“Görünmez, belirsiz, kayıp” gibi anlamlarıyla lügatte yer bulan
“nâ-bedîd”, Farsça bir birleşik sıfattır. Bu sıfatın bir şahsa ad olduğunu
yıllar önce Beşir Ayvazoğlu’nun Güller Kitabı okurken farketmiştim. Beşir
Ayvazoğlu, ‘Nâbedid’in çiçekleri’nden bahsederken, Nâbedid’in kim olduğunu da
merak edip araştırır. Unutulup kaybolmuş bir şair olsa gerektir bu kişi:
1867’de Selanik’te doğmuş olan Nâbedid Ahmet Cemal…
Beşir Ayvazoğlu’nun takdimini hatırlayışım, hatta onun Güller
Kitabı’na yeniden yolculuk yapışım ilginç bir sebebe bağlıdır: Nâbedid
imzasıyla bir kitap kapağında karşılaşmış olmam… Bu isim, Arabadan Şiirler (Muallim Ahmet
Halit Kitaphanesi, İst., 1932) adlı bir kitabın kapağında şair olarak çıkmıştı
karşıma. Sahafta gerçekleşen bu karşılaşma, Arabadan Şiirler’in üç kuruş
karşılığında hesabını görmemle noktalandı…
Noktalandı lafın gelişi, aslında başladı demeliyiz. Şöyle ki, önce
bu kitapta Nâbedid’in kimliğiyle ilgili biyografik bir bilgi yoktu.
Ayvazoğlu’nun işaret buyurduğu kişiyle Arabadan Şiirler’in şairi aynı insan
mıydı, bu konuda da elimizde delil bulunmuyordu. Doğrusunu söylemekte fayda
var, aslında bu bilinmezlik pek o kadar da önemli değildi. Nihayet ‘görünmez,
belirsiz, kayıp’ sıfatlarını kendisine yakıştıran bir şahsın kimliği peşinde
araştırma yapmanın gereği yoktu. Bu gereksiz işe girişmeyerek, belki de tatlı
bir oyuna kendisini kaptırmış ölümsüz bir edebiyat kahramanı rahatsız da
etmezdik…
Şunu da söylemem lâzım, esasen benim için önemli olan, Nâbedid’in
Arabadan Şiirler’ine sahip olmaktı. Düşünün hele, şu veya bu, garip imzalı bir şair
araba temalı şiirler yazıyor ve bunları iki kapak arasında toparlayıp okura
takdim ediyordu. Böylesi ilginç ve üstelik sahaflık bir kitabı elinde
bulundurmak ne keyif vericidir, tahmin edin!
Tahmin edemezsiniz, zira karıştırdıkça Nâbedid’in bu kitabından
aldığım keyfi daha da katmerli hale getiren bir takım hususlarla
karşılaşıyordum!..
Bunlardan birisini açıklamak istiyorum, fakat önce Arabadan
Şiirler’in ilk sayfalarında kitabın ikinci bir adla da takdim edildiğini
belirtmem gerekiyor. Bu ikinci ad parantez içine hapsedilmişti ve (Vesaiti
Nakliye) şeklindeydi. Demek ki şairin bir bildiği vardı. Peki, bu bilgiyi nasıl
öğrenebilirdik? İkinci sayfadaki açıklamadan…
15 Kânunusani 1932 tarihli açıklamada şöyle diyordu Nâbedid: “Bu
kitabın ismi ‘Vesaiti nakliye’dir. Hareket vasıtaları yahut hikâye vasıtaları
demek. Burada unvan her iki manaya da şamil addolunabilir. Kitapçı Halit bey bu
namı beğenmedi. Beğendiği adı kitabın üstüne yazmak üzre kendisine me’zuniyet
vermekle beraber ‘Vesaiti nakliye’ isminin muhafazasında musır kaldım.
Halit Bey ‘Arabadan Şiirler’ namını tercih edecek sanırım. Bu
suretle muhterem kari’ler ebesi başka babası başka isimler vermiş bir mahlûku
garip muvacehesinde bulunmuş olacaklardır.”
Noktasına dokunmadan iktibas ettiğimiz bu mustarip satırların bir
benzerinin bugünkü şartlarda herhangi bir kitapta yer bulması sanırım
imkânsızdır. Zira bugün benzeri bir tavzihe ne yayıncı izin verir ne de şair ve
yazarlar böyle Nâbedidvarî bir talepte bulunabilir.
Fakat benim sözü getirmek istediğim yer burası değildir. Buradaki
isimlendirme pozisyonlarından hareketle, entelektüel âlemde yoğun bir şekilde
yaşanan anlamlandırma hatalarına dikkat çekmektir.
Bu konudaki kanaatimi basit bir cümleyle dile getireyim. Bugün,
hayati mahiyetteki adlandırmalarda kullanılan kimi isim ve sıfatların menşei,
medenî kaynağı maalesef dikkate alınmıyor. Özellikle şan şöhret sahibi
adamların dili kullanmadaki halleri… Onların kimi entelektüel müzakere
süreçlerinde çaresiz çırpınışlar şeklinde saplanıp kaldıkları bu dil kirliliği,
esef verici değil mi?
Örnek mi istiyorsunuz, buyurun ‘muvafık’ varken ‘muhalif’ ve
‘anti’ diyenlerin bâtıl lisanlarına, buyurun son zamanların demode
‘anti-emperyalist’, ‘anti-kapitalist’, ‘anti-sosyalist’, vb. söylemlerindeki ‘anti’k
bitip tükenmişliğe…
Ötesini söylemeye gerek var mı, gâvur dilini salyangoz kılarak
aramızda gezdirip duranların vay haline…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder