Okuyanlar bilir, Cahit Sıtkı’nın
Ziya Osman Saba’ya yazıp gönderdiği satırlar, Türk mektup edebiyatının nadide
örnekleri arasındadır. Ziya’ya Mektuplar (Varlık Yay., 2. Bas., İst. 2001)
adıyla ilk kez 1957’de yayımlanan bu mektuplar, sadece iki şairin şiir
serüvenine dair ipuçları sunmaz, bununla birlikte, kişilikleri, hayata
bakışları, şiir anlayışları… perde perde
gözler önüne serilir. Şiirlerinin gelişim çizgilerini, özendikleri şairleri,
okudukları kitapları, takip ettikleri dergileri olduğu kadar, aşkları, acıları,
hasretleri, nefretleri… bu mektuplarda seyir halindedir. Kuşkusuz daha çok
Tarancı’nın filmidir bu. Çünkü kalem onun elindedir. Fakat her halükarda, hem
kendisi, hem Ziya Osman Saba gözümüzün önündedir. Hayır hayır, Ziya’ya
Mektuplar’a Cumhuriyet dönemi şairlerinin konumları, durumları ve tutumları da
ister istemez yansımıştır.
Ziya’ya Mektuplar’da öğrendiğimiz
en önemli hususların birisi de, kendisi ve kuşağı şairler üzerine olan Fransız
şiiri etkisidir. Sözkonusu etki, mektupların bünyesine üç şekilde sinmiştir:
Fransız şairlerinin poetikalarından yapılan aktarmalar ve onların şiirlerinden
iktibaslar ilk ikisi olarak kaydedilse gerektir.
Üçüncüsünü ayrıntılı vereceğiz:
Tarancı, hemen her mektuba taze bir manzume eklemeyi ihmal etmez. Hatta,
mürekkebi kurumamış bu şiirlerin yazılış serüvenlerini de samimi bir üslup ile
dile getirir. Samimiyetin kimi satırlarda masumane bir itiraf haline
dönüştüğüne de şahit olursunuz: Şairimiz, hangi Fransız şairinden
faydalandığını söyler mesela… İşte bunlardan birisi: Tarancı, “Nedim’e Dair”
adlı şiirini “Burhaniye: 6.7.1942” tarihli mektubuyla gönderir arkadaşına.
Mektupta şiirin vezni, kafiyesi, üslubu hakkında kısa bir bilgi de sunar:
“‘Nedim’e Dair’ şirinin vezinli ve kafiyeli olması, Nedim’e dair olduğu
içindir. Her parçanın terse halinde gelmesi, Nedim’in Üçüncü Ahmet devrinde
yaşadığını karie tedai ettirmek içindir. Def-i gam, mest-i naz gibi tabirler,
Nedim’den bahsedildiği için lazımdı. Nedim gibi konuşmak icap etmez mi?”
Tarancı’nın cümlelerinde, sözkonusu şiirin yazılış serüveni hakkında bilgi
yoktur. Şair, bu serüveni “Burhaniye: 19.7.1942” tarihli bir sonraki mektupta
açıklar: “… bir şiirin göze görünmeyen güzelliklerinden biri de başka şiirlere
gebe kalabilmek kabiliyetinde olmasıdır. Bu husustaki son şahsi tecrübem
‘Nedim’e Dair’ şiirimdir. Apollinaire’in évocation [Hatırlatma, çağrışım]
hazinesi bir beyti var: Je passai au bord de la Seine,/ Un livre ancien sous le
bras.” [Seine nehri kıyısından geçiyorum/koltuğumda eski bir kitap.] Şair, bu iki
dizenin kendisini farklı bir maceraya sürüklediğini şöyle belirtir: “… işte bu
beyit beni dolaştıra dolaştıra Sadabada getirdi. ‘Koltuğumda Nedim divanı.’
Elbette ki bu ne intihal, ne tesir, ne de taklittir. Sadece, şairden şaire,
şiir yoluyla geçen bir patrimoine –mamelk- [miras, kalıt, ortak mal]
sayılabilir.”
Cahit Sıtkı’nın bu sunumu, bizce
bir tür itiraftır. Öyle ya, şairimiz, Apollinaire’in bu iki dizesini kendisine
ait “Nedim’e Dair”de şöyle söylemiştir: “Geçtim bir akşam
Sâdâbat’tan,/Koltuğumda Nedim divanı.” Görüldüğü üzere “Seine” yerine
“Sâdâbâd”, “eski bir kitap” yerine “Nedim divanı”, “geçiyorum” yerine “geçtim”!
Şu halde, Tarancı’nın “ne intihal, ne tesir, ne de taklit” diyerek reddettiği
durum, tersten okunacak olursa, bir itiraftan öte anlam taşımıyor. Tesir değil
belki, fakat hem intihal hem taklit. Çünkü, güçlü bir şiirin başka şiire “gebe
kalabilmek kabiliyetinde” bulunması, Tarancı’nın verdiği bu örnek tarzında
olmaz. Şiirin “gebelik kabiliyeti” esas itibariyle derinlerdedir ve yeni metinde
ya hiç farkedilmez veya belli belirsiz bir şekilde hissedilir. Kuşkusuz,
etkinin veya faydalanmanın görünür biçimleri de vardır: Başka metinlerden
alınanları alenen (tırnak içinde) sunma yahut nazire yapma, bu kategoriye dahil
edilebilir yöntemler arasındadır.
Sözü bu aşamaya getirince, sizi
başka bir kaynağa yönlendirmek istiyorum. Fransız şiirinin Cumhuriyet şairleri
üzerindeki etkisini daha ayrıntılı görebileceğiniz bir kitap: Erdoğan Alkan’ın
Şiir Sanatı (Yön Yay. İst., 1995) adlı çalışması. Kitabının 401 ilâ 512.
sayfaları arasını “Fransız Şiirinin Türk Şiirindeki Etkileri”ne ayıran yazar,
Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas,
Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet, İlhan Berk, Ece Ayhan, Cemal Süreya,
Attila İlhan gibi şairleri masaya yatırır. Erdoğan Alkan’ın Fransız şiiri
karşısında masaya yatırdığı şairler arasında Cahit Sıtkı Tarancı da vardır.
Alkan’ın sunduğu ayrıntılı örneklere göre Tarancı, Verlaine, Baudelaire,
Rimbaud, Apollinaire, Nerval, Laforgue, Mallarmé, Valery gibi Fransız
şairlerinden haylice nemalanmıştır.
Bu yazıyı okuyanlar, bizim Cahit
Sıtkı’nın şairliğine kastetmek gibi bir niyetimiz olduğu zannına kapılmasın.
Sonuçta, devrinin ortak ruhuna uyup o da Batı’ya odaklanmış, oradan olabildiğinde
“faydalanmış”tır. Üstelik, kendisine has bir ses ve eda oluşturduğunu da
unutmamak gerekir. Öyleyse, onun Türk şiirindeki yerini ve konumunu tartışma
konusu yapmanın anlamı yoktur.
Fakat, Cahit Sıtkı’nın yukarıya
çıkardığımız “intihal, tesir ve taklit” konulu cümlesine katılmamız ve
takındığı tutumu takdir etmemiz kesinlikle mümkün değildir. Hele ki, onun
yaklaşımını “metinler arasılık”, “bağlam” “metafor”, “metonom” gibi “yuvarlak”
kavramların arkasına sığınarak “hoşgörmek” bütünüyle ayıptır. Bana şu soruyu
sorabilirsiniz: Cahit Sıtkı’nın sözkonusu tutumunu benzeri bir ağızla ele alan
yorum sahipleri var, bunlar için ne diyeceksiniz? Şunları diyeceğim: Acaba aynı
yolu mu tercih ediyorlar? Manzumelerini teşrih edelim mi? Yanılmadığımız
görülecektir!
(İlk kez 2 Kasım 2006'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder