“Önemli Günler ve Haftalar”ın
kutlanması nasıl okulların rutin, donuk ve ölü etkinlikleri ise, toplumun
geneline empoze edilmiş birtakım özel zaman dilimleri de aynı kategoriden
sayılmalıdır: X günü, Q gecesi, Y haftası, Z yılı…
Kuşku yok, bu türden tamlamalarla
anılan zaman dilimlerinin artı değerler taşıdığı, bir miktar faydalar
oluşturduğu bahis konusu edilecektir. Sözgelimi, böylesi özel zamanlarında
birtakım ekonomik hareketliliklerin olduğu gözlenecek, hatta amorti kabilinden
pozitif gelişmelere tanıklık edilecektir. Fakat bu özel zamanlar vesilesiyle
sahih ilerleme ve kalıcı dönüşümler mümkün değil gerçekleşmeyecektir…
1980 darbesinden bu yana gerek
eğitim camiası, gerekse toplum için mühim addedile gelen Öğretmenler Günü de
benim nazarımda aynı negatifliği taşımaktadır. Üstelik bu özel zaman diliminin
daha ilk başta “üretilme ortamı” ve “gerekçe biçimi” antipatik mahiyetler
taşır. Bu iki temel kara kusura, yukarıdan beri söylediğimiz niteliksizlikleri
de eklersek, yazımızın “gündem dışı” görünüşü anlaşılır olacaktır. Ayrıca,
öğretmenlik kurumunun tek güne hapsedilmekten ziyade, bütün zamanları kaplayan
bir niteliğe şamil olduğu da hepinizin malumudur.
Bu girişten sonra, bir kitaptan
bahsetmenin sırası gelmiştir: Mustafa Özçelik’in “Eğitime Adanmış Hayatlar”ından…
Bu antolojik bir çalışmadır. Kendisi de emekli bir öğretim üyesi olan şair
Mustafa Özçelik, son yıllarda hazırladığı öğretmenleri konu alan derleme
kitaplarla adeta öğretmen camiasının Türk edebiyatı içindeki algılanışına ışık
tutmaktadır. Özçelik, daha önceki yıllarda öğretmen şiirlerini Dünyanın Bütün
Çiçekleri, öğretmen hikayelerini ise Ben Öğretmenim Çocuklar adlı antolojilerde
bir araya getirmişti.
Eğitime Adanmış Hayatlar’ın alt
başlığı “Unutulmayan Öğretmenler”… Kimler, hangi öğretmenlerini unutmamış,
edebiyatımızın meşhur şair ve yazarlarının öğretmenleriyle ilgili duygu ve
düşünceleri bu kitapta bir araya getirilmiş. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Ahmet
Hikmet Müftüoğlu, Ali Nihat Tarlan, Süheyl Ünver, Sabri Ülgener, Amil
Çelebioğlu, Mehmet Kaplan, Cemil Meriç, Orhan Şaik Gökyay, Orhan Okay, Samiha
Ayverdi… Unutulmayan öğretmenlerden sadece bir bölümü. Unutmayanlardan da bir
bölük sıralayalım: Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşimi,
Mehmet Çavuşoğlu, Cemal Kurnaz, Abdullah Uçman,
Berke Vardar, Talat Sait Halman, Hikmet İlaydın, Birol Emil, Ersin Nazif
Gürdoğan… Her iki listeye daha genç şair ve yazar öğretmen ve öğrencileri dahil
etmediğimi özellikle belirteyim. Onları merak eden ve bu kitabı (hatta
Özçelik’in hazırladığı diğer kitapları) okumak isteyenler, Eskişehir Odunpazarı
Belediyesi’nin Kültür Dairesi’yle iletişime geçer…
Eğitime Adanmış Hayatlar’da
bendenize de ait bir yazı var. “Yıllar ve Yollar Boyu” başlıklı yazım iki
bölümden oluşuyor. Sözkonusu yazımın “Taşlı Yolun Taksisi” ara başlıklı ikinci
bölümünü buraya alıyorum:
1970’lerin bütün mevsimleri siyah
beyaz idi. Eylüller ise solgun, yani daha bir siyah beyaz.
İlkokulun birinci sınıfını babamın
bir prensibi sebebiyle çift dikişle geçiyorum. Okuyacağım ya, sağlam olması
gerekiyormuş dikiş. Birinci sınıftaki ilmekler sıkı olurmuş… Hem babam hem de
öğretmenim, benim de rızamı alarak yapıyorlar bu işi…
Halil İbrahim Aksoy, Nasuh Perperek
ve Sedat Tunç benim ilkokuldaki öğretmenlerim… Halil İbrahim Bey kendi
köylümüz. Nasuh Bey’in memleketi Eskişehir diye aklımda kalmış, sebebi bizden
sonra Eskişehir’e tayininin çıkmış olması. Sedat Bey ise Çanakkale
Bayramiç’tendi ve bizim köyde en uzun süreli görev yapan oydu.
Nasuh Perperek ise bize öyle uzun
süreli bir öğretmenlik yapmadı. Sadece bir yıl.
Ama bu kısa sayılacak zaman içinde,
bende önemli izler, etkiler ve pek tabii, hatıralar bıraktı.
Sözgelimi, o bir yıllık süre içinde
beni çok ağlattı Nasuh Bey. İlginç bir husus, herhangi bir konuda birkaç
cümleyle dokunuverirdi. Ve ben ağlardım. Alıngan, üstelik gözü sulu biriydim.
Bir başka husus, Nasuh Bey’in
pazardan gelen ekmeklerini ve gazetesini kendisine benim ulaştırmışlığımdır.
Şehirle iletişim halinde olan tek kişi babamdı. Demiryolu işçisi babam, hemen
her gün, istisnasız, Balıkesir’den gelen posta treninden teslim aldığı “akça
ekmek”leri ve gazeteleri Nasuh ve Sedat Beyler için köye getirirdi. Ben de
onları evlerine götürür, teslim ederdim. Bu getir götür işine bayılırdım. Şunun
için: O yıllarda iyi ders çalışalım diye zaruretler hariç sokağa çıkmamıza mani
olunurdu. Köy yerinde tutmayacak olsa da tatlı bir yasak… İşte ben bu ekmek
teslimi geliş gidişleri sırasında sokağa çıkmış olur, fırsattan istifade,
sokağın tadını çıkarırdım…
Nasuh Bey’in bende ve tahmin
ediyorum o yıl okuttuğu bütün arkadaşlarımda bıraktığı en önemli iz Taşlı Yolu
temizleme çalışmaları sırasındaki güdülemeleridir…
Taşlı Yol, Araba Yolu’na göre biraz
daha kestirme bir yoldur. Bu yol, adını üzerindeki taşlardan alır. Aslında bir
sel suları yatağı konumundaydı. İki dağın kesişim noktasında, derince bir
vadide. Ancak yayaların kullanabileceği bir yol olarak da kullanılırdı. Hâlâ
kullanılır…
Araba Yolu’nu ise arabalar
kullanırdı. Arabalar yani iki öküzün çektiği kağnılar. Sonra sonra traktörler
geçmeye başladı üzerinden. Bir de haftada, ayda bir köye uğrayan resmî, askerî
arabalar…
İşte öğretmenimiz Nasuh Perperek
bir yıl kaldığı köyümüzden ayrılırken bir yol efsanesi bıraktı bizlere.
Nasuh Bey, bu efsaneyi birkaç
uygulama ile oluşturdu zihnimizde.
Taşlı Yol Efsenesi: Öğretmenimiz
bizi arada bir gezi ve gözleme çıkarıyor, bu arada bir fırsatını bulup Taşlı
Yol’un taşlarını temizletiyordu. Temizletme dediysem, o yığın yığın taşları
kucaklayıp yahut sırtlayıp uzaklara götürdüğümüz sanılmasın. Taşları yolun kıyısına,
‘ak’ yahut ‘kara’ sıfatlarını başına eklediğimiz ‘peynar’ makiliklerinin
aralarına atardık.
Diyeceksiniz ki bunun neresi
efsane. Şurası: Nasuh Bey bizi güdülemek için esrarengiz bir cümle kurardı.
Sadece bir cümle: “Gelecek yıl köye taksiyle geleceğim ve onu bu yolda
süreceğim!”
Taksi, evet, 70’lerde büyük bir
olay. Seneye bu yoldan köye çıkacak taksinin düşlerini kurar ve büyük bir
zevkle işe sarılırdık.
Taksi, hayır, bu benim için
bildiğimiz bir motorlu araç değildi. Bundan daha ötede, ulaşmamız için
önerilmiş bir manevî hedef, ölümsüzlüğe ulaştıracak bir iksirdi.
Bunu böyle bildim ve bırakın
taksiyi, ertesi yıl köyümüze kendisi dahi gelmeyen öğretmenim Nasuh Perperek’i
yıllar boyu kendimde var ettim… (s. 180)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder