10 Ekim 2019 Perşembe

BECKHAM, SİPERİ TERK ET!

David Beckham, şu ingiliz futbolcu, dünya kupasına gidip orada futbolseverlerin keyfini artıracak sportif hareketler yapması gerekirken, bir ayak oyununa mağlup olup yolunu şaşırdı. Yolunu şaşırdı, yani yoldan çıktı. Yoldan çıkmak Türkçe’de hayra alamet bir ifade değildir. Yolunu şaşırmanın hayra alamet olmaması, şahsın iflah olmaz dertlere dûçar kalacağı anlamına gelir…
Ne yapmalıydı, fakat ne yapmıştır Beckham? 
O, Güney Afrika’ya giderek İngiltere futbol takımı bünyesinde bir yandan kendi kariyeri ve memleketinin sportif başarısı için çalışmalı, diğer taraftan dünya barış ve kardeşlik sistemine hizmet etmek gibi yüce hedefleri amaç edinmeliydi. Oysa kendisi bu iyi seçenekleri bir tarafa bırakmış, bir çukura düşmeyi tercih etmiştir. Daha kısa bir cümleyle ifade edelim: Beckham, -sakatlığına rağmen- sporcu forması giymek yerine işgal orduları üniforması kuşanmıştır. Böylece, bedenen yaşadığı bir sakatlığın ötesinde, zihnî bir arızanın tutsağı olmuştur.
Fikrî, ahlâkî ve edebî bir sefalet içinde boğulup kalmış Türk basınından yapacağımız birkaç cümlelik iktibasla, Beckham’ın insanlık onuru adına yakalandığı kötü pozisyonu açıklamaya çalışalım:
“Beckham Afganistan'a transfer oldu!
İngilizlerin medyatik futbolcusu David Beckham, bu kez en güzel golünü Afganistan'da attı. Bölgede görev yapan askerlere destek ve moral vermek üzere bölgeye giden ünlü futbolcuya ilgi bir hayli büyüktü. Nato birliklerinin kum futbol sahasında şov yapan Beckham, Helmand vilayetindeki 8 bin kişilik İngiliz askeri birliğini gezdi. Bir savaş helikopterine de binen Beckham, hem poz verdi hem de bilgi aldı.” (CNN Türk.com, 23. 5. 2010)

“David Beckham, Afganistan'da
İngiliz milli futbolcu David Beckham, Afganistan'daki İngiliz askeri kampına sürpriz ziyarette bulundu. Helmand vilayetindeki 9 bin İngiliz askerinin bulunduğu ‘Camp Bastion’ı ziyaret eden Beckham, 45 derece sıcakta ağır makineli ve keskin nişancı tüfeklerinin başına geçti, askerlerle hatıra fotoğrafı çektirdi.
Afganistan’daki İngiliz askerlerine moral vermek amacıyla (…) ziyaret eden İngiltere Milli takım eski kaptanı David Becham, kampta güne İngiliz kahvaltısı yaparak başladı.  (…) Amerikan Los Angeles Galaxy takımının bu yıl AC Milan'a kiraladığı 35 yaşındaki futbolcu David Beckham, (…) Afganistan’ı ziyaret etmeyi uzun süredir istediğini ve kendisinin İngiliz olmaktan gurur duymasını sağlayan İngiliz askerlerini takdir ettiğini söyledi. Beckham, ziyaretinin, askerlerin çok zor koşullarda muhteşem işler yaptığının anımsanmasına yardımcı olacağını umduğunu ekledi. (dha) (Radikal internet, 23. 5. 2010)
Kadim bir medeniyet dairesine dâhil olmadığı açıkça belli olanlarca kaleme alındığı her halinden belli olan bu satırlar, anlatılan çirkin fiilleri yansıtan fotoğraf, video gibi görsel malzemeyle de süslenerek sunuluyor. Kalem ve kâğıdı, klavye ve web sayfasını, kamera ve ekranı işgal ordusu mensuplarıyla paralel kullanan bu medyatik tutum, ayrı bir vak’a olarak ele alınmalıdır…
Şimdi şunu söyleyelim: Bir futbolcunun işgal orduları komutanı edasıyla yaptığı fiiller, kullandığı cümleler kuşku yok ki işgale uğramış halkların nazarında iyi izler bırakmayacaktır. Diğer bir ifade ile Beckham, artık bir futbol yıldızı olmaktan çıkmış olup, tarih tarafından insanlığın yüzkarası olarak adlandırılacak bir işgal topluluğunun utanç üniformasında, çakma bir yıldız, kıytırık bir fırfır şeklinde tasvir edilecektir…

Sivil, sipere girmez…
Beckham’ı, düştüğü bu perişan halde bırakıp, Afganistan’a nispetle daha yerel şartlar taşıyan bir ortama gelelim. Burada, ‘daha yerel şartlar’ ifadesiyle, aralarında ilgi kuracağımız iki durum arasında birebir benzerlik olmadığını ilk hamlede ifade etmiş oluyoruz. Dahası, aşağıda ele alacağımız husus ile Beckham’ın temsil ettiği durum arasında birtakım çağrışımlar bulunmasına rağmen, bunlar arasında ayniyetten ziyade zıddiyet ilişkisi düşünülebilir.
Cepheye gelip, orada mazlum bir topluma karşı savaşçılık oyunları oynayan Beckham bir işgal gücü mensubu kisvesini kuşanmıştır. Oysa, şimdi dikkatlere sunacağımız siper, bir terör örgütünün saldırısı sonrası, nice canların yanması sonucu gündeme gelmiştir.
Üstteki sabitleyici ifadelerden sonra, evet, son haftalarda kamuoyunu meşgul eden siper tutumlarına dair görüşlerimizi söyleyip, bu tutumları şu veya bu şekilde dikte eden medya edebiyatına dair kanaatlerimizi yazacağız. Şu cümle okurun daha çok hoşuna gidebilir: Siper etrafındaki hal ve gidişata birkaç kalem darbesi indireceğiz:
Siper: Farsça bir isimdir. Türkçe’de daha çok bir askerlik terimi olarak kullanılır.  “Arkasına saklanılan veya içine girilen tabiî veya yapma örtü”, “kuytu yer, korunaklı yer, dulda” gibi anlamları taşır.
Sipere girmenin esaslı bir gerekçesi vardır: Sipere, siper almak için girilir. Yani sipere giren kişi, orada hem gizlenir hem de hedefe karşı nişan alır.
Siperde yatarak, oturarak yahut ayakta nişan alınabilir.
Hatta siperde güç ve kuvvet toplamak gayesiyle, uyumak da mümkün ve mubahtır. Bu konuda Ziya Gökalp’in methiyesine mazhar olan ve bir manzumeyle mükâfatlandırılan askerden haberiniz var mıdır? Gökalp’in “Asker ve Şair” manzumesini bilenler bilir!
Bir askerlik terimi olduğuna göre, evet, “siperinde el bombasına sarılıp uyu”sa da sipere ancak askerler girer. Sivillerin sipere girmesi düşünülemez. Siviller sipere girmez.
Siviller, taşeron bir terör örgütü ile dahi olsa, siperde hesaplaşmayı düşünmez. Zira, bu taşeron terör örgütlerin bir hedefi de, sivillerin sivilliğine darbe indirmektir. Buna mani olmanın yolu, sivilin, emri altındaki dinamik güçten halk ve millet menfaatine tekmil almasından geçer. 
Şu halde, siperin olduğu nokta bir hududu, bir sınırı, bir çizgiyi belirler. Sipere giren sivil, siperin işaret ettiği çizgiye getirilmiş olma riskini alır. Bu çizgiye gelmek, sivile irtifa kaybettirebilir… İrtifa kaybeden sivil, zamanla toplumsal söz ve eylem hâkimiyetini de elinden kaptırabilir. Böylece, toplumun önemsediği sivil ve demokratik söylemlerin yerini, kan ve revana bulaşmış sesler alır. Üst ile ast karışır. Konuşmaması gerekenler cesarete gelip korkunç cümleler kurarak toplumu menfî yönde kuşatır.
Bu noktada, basında, özellikle sivillik (halk) karşıtı medya tarafından oluşturulan siper edebiyatına gelirsek… Oturarak veya ayakta verilen malum pozların tokuşturulması çevresinde estirilen gürültüye kulak kesilirsek…
Bu faaliyetleri, sivilleri bertaraf etmenin bir başka şekli ve siperle işaretlenen hizaya mıhlama çabası olarak görebilir miyiz?
Gerçek sivil bu oyunun mıhı olmaz…

(İlk kez 8 Temmuz 2010'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: