David Beckham, şu ingiliz futbolcu, dünya kupasına gidip orada
futbolseverlerin keyfini artıracak sportif hareketler yapması gerekirken, bir
ayak oyununa mağlup olup yolunu şaşırdı. Yolunu şaşırdı, yani yoldan çıktı.
Yoldan çıkmak Türkçe’de hayra alamet bir ifade değildir. Yolunu şaşırmanın
hayra alamet olmaması, şahsın iflah olmaz dertlere dûçar kalacağı anlamına
gelir…
Ne yapmalıydı, fakat ne yapmıştır Beckham?
O, Güney Afrika’ya giderek İngiltere futbol takımı bünyesinde bir
yandan kendi kariyeri ve memleketinin sportif başarısı için çalışmalı, diğer
taraftan dünya barış ve kardeşlik sistemine hizmet etmek gibi yüce hedefleri
amaç edinmeliydi. Oysa kendisi bu iyi seçenekleri bir tarafa bırakmış, bir
çukura düşmeyi tercih etmiştir. Daha kısa bir cümleyle ifade edelim: Beckham,
-sakatlığına rağmen- sporcu forması giymek yerine işgal orduları üniforması
kuşanmıştır. Böylece, bedenen yaşadığı bir sakatlığın ötesinde, zihnî bir
arızanın tutsağı olmuştur.
Fikrî, ahlâkî ve edebî bir sefalet içinde boğulup kalmış Türk
basınından yapacağımız birkaç cümlelik iktibasla, Beckham’ın insanlık onuru
adına yakalandığı kötü pozisyonu açıklamaya çalışalım:
“Beckham Afganistan'a transfer oldu!
İngilizlerin medyatik futbolcusu David Beckham, bu kez en güzel
golünü Afganistan'da attı. Bölgede görev yapan askerlere destek ve moral vermek
üzere bölgeye giden ünlü futbolcuya ilgi bir hayli büyüktü. Nato birliklerinin
kum futbol sahasında şov yapan Beckham, Helmand vilayetindeki 8 bin kişilik
İngiliz askeri birliğini gezdi. Bir savaş helikopterine de binen Beckham, hem
poz verdi hem de bilgi aldı.” (CNN Türk.com, 23. 5. 2010)
“David Beckham, Afganistan'da
İngiliz milli futbolcu David Beckham, Afganistan'daki İngiliz
askeri kampına sürpriz ziyarette bulundu. Helmand vilayetindeki 9 bin İngiliz
askerinin bulunduğu ‘Camp Bastion’ı ziyaret eden Beckham, 45 derece sıcakta
ağır makineli ve keskin nişancı tüfeklerinin başına geçti, askerlerle hatıra
fotoğrafı çektirdi.
Afganistan’daki İngiliz askerlerine moral vermek amacıyla (…)
ziyaret eden İngiltere Milli takım eski kaptanı David Becham, kampta güne
İngiliz kahvaltısı yaparak başladı. (…)
Amerikan Los Angeles Galaxy takımının bu yıl AC Milan'a kiraladığı 35 yaşındaki
futbolcu David Beckham, (…) Afganistan’ı ziyaret etmeyi uzun süredir istediğini
ve kendisinin İngiliz olmaktan gurur duymasını sağlayan İngiliz askerlerini
takdir ettiğini söyledi. Beckham, ziyaretinin, askerlerin çok zor koşullarda
muhteşem işler yaptığının anımsanmasına yardımcı olacağını umduğunu ekledi.
(dha) (Radikal internet, 23. 5. 2010)
Kadim bir medeniyet dairesine dâhil olmadığı açıkça belli
olanlarca kaleme alındığı her halinden belli olan bu satırlar, anlatılan çirkin
fiilleri yansıtan fotoğraf, video gibi görsel malzemeyle de süslenerek
sunuluyor. Kalem ve kâğıdı, klavye ve web sayfasını, kamera ve ekranı işgal
ordusu mensuplarıyla paralel kullanan bu medyatik tutum, ayrı bir vak’a olarak
ele alınmalıdır…
Şimdi şunu söyleyelim: Bir futbolcunun işgal orduları komutanı
edasıyla yaptığı fiiller, kullandığı cümleler kuşku yok ki işgale uğramış
halkların nazarında iyi izler bırakmayacaktır. Diğer bir ifade ile Beckham,
artık bir futbol yıldızı olmaktan çıkmış olup, tarih tarafından insanlığın
yüzkarası olarak adlandırılacak bir işgal topluluğunun utanç üniformasında,
çakma bir yıldız, kıytırık bir fırfır şeklinde tasvir edilecektir…
Sivil, sipere girmez…
Beckham’ı, düştüğü bu perişan halde bırakıp, Afganistan’a nispetle
daha yerel şartlar taşıyan bir ortama gelelim. Burada, ‘daha yerel şartlar’
ifadesiyle, aralarında ilgi kuracağımız iki durum arasında birebir benzerlik
olmadığını ilk hamlede ifade etmiş oluyoruz. Dahası, aşağıda ele alacağımız
husus ile Beckham’ın temsil ettiği durum arasında birtakım çağrışımlar
bulunmasına rağmen, bunlar arasında ayniyetten ziyade zıddiyet ilişkisi
düşünülebilir.
Cepheye gelip, orada mazlum bir topluma karşı savaşçılık oyunları
oynayan Beckham bir işgal gücü mensubu kisvesini kuşanmıştır. Oysa, şimdi
dikkatlere sunacağımız siper, bir terör örgütünün saldırısı sonrası, nice
canların yanması sonucu gündeme gelmiştir.
Üstteki sabitleyici ifadelerden sonra, evet, son haftalarda
kamuoyunu meşgul eden siper tutumlarına dair görüşlerimizi söyleyip, bu
tutumları şu veya bu şekilde dikte eden medya edebiyatına dair kanaatlerimizi
yazacağız. Şu cümle okurun daha çok hoşuna gidebilir: Siper etrafındaki hal ve
gidişata birkaç kalem darbesi indireceğiz:
Siper: Farsça bir isimdir. Türkçe’de daha çok bir askerlik terimi
olarak kullanılır. “Arkasına saklanılan
veya içine girilen tabiî veya yapma örtü”, “kuytu yer, korunaklı yer, dulda”
gibi anlamları taşır.
Sipere girmenin esaslı bir gerekçesi vardır: Sipere, siper almak
için girilir. Yani sipere giren kişi, orada hem gizlenir hem de hedefe karşı
nişan alır.
Siperde yatarak, oturarak yahut ayakta nişan alınabilir.
Hatta siperde güç ve kuvvet toplamak gayesiyle, uyumak da mümkün
ve mubahtır. Bu konuda Ziya Gökalp’in methiyesine mazhar olan ve bir manzumeyle
mükâfatlandırılan askerden haberiniz var mıdır? Gökalp’in “Asker ve Şair”
manzumesini bilenler bilir!
Bir askerlik terimi olduğuna göre, evet, “siperinde el bombasına
sarılıp uyu”sa da sipere ancak askerler girer. Sivillerin sipere girmesi
düşünülemez. Siviller sipere girmez.
Siviller, taşeron bir terör örgütü ile dahi olsa, siperde
hesaplaşmayı düşünmez. Zira, bu taşeron terör örgütlerin bir hedefi de,
sivillerin sivilliğine darbe indirmektir. Buna mani olmanın yolu, sivilin, emri
altındaki dinamik güçten halk ve millet menfaatine tekmil almasından
geçer.
Şu halde, siperin olduğu nokta bir hududu, bir sınırı, bir çizgiyi
belirler. Sipere giren sivil, siperin işaret ettiği çizgiye getirilmiş olma
riskini alır. Bu çizgiye gelmek, sivile irtifa kaybettirebilir… İrtifa kaybeden
sivil, zamanla toplumsal söz ve eylem hâkimiyetini de elinden kaptırabilir.
Böylece, toplumun önemsediği sivil ve demokratik söylemlerin yerini, kan ve
revana bulaşmış sesler alır. Üst ile ast karışır. Konuşmaması gerekenler
cesarete gelip korkunç cümleler kurarak toplumu menfî yönde kuşatır.
Bu noktada, basında, özellikle sivillik (halk) karşıtı medya
tarafından oluşturulan siper edebiyatına gelirsek… Oturarak veya ayakta verilen
malum pozların tokuşturulması çevresinde estirilen gürültüye kulak kesilirsek…
Bu faaliyetleri, sivilleri bertaraf etmenin bir başka şekli ve siperle
işaretlenen hizaya mıhlama çabası olarak görebilir miyiz?
Gerçek sivil bu oyunun mıhı olmaz…
(İlk kez 8 Temmuz 2010'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
(İlk kez 8 Temmuz 2010'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder