8 Ekim 2019 Salı

ÖLÜMLÜ VAKİTLER

“Önemli Günler ve Haftalar”ın kutlanması nasıl okulların rutin, donuk ve ölü etkinlikleri ise, toplumun geneline empoze edilmiş birtakım özel zaman dilimleri de aynı kategoriden sayılmalıdır: X günü, Q gecesi, Y haftası, Z yılı…
Kuşku yok, bu türden tamlamalarla anılan zaman dilimlerinin artı değerler taşıdığı, bir miktar faydalar oluşturduğu bahis konusu edilecektir. Sözgelimi, böylesi özel zamanlarında birtakım ekonomik hareketliliklerin olduğu gözlenecek, hatta amorti kabilinden pozitif gelişmelere tanıklık edilecektir. Fakat bu özel zamanlar vesilesiyle sahih ilerleme ve kalıcı dönüşümler mümkün değil gerçekleşmeyecektir…
1980 darbesinden bu yana gerek eğitim camiası, gerekse toplum için mühim addedile gelen Öğretmenler Günü de benim nazarımda aynı negatifliği taşımaktadır. Üstelik bu özel zaman diliminin daha ilk başta “üretilme ortamı” ve “gerekçe biçimi” antipatik mahiyetler taşır. Bu iki temel kara kusura, yukarıdan beri söylediğimiz niteliksizlikleri de eklersek, yazımızın “gündem dışı” görünüşü anlaşılır olacaktır. Ayrıca, öğretmenlik kurumunun tek güne hapsedilmekten ziyade, bütün zamanları kaplayan bir niteliğe şamil olduğu da hepinizin malumudur.
Bu girişten sonra, bir kitaptan bahsetmenin sırası gelmiştir: Mustafa Özçelik’in “Eğitime Adanmış Hayatlar”ından… Bu antolojik bir çalışmadır. Kendisi de emekli bir öğretim üyesi olan şair Mustafa Özçelik, son yıllarda hazırladığı öğretmenleri konu alan derleme kitaplarla adeta öğretmen camiasının Türk edebiyatı içindeki algılanışına ışık tutmaktadır. Özçelik, daha önceki yıllarda öğretmen şiirlerini Dünyanın Bütün Çiçekleri, öğretmen hikayelerini ise Ben Öğretmenim Çocuklar adlı antolojilerde bir araya getirmişti.
Eğitime Adanmış Hayatlar’ın alt başlığı “Unutulmayan Öğretmenler”… Kimler, hangi öğretmenlerini unutmamış, edebiyatımızın meşhur şair ve yazarlarının öğretmenleriyle ilgili duygu ve düşünceleri bu kitapta bir araya getirilmiş. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ali Nihat Tarlan, Süheyl Ünver, Sabri Ülgener, Amil Çelebioğlu, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Orhan Şaik Gökyay, Orhan Okay, Samiha Ayverdi… Unutulmayan öğretmenlerden sadece bir bölümü. Unutmayanlardan da bir bölük sıralayalım: Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşimi, Mehmet Çavuşoğlu, Cemal Kurnaz, Abdullah Uçman,  Berke Vardar, Talat Sait Halman, Hikmet İlaydın, Birol Emil, Ersin Nazif Gürdoğan… Her iki listeye daha genç şair ve yazar öğretmen ve öğrencileri dahil etmediğimi özellikle belirteyim. Onları merak eden ve bu kitabı (hatta Özçelik’in hazırladığı diğer kitapları) okumak isteyenler, Eskişehir Odunpazarı Belediyesi’nin Kültür Dairesi’yle iletişime geçer…
Eğitime Adanmış Hayatlar’da bendenize de ait bir yazı var. “Yıllar ve Yollar Boyu” başlıklı yazım iki bölümden oluşuyor. Sözkonusu yazımın “Taşlı Yolun Taksisi” ara başlıklı ikinci bölümünü buraya alıyorum:
1970’lerin bütün mevsimleri siyah beyaz idi. Eylüller ise solgun, yani daha bir siyah beyaz.
İlkokulun birinci sınıfını babamın bir prensibi sebebiyle çift dikişle geçiyorum. Okuyacağım ya, sağlam olması gerekiyormuş dikiş. Birinci sınıftaki ilmekler sıkı olurmuş… Hem babam hem de öğretmenim, benim de rızamı alarak yapıyorlar bu işi…
Halil İbrahim Aksoy, Nasuh Perperek ve Sedat Tunç benim ilkokuldaki öğretmenlerim… Halil İbrahim Bey kendi köylümüz. Nasuh Bey’in memleketi Eskişehir diye aklımda kalmış, sebebi bizden sonra Eskişehir’e tayininin çıkmış olması. Sedat Bey ise Çanakkale Bayramiç’tendi ve bizim köyde en uzun süreli görev yapan oydu.
Nasuh Perperek ise bize öyle uzun süreli bir öğretmenlik yapmadı. Sadece bir yıl.
Ama bu kısa sayılacak zaman içinde, bende önemli izler, etkiler ve pek tabii, hatıralar bıraktı.
Sözgelimi, o bir yıllık süre içinde beni çok ağlattı Nasuh Bey. İlginç bir husus, herhangi bir konuda birkaç cümleyle dokunuverirdi. Ve ben ağlardım. Alıngan, üstelik gözü sulu biriydim.
Bir başka husus, Nasuh Bey’in pazardan gelen ekmeklerini ve gazetesini kendisine benim ulaştırmışlığımdır. Şehirle iletişim halinde olan tek kişi babamdı. Demiryolu işçisi babam, hemen her gün, istisnasız, Balıkesir’den gelen posta treninden teslim aldığı “akça ekmek”leri ve gazeteleri Nasuh ve Sedat Beyler için köye getirirdi. Ben de onları evlerine götürür, teslim ederdim. Bu getir götür işine bayılırdım. Şunun için: O yıllarda iyi ders çalışalım diye zaruretler hariç sokağa çıkmamıza mani olunurdu. Köy yerinde tutmayacak olsa da tatlı bir yasak… İşte ben bu ekmek teslimi geliş gidişleri sırasında sokağa çıkmış olur, fırsattan istifade, sokağın tadını çıkarırdım…
Nasuh Bey’in bende ve tahmin ediyorum o yıl okuttuğu bütün arkadaşlarımda bıraktığı en önemli iz Taşlı Yolu temizleme çalışmaları sırasındaki güdülemeleridir…
Taşlı Yol, Araba Yolu’na göre biraz daha kestirme bir yoldur. Bu yol, adını üzerindeki taşlardan alır. Aslında bir sel suları yatağı konumundaydı. İki dağın kesişim noktasında, derince bir vadide. Ancak yayaların kullanabileceği bir yol olarak da kullanılırdı. Hâlâ kullanılır…
Araba Yolu’nu ise arabalar kullanırdı. Arabalar yani iki öküzün çektiği kağnılar. Sonra sonra traktörler geçmeye başladı üzerinden. Bir de haftada, ayda bir köye uğrayan resmî, askerî arabalar…
İşte öğretmenimiz Nasuh Perperek bir yıl kaldığı köyümüzden ayrılırken bir yol efsanesi bıraktı bizlere.
Nasuh Bey, bu efsaneyi birkaç uygulama ile oluşturdu zihnimizde.
Taşlı Yol Efsenesi: Öğretmenimiz bizi arada bir gezi ve gözleme çıkarıyor, bu arada bir fırsatını bulup Taşlı Yol’un taşlarını temizletiyordu. Temizletme dediysem, o yığın yığın taşları kucaklayıp yahut sırtlayıp uzaklara götürdüğümüz sanılmasın. Taşları yolun kıyısına, ‘ak’ yahut ‘kara’ sıfatlarını başına eklediğimiz ‘peynar’ makiliklerinin aralarına atardık.
Diyeceksiniz ki bunun neresi efsane. Şurası: Nasuh Bey bizi güdülemek için esrarengiz bir cümle kurardı. Sadece bir cümle: “Gelecek yıl köye taksiyle geleceğim ve onu bu yolda süreceğim!”
Taksi, evet, 70’lerde büyük bir olay. Seneye bu yoldan köye çıkacak taksinin düşlerini kurar ve büyük bir zevkle işe sarılırdık.
Taksi, hayır, bu benim için bildiğimiz bir motorlu araç değildi. Bundan daha ötede, ulaşmamız için önerilmiş bir manevî hedef, ölümsüzlüğe ulaştıracak bir iksirdi.
Bunu böyle bildim ve bırakın taksiyi, ertesi yıl köyümüze kendisi dahi gelmeyen öğretmenim Nasuh Perperek’i yıllar boyu kendimde var ettim… (s. 180)

Hiç yorum yok: