Ben bir yazı kahramanıyım. Bildiğiniz, ezberinize yerleştirdiğiniz
kahramanlar gibi miyim, bilmem. Hayır, doğrusunu söyleyeyim: O kahramanlardan
değilim, öyle olduğumu sanmıyorum.
Fakat benim de aynen onlar gibi zaferlerim var. Şimdi hangi birini
sayayım, sayfalar tutar, okumaktan bıkarsınız…
Amma velakin her zafer sarhoşu gibi benim de vakti zamanında,
aldığım mağlubiyetler, tattığım hüsranlar, yaşadığım facialar vardır.
İşte bunları sayacağız, şart oldu. En azından bir kısmını…
Yanlış anlaşılmayı engellemek için söylemem lazım; beni kedere
mahkûm kılan akıbetlerim hayatın farklı zaruretlerinden, örneğin her türlü
mücadele, müsabaka, münakaşa ve münazaralarından kaynaklanmıyor.
Bu türden faaliyetlerde negatif sonuçlar almadım diyemem, illa ki
oldu. Mesela mahalle maçında rakip mahallenin takımına yenilmiştik bir kez.
Üstelik bir de penaltı kaçırmıştım. Taraftarlarımızın yuhalamasına da maruz
kalmıştık maç bitiminde. Ama o orada kaldı. Bir sonraki haftaya bakmak için
unutmalıydık.
Lisedeyken yaptığımız sınıf içi münazaradan da yenilgiyle
ayrılmıştık. Üç kişilik ekibimiz mağlubiyetin sebebini birbirimize bağlıyorduk.
Oysa üçümüz de elimizden gelen gayreti göstermiştik yenilmek için. Sınıf
arkadaşlarımız birkaç gün bize sataşmıştı, evet. Ama bu da unutuldu çoktan.
Şimdi ekip arkadaşlarımın adlarını bile unuttum. Hey gidi günler hey…
Eskilere gitmeye, nostaljik yolculuk yapmaya gerek yoktu. Saydığım
türden sonuçlara geçtiğimiz hafta sonu yapılan Türkiye Atlama Tahtası (TAT)
Derneği Genel Kurulu’ndan çıkan sonuç da örnek verilebilirdi. Aklımca derneğin
Denetleme Kurulu (bakın hâlâ baş harflerini büyük yazıyorum, demek ki
atfettiğim önemi bırakmamışım daha!) yedek üçüncü üyesi olacaktım. Ayıptır
söylemesi, kendim bile oy vermemişim kendime. Dolayısıyla rakiplerim fena halde
galebe çaldılar.
Bir üst paragrafa ek olarak, yakın zamanlardaki tatlı
hüsranlarımdan birisini daha yazayım: Biraz önce oğlumun can sıkıntısını
gidermek ve oyun oynama ihtiyacını karşılamak için yakalamaca, balon voleybolu,
koltuk yastığından top aşırma gibi oyunlardan müteşekkil ev olimpiyatları
karşılaşmalarının tamamında yenildim. Bu olimpiyatlar yarın akşam gene
düzenlenecek ve ben gene yenileceğim. Yarından sonra ve daha ve daha ve daha
sonra da…
Siz sanıyor musunuz ki bir yazı kahramanı olarak ben bunlara
üzüleceğim? Ne de komiksiniz!
Ve fakat… Bakın işte şu “ve fakat…” ile moralim birden bire ters
yüz oldu. Şimdi sizin karşınızda perişan bir duruş sergiliyorum.
Niçin? Çünkü bir yazı kahramanının üzüleceği, moralinin
bozulacağı, kara kara düşüneceği, yas tutacağı, hatta kederden kahrolup
gideceği mağlubiyet meseleleri geldi aklıma.
Nelerdir bunlar? Neler değildir!
Bir yazı kahramanının boynunu bükük, sırtını eğik, yüzünü kederli,
ömrünü hederli kılacak şeyler elbette ancak yazıyla ilgili olabilir! Yazıyla
ilgili, yani yazamadıklarıyla tabii ki!
Sizi şaşırtan bir nokta burası, biliyorum, belki sizin gerçeklik
algınızla hiçbir teması olmayan bir şey. Zaten bundan ötürü değil mi
şaşırmaklığınız, şaşkınlığınız… Oysa benim gündüzüm zehroluyor
yazamadıklarımdan ötürü; gecem, rüyalarım mahvoluyor!
Yazmaya karar verdiğim, kimisini birkaç cümle yazdığım, bir
kısmını sadece başlık olarak belirlediğim…
Otuz yıldır, kırk yıldır; yazdıklarımın yanında, yazmaya
niyetlendiklerim… Bir kısmını unuttuğum, bir kısmını eski defterleri
karıştırdıkça hatırladığım, bazılarını ise hep akılda tuttuğum… Otuz yıl, kırk
yıl… Kim bilir kaç mevzu kaldı geride, kim bilir kaç başlık altında kuzu kuzu
yatan yazı başlığı…
Yıllar öncesine gitmeye gerek yok, son bir haftaya bakayım, neler
kalmış geriye, yıllar sonrasına, öteye…
İşte son bir haftanın başlıkları:
“Dingil Tasarımı!”, “Puşt Dili ve Edebiyatı Dersi Sümsüğü!”,
“Dara’sını Aldığım Ramiz Usta!”, “Papaz Yalan Söylemez İstişaresi!”, “Açık
İstifa-de!”, “Yasak Meyve Yasak Vaşak!”, “Bir Köpeğin Başını Nasıl Okşadım?”
Dahası da var, ama bakın şu işe, nutkum tutuldu, sayamıyorum. Yazı
kahramanı olmamdan kaynaklanıyor, belli.
Bursa, 12 Aralık 2013
Bursa, 12 Aralık 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder