı parçaları atardı. Çocukların işi ne, onları
alır, başka oyunların oyuncağı yapardık!
Sinema bahçesinin ortamını anlattım, peki bu bahçeye girişin
bedeli ne, merak ettiniz mi? Tek kişi 2,5 lira! Balıkesir’deki sinemalarla
oranlayacak olursanız hayli pahalı, fakat olacak o kadar… Sonra, bu bedeli
ödeyemeyenler için başka alternatifler de var: Poker bazı sinemaseverlere bir
iyilik yapıp bahçeye bedava alıyordu. Bir kısım kurnazlar ise bahçeye kaçak
yollardan girerek, sözgelimi duvardan atlayarak bedavacı olmak isterdi. Tabii
bunların çoğu kuyruğu kısmış bir vaziyette kapı dışarı edilirdi.
Poker’in birkaç yaz evinin bahçesine kurduğu bu sinemadan ben
oldukça faydalandım. O dönemin usta oyuncularını bu sinemada tanıdım. Haftada
birkaç kez gittiğim bu filmler benim edebiyatçı kimliğime katkı yapmıştır
sanırım…
Bu yazı, sinema tarihinden sonra, edebiyat tarihimize de bir katkı
oldu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder