31 Aralık 2018 Pazartesi

CEMAL SÜREYA ŞİİRİNDE GELENEĞİN GÖRÜNÜŞÜ

Daha önce gelenek karşısındaki tavır, görüş ve düşüncelerini ortaya serdiğimiz ve bu konuda oldukça çelişkili bir manzara sergilediğini gördüğümüz Cemal Süreya’nın şiirlerini geleneksel şiir unsurları açısından incelemek kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu noktada biz, onun manzum eserlerinin tamamını klâsik şiir ve halk şiiri şekil özellikleri ile geleneksel bilgi ve kültür unsurları açısından tahlil ettik.

Cemal Süreya Şiirinde Klâsik Şiirin Şekil Özellikleri

Araştırmamızda Sevda Sözleri (Toplu Şiirler)[i] isimli kitabını kullandığımız Cemal Süreya’nın bazı  şiirlerinde Divan şiirinin şekil özelliklerini hisseder gibi oluruz. Bunlar, bazan isim olarak kendilerini farkettirirken, bazan da küçük izler halinde belirirler.
Sözgelimi, Cemal Süreya’nın “16 Dize” (s. 271) başlığıyla yayınladığı dizeler Divan şiirinin ‘azade’ mısralarını hatırlatır. Fakat bunların nitelikçe ‘azade’ mısra seviyesine çıkması mümkün değildir:
İnsan süsüdür günah.”
Gözlerinde İbni Sina bozukluğu.” (s. 271)
Şairin “Kahvaltı” (s. 133), “Teknotratlar” (s. 134), “Tek Yasak” (s. 135), “Yakın” (s. 154), “Mut(suz)” (s. 155), “Var” (s. 160), “Ölüm” (s. 183), “11 Beyit” (s. 267)  başlıklı metinleri de, en azından ilk bakışta, “beyit” nazım birimini ve şeklini ihsas ettirirler:
Bütün mimarlar yüksek, mühendisler de
Bir sen kaldın alçak mimar ey Sinan usta!” (s. 134)

Kim istemez mutlu olmayı
Ama mutsuzluğa da var mısın?” (s. 155)

Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.” (s. 183)

Bunların yanı sıra, şairin “Gazel”, (s. 42), “Seviş Yolcu” (s. 136), “Üzerinden Sevişmek” (s. 151), “Özür” (s. 155), “Var” (s. 158), “Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir-V” (s. 169), “Karacaoğlan” (s. 207), “Turgut Uyar” (s. 209), “Sevincelik”, (s. 211), “Anısı” (s. 229), “Roman Okudum Seni Düşündüm” (s. 310), “Gitsin Efendim” (s. 314) “[Biliyorum Sana Giden...]” (s. 319-320) başlıklı şiirleri de beyitler halinde yazılmış. Beyit birimiyle yazılmış olmakla birlikte, bu şiirlerde Divan şiirinin başka bir şekil özelliğini görmemiz mümkün değildir.
Bunların arasında bizce en dikkat çekici olanı,  adını da bir Divan şiiri nazım şeklinden alan “Gazel”dir. Şair, kitabının ilk baskısına almadığı bu şiiriyle Divan şiirinin sadece şekline ait bir unsurunu ölçü almakla kalmamış, sanat bakımından da  orijinal bir eser oluşturmuştur:

Ben nice gözler nice denizle nice gazelle
Rimle gördüm rimle bildim rimle yaşadım seni

Sen ne iydin güzeldiysen de çirkindiysen de
Kocan ne iydi sonra Niyde ilinden gökyüzleri

Sonra ilk çağlar savaşlarında para ve Babil
Dilber derebeyleri haraca bağlayan aşkımızı ekmeğimizi

Sonra bulunmaz hint kumaşı lafbilirliğindi
Beni yüzyıllık kümesine dadandıran tilki

Tüy aldım ki evrende kalkıp gitmeleri özetliyorsun
Seni bilmek ne uzun kelime ne acaip ilgi

Ama ben nice göz nice deniz nice gazel
Lerimle gördüm lerimle bildim lerimle becerdim o işi” (s. 42)

Cemal  Süreya’nın ilk kez 1988’de tek başına yayımladığı ve Sevda Sözleri’nin bir bölümünü oluşturan “Güz Bitiği” (s. 231-280)’nin dizilişi de önem arzetmektedir. Bu kitapta 1 düzyazı, 20 şiir, bir şarkı, 12 beyit ve 16 dize bulunmaktadır.  20 Şiir” (s. 239-260) başlığı altında sunulan şiirler birbirleriyle de ilgili gözükmektedir. Bu şiirlerin tamamı şekil olarak üç kıt’adan oluşur. Bu kıtaların  ilk ikisi dörtlük, üçüncüsü ise ikilik şeklindedir. Bu arada, bu şiirler arasındaki asıl önemli bağlantı, hepsinin son dizesi ortaktır: “Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.” dizesi bu yirmi şiirin de son dizesidir. Bu açıdan bakıldığında, bu yirmi şiire modern terci-i /terkib-i bend gözüyle bakılabilir.
Güz Bitiği”nin ikinci bölümü “Şarkı” (s. 263) adını taşır. Bu “Şarkı” şiirinin klasik şarkı formlarıyla bir benzerliği bulunmamaktadır.
11 Beyit  ve “16 Dize” bölümleri birlikte düşünüldüğünde, “Güz Bitiği”nin tertibinde ‘Divan tertibi’ göz önüne alınmıştır gibi bir izlenime ulaşıla bilinir.

Cemal Süreya ve Halk Şiiri Şekilleri

İkinci Yeni şairlerinden Cemal Süreya’nın şiirleri arasında, dörtlük nazım biriminin esas alındığı şiirlerin yanı sıra, adını türkü, güzelleme gibi Halk şiiri nazım şekil ve türlerinden alanlar da vardır.
Şairin Sevda Sözleri’nde yer alan “San” (s. 11), “Önceleyin” (s. 13), “Dalga” (s. 18), “Şiir” (s.23), “Şu da Var” (s. 29), “Bir Park Konuşkanı Üstüne” (s. 47), “Terazi Türküsü” (s. 52), “Tabanca” (s. 53), “Rokoko” (s. 54), “Kaçak” (s. 55), “Türkü” (s. 128), “Dikkat, Okul Var” (s. 139), “Dört Mevsim” (s. 147), “Uçurumda Açan” (s. 149), “Karne” (s. 159), “İlhan’ın Anısına Türküler” (s. 179), “Kehanet 1985” (s.227), “Mezartaşı Çiçekleri” (s.287-288) başlıklı şiirleri dörtlük birimiyle yazılan eserlerdir. Bu şiirlerden “Kehanet 1985” tek dörtlükten oluşurken, “Mezartaşı Çiçekleri” birbirinden rakamla ayrılmış  altı ayrı dörtlüğün toplamıdır.
Dörtlük esasıyla yazılan bu şiirlerde hece ölçüsü olmadığı gibi, kalıplaşmış bir kafiye şeması da taşımazlar. Fakat bunlar arasında dizeleri birbirine yakın sayıda heceyle oluşturulanlar bulunduğu gibi, belli bir şemaya sahipmiş izlenimi veren, birbiriyle  kafiyeler oluşturan dörtlük ve şiirler de vardır. Bunları metinler üstünde örnekleyelim:
Dört Mevsim” den:
Bahar mezarına gömsünler sizi               a          11’li
Yapraklar gibi buluştunuzdu                     b          10’lu
Kokular gibi seviştinizdi                            a          10’lu
Bahar mezarına gömsünler sizi(s.147)     a          11’li

Kehanet 1985” dörtlüğünden:
Lokman şair senin hayatın                      a          9’lu                 
Yedi kırlangıcın hayatı kadar                   b          11’li
Altısını ardı ardına yaşadın                      a          12’li
Bir kırlangıcın daha var.”(s. 227)            b          8 ‘li

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, bu şiirlerin ölçü ve kafiye şemasında taşıdıkları kuralsızlık kafiye türleri bakımından da geçerlidir. Dikkat edilecek olursa, şair yarım, tam ve zengin kafiyeler kullanmış, fakat Halk şiirinin genel yaklaşımı olan yarım kafiyeye köklü bir eğilim göstermemiştir.
Cemal Süreya’nın yukarıda, dörtlük esasına bağlı oldukları için andığımız “Terazi Türküsü” (s.  52), “Türkü” (s. 128), “İlhan’ın Anısına Türküler” (s. 179)’den başka, Halk şiiri nazım şekil ve türlerini şiirlerine isim olarak “Güzelleme” (s.16), “Türkü” (s.24), “Türkü” (s. 212) şiirlerinde de kullanır.
Bilindiği gibi, türkü, ezgilerle söylenen ve genellikle anonim olan Halk şiirlerine verilen isimdir. Yapı bakımından Halk şiirinin bu şiirleri genellikle bent ve kavuştak (bağlama) olmak üzere iki bölümden oluşurlar. Ayrıca bu bölümler kendi aralarında kafiye bakımından birbirlerine bağlanırlar. Fakat türkülerin, kavuştaksız, farklı sayılarda dizeden oluşan kavuştaklı, sadece dörtlüklerle, beyitlerle veya bentlerle kurulan,  farklı yapılarda olanları da vardır. Türküler hece ölçüsünün çeşitli kalıplarıyla söylenirler. Konu yönüyle aşktan savaşa, günlük olaylardan maceralara kadar oldukça zengin bir alanı ihtiva ederler.
Türkülerin bu geniş, nispeten serbest kaideli yapısı Cemal Süreya’nın dikkatini çekmiş olacak ki, pek çok şiirine en azından isim olarak almıştır. Onun türkü adını kullandığı şiirlerini, yukarıdaki veriler etrafından değerlendirirsek, durum açıklanmış olacaktır:
Şairin “Türkü”(s.24) adıyla andığı ilk şiiri 6’şarlı üç bentten oluşur. Bu şiiri türkü nazım şekliyle bağlayan şeklî herhangi bir bağ yok denebilir. Sadece, sırasıyla, her bendin dördüncü dizesinde kullanılan “Kahin-klin kahin-klin”,  Gülüm-mera gülüm-mera”, “Çal-para çal-para  tekrarları türkülerin kavuştaklarını akla getirir.
Terazi Türküsü” (s.52), dörtlüklerden oluşması, zengin kafiyeleri, dörtlük sonlarındaki ikişer dizelik nakaratı ve halk söyleyişine yaklaşan bazı unsurlarıyla türküye yaklaşır:

Dostum Elif. Harput Kasabı. Güzin
Günde beş vakit Harput ve hüzün
Doldur doldur Allahı seversen
Anası satılsın burjuvazinin

Dostum Necla. Sıhhat Berberi. Dizin.
Seni anmak sonu açın yalnızın
Doldur doldur Allahı seversen
Anası satılsın burjuvazinin

Dostum Mahmut.  Gül Çayevi. Yazın
Akılda kalmıyor adresin uzun
Doldur doldur Allahı seversen
Anası satılsın burjuvazinin

Bir diğer türkü, “Türkü” (s. 128) başlığıyla, dörtlüklerle yazılmış olması ve türkülere has lirizmiyle adını hak eder. Bu şiir konu itibariyle ağıta da yaklaşmaktadır:

“Soruyorlar bir de nerdeyim
Minibüs şarkılarında güllerdeyim
Bilirim az buçuk ne istediğimi
Aykırı dalda açmışsa da çiçeğim

Doruklara tırmanıyor patika
Doyumsuz bir sarmaşık gibi,
İte kaka yürüyorum kalabalıkta
Sesim tanınmaz bir çocuk sesi

Yaram derine düşer gün günden
Avutmalık tende çoğa oturdu
Seyircidir ovanın büyücüsü hekimi
Can tahtamda iştahlı bir çoban soluğu

Yakılar kavrulmuş kök bitkileri
Anlatmak uzun sürer şimdi
Sırlarımı alıp gitti bir çocuk
Dönmesin geri dönmesin geri

Sırıkla araladım sulardaki pisliği
Soruyorlar bir de nerdeyim
Belki de ölümcül bir sevinçteyim
Sesim tanınmaz bir çocuk sesi”

 İlhan’ın Anısına Türküler” (s. 179) başlığı ilk okuyuşta bizleri birkaç şiir beklentisi içinde bırakır. Adından kaynaklanan bu durum, hemen başlıktan sonra konulan ‘I’ rakamıyla da desteklenir. Fakat ortalıkta bu numarayla numaralandırılmış ve 6 dörtlükten oluşturulmuş bu metinden başka bir “türkü” bulunmaz.
Bu açıklamadan sonra, “İlhan’ın Anısına Türküler”in türkü tarzıyla olan ilişkisine değinelim. Bu ilişki, şiirin dörtlük olarak oluşturulmasından ziyade, bir ağıt niteliği taşımasındandır. Zira, şair bu şiirde, artık hayatta olmayan bir arkadaşına seslenmektedir. Bir bölümünü aktarıyoruz:

Senli benli buğday çocuk
Nerden başlasam bilemiyorum
Taşıtlar seçenek değil artık
Ayrıca cesaretim de yok

Bir bardak su içsem şimdi
Yaralarımdan dökülür
Gün ki yıkımlar günüdür
Boştur ne söylesem şimdi

Birini görüyorum kalabalıkta
O adam işte sana benziyor
Ama sana nasıl da benziyor
Binlerce adam kalabalıkta
...
Cemal Süreya’nın son “Türkü”sü (s. 212), birinci, üçüncü ve beşinci birimleri dörtlük, kavuştak gibi algılanabilecek ikinci ve dördüncü birimleri ikilik olan bu şiir diziliş bakımından kavuştaklı türkülere en çok benzeyen şiiridir.
Şairin “Güzelleme” (s.16) adıyla sunduğu şiir de, adını doğrudan doğruya Halk şiirinden alan bir metindir.
Güzelleme, Aşık Edebiyatı nazım şekillerinden olan ve (duraksız), (6+5), (4+4+3) 11’li hece ölçüsüyle, yaygın olarak dörtlükler halinde, belli kafiye şemaları (baba, ccca- ddda, ...);  bazan ilk dörtlük (xaxa veya bbba) ile yazılan koşmaların veya ölçü hariç (duraksız veya 4+4=8’li) benzer nitelikteki semailerin aşk, tabiat, at vb. gibi sevilen bir varlığı övmek amacıyla yazılanlarına verilen tür ismidir. Kısaca, aşk, tabiat ve sevilen varlıklar hakkında yazılan lirizm ve övgü dolu  koşma ve semailere güzelleme denir.
Cemal Süreya’nın “Güzelleme”sini bu bilgiler ışığında incelediğimizde karşımıza, 8’li ve 7’li üç bentlik şiirde, şekil özelliklerinden ötede,  sadece aşk ve bu aşktan ötürü, sevgiliye, onun çeşitli uzuvlarına yapılan övgüler öne çıkar:

Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
(...)
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur
...
Cemal Süreya’nın şiirlerinde, onu  Halk şiiri ve edebiyatına yaklaştıran başka hususlar da bulunmaktadır. Geleneksel söyleyiş özellikleri, alıntılar, anıştırmalar,mahalli söyleyişler vb. Bunları geleneğe ait bilgi, kültür ve kavramları ele alacağımız aşağıdaki bölümde inceleyeceğiz.

C
emal Süreya Şiirinde Geleneksel Bilgi Unsurları

Cemal Süreya’nın toplu şiirlerini ihtiva eden Sevda Sözleri’nde, geleneğin muhtevayla ilgili yönünü araştırırken dikkatimizi çeken husus, şairin Halk edebiyatıyla olan yakınlığı olmuştur. 
Bununla ilgili olarak da, halk dili söyleyiş özellikleri, diğer ifadeyle mahalli dilin kullanımı Cemal Süreya’da oldukça yoğundur. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
“Dalga” (s. 18) şiirinde “İki gözümle gördüm vallahi billahi/Yıldızlar vardı kafayı çekmiştim/ Bu kimin meyhanesi ha ha ha.”; “Kanto” (s. 19)da, ‘zulumlardı’, ‘ne haber’, ‘hali harap’; “İngiliz” (s.20)de ‘Güzel mi bari’;  “Cıgarayı Attım Denize”  (s.21) şiirinde ‘Cıgara’ ve ‘senlen’; “Üçgen” (s. 22) şiirinde ‘Na şunlar’, “Sadece bir sigara istiyor tüttürsün” ve ‘Allah versin’; “Elma” (s. 25) şiirinde, “Elma da elma ha allahlık”, “Bir yandan sevgilerini sebil ediyorsun sıcak”, “Benim öyle elmalara karnım tok/Ben öyle elmaları çok gördüm ohooo”; “Hamza Süiti” (s. 28)nde “Hamza’nın karısı bir, Hamza iki.”; “Şu Da Var” (s.29)da “Bir de var sen koynumda yatıyorsun/Güzelsin güzelliğin mutlak amenna”; “Hür Hamamlar Denizi” (s. 32) şiirinde ‘Öpsün bakalım’, “Kadın kısmı n’apar Güzin onu yapacak”, “Süleyman yutar mı kaçın kurrası”, ‘Hadi bakalım’, “Az namussuz adam değilmiş hani”; “Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm” (s. 33)de “Kızılırmak parça parça olasın”, “Kocaman gözleriyle oy anam bu kadar dokunaklı”, “Dicle kıyılarına tiren varınca/Büyüt bir gökyüzü git allahım git”; “Yunus ki Sütdişleriyle Türkçenin...” (s. 95) şiirinde “Düşman müşman girmeden araya”; “Kalın Abdal” (s. 122)da, ‘silah çatuben askerler’, “cemi cümle bir sofrada /muhannetlik kalmayana”, “sen nereye uçuyorsun/boynu usul telli turna”; “Di Gel” (s. 280)  şiirinde “Hem ayrıldık hemi de öldük”, “Di gel gayri zalım ürüzger/Di gel...”
Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri’nde geleneksel kültür ve edebiyatın çeşitli isimlerine ait göndermeler de vardır: ‘Şeker Ahmet Paşa’, ‘Kerem’, ‘Aslı’, ‘Arzu’, ‘Kanber’, ‘Emrah’, ‘Şah İsmail’, ‘Fatih Sultan Mehmet’, ‘Muhammed’, ‘Hasan’, ‘Hüseyin’, ‘Firavun’, ‘Yusuf’, ‘Yunus Emre’, ‘Aşık Paşa’, ‘Emir Sultan’, ‘Urum Abdalları’, ‘Kızıl Deli’, ‘Aşık Garip’, ‘Mecnun’, ‘Ayvaz’, ‘Köroğlu’, ‘Pir Sultan’, ‘Kadı Burhanettin’, ‘Belkıs’, ‘Kazak (Abdal)’, ‘Gedayi’, ‘Karacaoğlan’, ‘Dertli  Boran’, ‘Kabasakal’, ‘Dördüncü Murad’, ‘Kayıkçı Kul Mustafa’, ‘Buyburtlu Zihni’, ‘Dadaloğlu’, ‘Gülşehri’, ‘Şems’, ‘Genç Osman’, ‘Sinan’,  ‘Banu’, ‘Süleyman Çelebi’, ‘Şems’,  ‘Ali’, ‘Musa’, ‘İsa’, ‘Ömer’, ‘Dede (Efendi)’, ‘Yavuz Sultan Selim’, ‘Abdülmecid’, ‘Muhyiddin Çelebi’, ‘Molla Fenari’, ‘Karacaoğlan’, ‘İbni Sina’, ‘Piri Reis’ bu isimlerden tespit ettiklerimizdir.
Şairin bu kullanımlarından birkaçını örneklendirelim:
Kişne Kirazını ve Göç, Mevsim” (s.81)den:
Ben bir yük vagonunda açtım gözlerimi,
Firavun’un ekinlerini yöneten Yusuf da
Arkadan yırtılmış gömleğiyle
Kanatları dökülmüş kuşa benzerdi.”

Yunus ki Sütdişleriyle Türkçenin...”(s. 95)şiirinden:
Aşık Garip unutmuştu kendini
Aklını fikrini takıp Mecnun’a

Sıcak Nal”(s.198)den:
Art çocuk, Muhyiddin Çelebi,
Molla Fenari’nin kısık fitili;
Okuduğu her beyitten sonra
Gülsuyuyla yıkardı ağzını;

Şairin “Vakit Var Daha” (s. 100) şiirine ‘Elif Lâm Mim’ diyerek girmesi Arapça sözlerin Divan şiirindeki   kullanımlara benzer nitelikte kullanılmasını çağrıştırır.
Bunlardan ayrı olarak, “Türkü” (s. 24) başlıklı şiirde bulunan “Kahin-klin kahin-klin”, “Gülüm-mera gülüm-mera”, “Çal-para çal-para” tekrarları nakarat gibi algılanmakla birlikte, tekerlemelerdeki anlamsız söz gruplarını da çağrıştırmaktadır.
Karacaoğlan” (s.207) şiirinin “Karacaoğlan der ki göçüm söküldü/kilimim parça parça acılar al al açar” şeklinde bitmesi, Halk ve Divan şiirlerindeki mahlas kullanma geleneğini hatırlatır.
Cemal Süreya, “Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm” (s. 33)de “Kızılırmak Türküsü” adıyla bilinen bir Halk türküsündeki mısrayı kullanır: “Kızılırmak parça parça olasın”. Fakat hemen belirtelim ki, bu dizenin bir alıntı olduğu belli  değildir. Ayrıca türküdeki hali de: “Kızılırmak parça parça olaydın[ii] şeklindedir.
Şair,  Sıcak Nal” (s. 198) şiirinde ise bir halk türküsüne atıfta bulunur:
Evreşe,
Tek türküsüyle varolan ela gözlü kasaba,
Bir çocuğum olsun isterdim senden.” (s. 199)


Sonuç

Bütün bunlardan sonra, Cemal Süreya’nın mazideki şiir birikimine karşı bütünüyle bigane kalmadığı söylenebilir. Hatta onu, geleneğin Halk şiiri koluyla daha içli dışlı bulmamız da mümkündür. Daha doğrusu, geleneğin bu kanadından aldığı unsurlar daha fazladır.
Fakat son noktadaki durumu, Cemal Süreya’ya, gelenekten faydalanma bakımından “üstün” bir şair özelliği vermez. Zira sağlam bir “gelenek bilinci”nden mahrumiyet ve alan donanımına yeterince egemen olamayışı, döneminin siyasi ve kültürel atmosferine uyum, bunlara bağlı olarak şiir anlayışındaki gelgitler, onun, gelenekten kaynaklanan bir üstünlüğü elde etmesini engelleyecektir.




[i] Cemal Süreya, Sevda Sözleri, (Bütün Şiirleri), YKY, İst., 1996, 328 s; Bu kitapta şairin daha önce Üvercinka (1, Bas., Yeditepe Yay., 1958), Göçebe (1. Bas., de Yay., 1965), Beni Öp Sonra Doğur Beni (1. Baskı: E Yay., 1973), Uçurumda Açan (1. Bas., Can Yay., İst., 1984), Sıcak Nal (1. Bas., Dönemli Yay., 1988), Güz Bitiği (1. Bas., Dönemli Yay., 1988) kitaplarının yanı sıra “Kalanlar” bölümü de bulunmaktadır.
[ii] Muhan Bali, Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 1997, s. 152.

29 Aralık 2018 Cumartesi

İKİNCİ YENİ ŞİİRİNDE ALLAH: İLHAN BERK ÖRNEĞİ

GİRİŞ
Edebi eserin bünyesinde yer alan her türlü kültürel unsur, onun anlam dairesini oluşturan yapı taşları sahici okur için daima ilgi odağıdır. Dahası, aynı okur, onun bu tarz değerlerini artı değer konumunda görür. Sözgelimi, bir eserin öne sürdüğü tarih algısı, tavsiye ettiği ahlakî normlar,  önerdiği iktisadi hayat, intikal ettirdiği maddi kültür unsurları, aşk algısı, vb. okurun eseri kabul veya reddedişinde ayırt edici unsurlar olarak görülür. Edebî eserin din telakkisi de bu türden unsurlar arasındadır.
1950’lerin ortalarından itibaren Türk şiir dünyasının gündemine oturan ve o dönemden itibaren dengeleri lehine çevirerek hem kendinden önce gelenlerde hem de sonraki kuşaklarda etkiler oluşturan İkinci Yeni şiiri, hakkında yapılan onca çalışmaya rağmen, henüz bünyesindeki kimi kabuller ve kavramlar bakımından yeterince masaya yatırılmamıştır. Bunun sebebi, aradan geçen 60 yıla yakın bir süreye rağmen, henüz İkinci Yeni’nin diliyle ilgili çözümlerin tamamlanmamış olmasıdır. İkinci Yeni şairlerinin Türk şiir diline getirdikleri/transfer ettikleri kıstaslar tamamen algılandığında, sanırız bir ileri aşama olan süreç başlayacak, topluluğun her bir şairi, eserlerindeki sosyal ve kültürel unsurlar bakımından iyice masaya yatırılacaktır.
Bugün, gerek İkinci Yeni’nin oluştuğu sosyal ortamını tahlil edebilmek, gerekse İkinci Yeni’yi oluşturan şairlerin öznel tutumlarını net bir şekilde görebilmek için, topluluğun şairlerini din algıları açısından değerlendirmek ve eserleri üzerinden bir takım yargılara ulaşmak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Fakat şunu unutmadan: Edebî bir inceleme de olsa, bir şairin şiir dünyasında din algısının araştırılması, ilmî normların yeterince olgunlaşmadığı ortamlarda oldukça risklidir.  Zira bu tarz bir çalışma, bir takım algısızlık sahipleri tarafından sorgu melekliğine soyunmak şeklinde yaftalanabilir. Böylece can sıkıcı bir atmosferin solunabilir olması, araştırmacının bu işten soğumasına yol açabilir. Bunu bertaraf etmenin en kestirme yolu ise, ilmî bir metodu izlemekten geçer: Ele alacağımız şairi, kendi tarihî dinamizmi içinde ve belgelere dayalı bir şekilde incelemek…
Bu çerçevede, “İkinci Yeni Şairlerinde Allah”ı konu olarak belirledik. Fakat hem İkinci Yeni hareketinin genel yapısı, hem de dinî tutum ve durumların şahsî farklılıklar göstereceği realitesinden hareketle, bu şairleri tek başlarına teşrih etmek daha doğru olacaktır.


İLHAN BERK NESRİNDE ALLAH’I ARAMAK

Bir ‘Din Kültürü’ Şairi Olarak İlhan Berk…
İlhan Berk, İkinci Yeni’nin kurucu şairidir. Onun bir şiir öncüsü olarak ‘Allah’la olan irtibatının niteliğini tespit etmeye geçmeden önce, genel olarak ‘din’e, hatta ayrıntılara girerek, farklı dinlere nasıl baktığını belirlemek gerekir.  Bu yolda başarılı bir çalışma yapmak için önce şairin mensur eserlerine, günlük, hatıra, biyografi, mektup,  mülakat vb., yönelmek gerekecektir. Zira bu eserlerinde şair, konumuzla ilgili hayli malzeme sunmaktadır. Bu sunumların farklı gerekçelerinden söz edilebilir: Şair kimi zaman bir kaynaklanma aracı olarak görürken dinî unsuru, kimileyin de hayatî bir duruşun, ideolojik bir tutumun gösterisi olarak yansıtır. İlhan Berk’in kimi sunumları arasında dinî bilgi edinme yollarını görebilirken, kimisinde bir mukayese vasıtası olarak ele alış tarzı sezilebilir. Tam da bu noktada, onun birbirinden farklı dinlere atıflar yaptığını, bunların eserlerinde kolaylıkla takip edilebileceğini söyleyelim. Şimdi bütün bunları ayrıntılı bir biçimde ele almaya başlayalım.

Arayışlar, Bulamayışlar Arasında Perişan Bir ‘Yalvaç’…
İlhan Berk, zengin malzemeler sunuyor bu çalışma için bize. Farklı noktalardan başlayabiliriz işimize. Fakat sanırım en iyisi teorik metinlerinden başlamaktır. İşte bunlardan birisi, Logos[i] adlı kitabı, bu kitaptaki metinleridir.  Logos’un ilk metni olan “Şair Gerçekten Olan Şeyi Değil Olabilir Olanı Anlatır” başlığı altında Rimbaud’un şairi “bir yalvaç[ii] gibi gördüğünü zikredecektir İlhan Berk. Şairi “Yalvaç/Peygamber” olarak görme düşüncesi onun aynı yıl yayımlanan bir başka kitabının isminde kendisini aşikâr kılacaktır. Onun “Eski zamanlardan 1965’e Kadar” alt başlığı altında sunulan antolojik çalışmasının adı Aşk Elçisi[iii]’dir.
İlhan Berk’in şiir üzerine düşüncelerini anlattığı Poetika[iv] adlı kitabında ise bu kadar net değildir. “Dizenin Serüveni” başlıklı yazına Rilke’nin “… çok seyrek bir saatte bir dizenin ilk sözcüğü, anılardan çıkıverir.” şeklindeki sözünü epigraf olarak almış, fakat yazının bir başka yerinde Valery’nin ilk dizeye “Tanrı vergisi[v] dediğini hatırlatmaktan geri kalmamıştır. Aynı metinde iktibaslar yoluyla gerçekleştirilen bu iki farklı algı düzeyinin, İlhan Berk’in şiiri malzemeyle “oyun” oynama sanatı olarak görme hevesinden kaynaklansa gerektir.  

Kitab-ı Mukaddes’ten Kilise’ye El Yazılarına Düşen Gölge…
İlhan Berk şiirinin temel kaynakları arasında Kitab-ı Mukaddes önemli yer tutar. Bunu, çok kez deklare etmiştir şair. Sözgelimi, El Yazılarına Vuruyor Güneş[vi]’te yer alan “Kutsal Betik” adlı yazısında bu kaynaklanma biçimini hayranlıkla anlatır. 13 Eylül 1955 tarihinde yazılmış bir günlük metni olan yazı konumuz açısından oldukça önemlidir:
Hemen hemen bütün bir hafta Kutsal Kitabı bir onu okudum. Bu kez Türkçesinden okudum. Bir deftere sevdiğim yerleri de yazdım. İncil’in dilinde çok şiir var. Türkçesini bu kez sal bunun için okudum da diyebilirim. Şiiri bir başka dilde duymak zor, hem çok zor. Şiir duyulursa, eda yakalanmıyor belki. Onun için Türkçesini aradım durdum. Bulunca da hemen bir şiire başlayıverecekmişim gibi geldi bana. Sevdiğim yerleri onun için bir deftere yazdım. Beni ışıttığı da oldu. / İncil, büyük, çok büyük bir kitap. Bir destan biçimi var. Serüvenleri, kişileri, dili, anlatısı bunu iyice duyuruyor. Büyük bir yapıt bence. Şimdi onbeş yıl oluyor, biçimi, ilk biçimi sarmıştı beni. Onun biçimi bana güven verir. Öylesine büyük bir kitap salt özünden ötürü yaşayamaz.
Bu kez, daha iyi anladım. Apocalypse bölümü büyük bir biçim getiriyor. O anlatı eskimez gibi görünüyor bana, Rimbaud, Lautréamont o biçimden çok mu çok duygulanmışlar. Çağdaş şiirin ana öğeleri onda. / Anlatı, İncil’de yeni mi yeni. O kitaba büyük dedirten bunlar ilkin. Sonra o nenler, güzellikler, erdemler. Bütün kitapta bir hak acunu, bir insan yüreği öylesine aşkla çarpıyor ki, bağlanmamak elden gelmiyor. Üstelik, büyük bir konuyu, hiç mi hiç eskimeyecek bir konuyu da işliyor. Onu ölümsüz ediyor. / Ama beni ilgilendiren o biçimi hep.[vii]
Kitab-ı Mukaddes’ten faydalanma hususunu İlhan Berk Şairin Toprağı[viii] adlı kitabında yer alan “Bir Ulunun Yaşamı Üstüne Konuşmalar” başlıklı tafsilatlı yazısında tekrarlar. Gerçi bu yazıda onun başka dini kaynaklarla da ilgili olduğu görülecektir. Fakat bu kaynaklardan başı çeken “Kutsal Betik” yani Kitab-ı Mukaddes’tir: “Bir zamanlar Kutsal Betik’in diline, anlatışına vuruldum, elimden uzun yıllar bırakmadım onu. Galile Denizi’nin dili aşağı yukarı onunla kuruldu diyebilirim. Dilin, anlatının çok, ama çok değişik bir yapısı vardır onda. Bir azınlık kurulu çevirmiştir o kitabı. Türkçeyi çok iyi bilmelerine karşın, bir işlenmemişlik, bir acemilik kokar. Hele tümce yapısı Türkçeye ters bile düşer. Ben bu terslikte –hamlığından olacak- büyük bir güzellik bulurum. Klişenin, tekdüzeliğin karşısına çıkar çünkü. Bütün yazın dışı kitaplarda, aslolan, doğrunun aktarılması olduğu için, sözcük ekonomisi, tümce yapısı pek önemsenmez. Kalemin ucuna geldiği gibi yazılır. Hem bu pek göze de batmaz. Ben bu tür kitaplarda büyük bir şiir bulurum. Kitaplığımın başucu kitapları da bunlardan kuruludur. Yıllardır sabahları o dillerle uyanırım. Evliya Çelebi’leri, Hoca Sadettin Efendi’leri, Kâtip Çelebi’leri, İbn-i Batuta’ları, tezkireleri, Layihaları, Tüzükleri, Kuran’ı, Fizik, Kimya kitaplarını, el ilanlarını, gazeteleri, hep bu amaçla, hep bu yaban dile dalıp çıkmak için okurum. Şiir sanki bir ham dil avcılığıdır benim için, o dil bulunmadıkça yokmuş gibi gelir.[ix]
Kitab-ı Mukaddes gibi, kilise de İlhan Berk’in mensur eserlerinde büyük yer tutar. Şairin El Yazılarına Vuruyor Güneş adlı günlük kitabı, dikkatle incelendiğinde bir kiliseler geçidi gibidir. Kuşkusuz kiliselerle birlikte Hz. İsa, yanı sıra kardinaller, papazlar, mum yakmalar ve başka ritüeller…
Sözgelimi, 12 Nisan 1964 tarihli günlüğünde, Fransa’nın Ortaçağ’dan kalma unsurları bulunan Avignon’dadır şairimiz. Burada Papalar Şatosu’nun (Palais de Papes) mimari yapısına dikkat kesilen İlhan Berk,  sözü ‘korku’ bağlamında papalara, şatolara, kiliselere ve başka şeylere getirir: “Ben yalnız krallar, beyler, derebeyleri korkar sanırdım. Papaların da korktuğunu Papalar şatosunu gördükten sonra anladım. Sonra Arles’da flandaki kilise kokusunu. Avignon’da bir kızda da duydum./Avignon’da bir kız kilise kokuyordu./Ve yeniydi./ Papaların şatosunun ilk mutfağını gördüm. 17 m. yüksekliği, bir kent büyüklüğünde salonları. Dünyanın beş büyük Papası yan yana yatıyordu. Beş Papanın yüzlerine baktım. En çok V. Clément’ı, Jean’ı sevdim. Dünyanın en güzel freskleri burada. Şatolar, şatolarla ayırmışlar kenti Papalar.[x] İlhan Berk, “Papa” edebiyatına aynı tarihli (12 Nisan) bir diğer günlüğünde de devam eder. Avignon’u papaların kurduğunu, Roma’da sıkılan papaların buraya geldiğini anlatır.[xi]
İlhan Berk, 6 Haziran 1964 tarihli günlüğünde bu kez bir Yunan kilisesindedir. Orada tuttuğu günlükten bahseder. Fakat şair önce bir kardinalin vaazını dinlemiştir. Bunu şiirsel bir dille anlatır: “Bir Kardinal’in söylevini dinledim. Tükürdüm. /Gece/Bir Yunan kilisesinde korkunç günlük yuttum.”[xii]
Şair, 1969’da bu kez Yugoslovya’da bir kiliseyi ziyaret etmiştir: “16 Nisan, Dubrovnik” tarihli günlüğünde kilise ziyaretini şöyle anlatır: “Saat 08.00. İlk kiliseye girdim, Place’e bakıyor. Hemen hemen kimse yok, kimsenin olmayışını seviyorum. Papazın arkası dönük. İsa’sına bakıyor, beş kadın dua ediyor. Dağınık. Boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Mumlar yanıyor. Dipte bir yer bulup oturuyorum. Bakıyorum; temiz ve aydınlık bir kilise. Gidip gelenler sanki dünyada değilmiş gbii öyle sessiz girip çıkıyorlar. Bir dikdörtgen kilise. Duvarlar aziz resimleriyle dolu. Yalnız gibi azizler. Papaz gitti, kilise daha bir güzelleşti. Artık hiç ses yok. Korkunç yaşlı bir kadın elini önce mermere, sonra yüzüne sürdü. Sonra da sırasına gidip oturdu. Ben İsa’nın önüne gidip durdum. Bir çarmıhı bir eliyle de bir dalı tutuyor. / Yeşil İsa. Ve alevler içinde. Kötü bir resim. Önünde altı büyük mum yanıyor. Yerde bir kilim, yürüyorum. Başka bir İsa’nın önünde duruyorum: Bir heykel, korkunç eski bir çarmıha asılı. Çıplak. Başı yere düşmüş. Bir kadın bana sürtürenek geçti. Sıkıldım, çıktım. Kapıdaki levhadan anlıyorum, bir Fransiskan kilisesi. Saat kulesine bakıyorum: 44 metre. Gotik bir yapı, Beyaz ve XIV. yüzyıldan. Dubrovnik’te her şey beyaz, bir Ortaçağ rengi mi diye düşünüyorum.”[xiii] İlhan Berk’in Dubrovnik’teki kiliseleri anlatımı 17 Nisan’da da sürer: “Bir tepeden Dubrovnik’e bakıyorum. Surları, burçları, mazgalları, kiliseleri, çatıları, cânım çatıları görüyorum. (…) St-Blaise kilisesine giriyorum. İnce iki sarı mum alıp yakıyorum.”[xiv]
 “Roma, 1969” başlığı altındaki günlüğünde de kilise ve papazlara geniş yer ayırmıştır İlhan Berk. 13 Ekim’de “Roma, gürültülü, araba mezarlığından sonra da papazlar kendi. Vatikan alanı gibi papaz dolu bütün sokaklar. Bu da yetmiyormuş gibi yemek yediğin tabağa, kahve içtiğin tabağa papaların resmini basmışlar. Ama kiliseler de papazlar da Roma’nın süsü gibi, batmıyor insana. Din sanki Roma’da yalnız sokaklarda yaşıyor, otobüslere, tramvaylara biniyor, kahvelerde akşam çaylarını içiyor, sonra yine bir sokak başında orospularla kıvrılıp yatıyor. Yaşamın öylesine içine karışmış. (…)/ Roma, papazlarıyla Katolik bir koku saçıyor. /(…)/İki papaz öpüştü (papazların öpüştüğünü ilk görüyorum).”[xv] diyen İlhan Berk, 15 Ekim tarihli günlüğünde de konuya devam eder: “Vatikan’ı geziyorum.” diye başladığı o günkü günlüğünde, “Mikel Angello’nun salonu, dürbünle tavana bakıyorum, başım döndü. / Mikel Angello bir cellat gibi bu kiliseye girmiş çıkmış, yalnız yaşamış. Rafael bir prens gibi onun salonundan geçiyormuş her sabah, bir yığın hayranıyla. (…) Roma’da bir papaza ikinci kez rasladım, Roma’da ve papaza ikinci kez rastlamak.”[xvi]
1977’nin 23 Kasım’ında “Ezra Pound” başlığı altında günlüğüne yazdıklarının son kısmında Bodrum’daki küçük bir kiliseden bahseden İlhan Berk, orada nasıl çalıştığını ballandıra ballandıra anlatır: “Halikarnassos’un Meteoroloji tepesindeki küçük kilisede çalışmaya gittim. Rumlardan kalan küçük bir kilise bu. Nusret Baban, oteli kilisenin bulunduğu yere kurdururken, onu yıktırmadı, olduğu gibi onartıp korudu. Ben bu küçük kiliseyi çok seviyorum; onun için de içini boyamaya başladım. Hem ben kiliseleri hep sevmişimdir. Yabancı ülkelerde görmek istediğim yerler ilkin eski mahallelerde kiliseler olmuştur hep. Girdiğim her kilisede de bir mum yakar öyle çıkarım. Bu yaz başladım kiliseyi resimlemeye. Birçok kilise resimlerini inceledim. Kilise küçük olduğu için onu Kutsal Betik’in İsa’sı, Meryem’i, havarileri, melekleriyle doldurmak pek zor görünmüyor bana. Meryem’i bir yana bırakırsak (onu neden bir yana bıraktığımı anlamıyorum) İsa’yı, kimi havarileri, özellikle de İsa’yı hep sevmişimdir. Ezikliğini, yıkıklığını, sıradanlığını severim onun. Öyle pek büyüklük taslamaz; havarileri, özellikle de seçmemiş midir? Hepimiz gibi insandırlar, balıkçıdırlar, kendi rızklarını kendileri çıkarırlar. Hasır, sepet örerler. Azla yetinirler. Kiliseyi resimlemek istediğimi ona söyledim ilkin. Benlik bir şey mi buldu onda nedir, yüreklendirdi beni: ‘Giriş!’ dedi. Pirimitifler gibi çalışmamı da önerdi. Turan Erol da katıldı buna: Kilise resimlerini kopya etmemi istedi. Böyle başladım bu işe. Şimdiye değin çarmıhtaki İsa’yla bir aziz, bir havari, bir melek resmi yaptım. Tavana daha dokunmadım. İskele kurmak gerekecek ona. Çarmıhtaki İsa’nın yanına iki hırsızı da katmak istiyorum. Havalar elverdikçe yazmak da elimden tutmadıkça, dahası sıkıldıkça sürdürmek istiyorum bu işi. Başarabilir miyim bilmem. Yanıma bir yığın kömür alıp kiliseye gittim. Beyaz duvarda ilkin kömürle çalışmak kolay oluyor, beğenmezsem, silmesi kolay oluyor. İsa’nın ayak uçlarına iki figür çizip bıraktım. Boyamak o kadar zor gelmiyor bana, iş çizmekte. Fena da olmadı./Tepeyi koşa koşa indim.”[xvii]
İlhan Berk, 1992’de Orhan Koçak tarafından yapılan ve Metis dergisinde yayımlanan, daha sonra Kanatlı At[xviii] kitabında yer alan mülakatında “Saint Antuan’ın Güvercinleri” şiirini yazarken izlediği metodu anlatırken kiliseyle olan münasebetine değinir. Şair, “Saint Antuan’ın Güvercinleri’ni yazarken kiliseye gittim, oralarda dolaştım. Benim için çok değişikti.[xix] der.
İlhan Berk’in kiliselerle ilgili anlatımları, onun hayallerindeki meslekle de uyum içindedir. Bunu, İnferno[xx] adlı kitabında yer alan ve “Bir Soruşturmaya Yanıt” başlığı altında sunulan tabloda görebiliriz. Tevfik Fikret’le İlhan Berk’in bazı konulardaki mukayeselerinden oluşan tablo (Fikret’in cevapları Servet-i Fünun-5 Kanûn-ı evvel 131, Berk’in cevapları Nokta- 4 Ağustos 1991 şeklinde kaynaklandırılmıştır.) oldukça dikkat çekicidir. Burada  “Hülya-ı saadetim” maddesinin karşısında Fikret’in cevabı “Ayestefanos’ta bir küçük ev (Planı cebimde)” şeklinde kaydedilmişken,  İlhan Berk’in cevabı “Bir keşiş hayatı[xxi] şeklindedir.
Artistik bir yaklaşımla olsa da, keşiş hayatı yaşamak içinde bir ukde olarak yaşayan İlhan Berk, İstanbul’un bazı semtleri bağlamında, yaşadığı coğrafyanın İslâm öncesi dönemlerini de tahassürle yâd etmektedir. Şair, Ahmet Oktay’a 1990’da verdiği bir mülakatta, müellifi olduğu Galata ve Pera kitaplarıyla ilgili olarak şunları söyler: “Galata ile Pera bir kentin (Fethedilmeyen İstanbul’un) çizgi dışı bir topografyasıdır. (…) Öte yandan, ‘anlamsal düzeyde’ ise bir imparatorluğun (haraç ve talan imparatorluğunun) çok özel bir tarih kesitidir de bu. Bu anlamda siyasal, toplumsal bir topografya da çizer. Ben hem Galata’ya hem de Pera’ya daha çok bu gözle baktım. Özeklikle de İstanbul’un ayrıcalıklı bir bölgesi gibi görmekte direndim. Dahası, ona bir ur olarak bile baktım. Pera bir azınlık kalesidir çünkü. İstanbul’un suçlu bir coğrafyasıdır. (coğrafya da suçludur). Tarih içinden baktığımda onu hep böyle gördüm. Tarih içindeki yeri böyledir çünkü. Beni belki de tarihin böyle bir anlamı ilgilendirdi de diyebilirim: Özel bir tarih. Hem Galata’ya, hem Pera’ya böyle bakılmalı. Bir şey daha söyleyeyim: Ben Beyoğlu’nu değil, Pera’yı, o çağı yazdım, bunu belirtmek isterim.”[xxii] Onun fetih ve sonrası İstanbul’dan ziyade “ilk İstanbul”a sahip çıkar bir görünüm sunması, dünyasıyla ilgili ipuçları önemli ipuçları vermektedir.
Peki, İslam dışı unsurlarla ve özellikle de kiliseyle bağı oldukça sağlam olan İlhan Berk’in camiyle irtibatı nedir? Bunu bir ölüm hadisesi üzerinden inceleyebiliriz. İlhan Berk, “7 Aralık” (1977) tarihli günlüğüne “Sait Kaptan”ı ad yapar. Burada arkadaşı Sait Kaptan’ın vefatından bahseder. Şair, cenazeye katılmıştır. Fakat cami kapısına kadar: “Sait Kaptan’ın tabutuyla ben camiye değin gittim. Camiye gelince de ayrıldım. Sanki işim bu kadarmış gibi. Sevgili Sait Kaptan!”[xxiii]

İslâmî Kaynaklarla Ünsiyeti: “Bana İlka Öğretti”…
Bu noktada İlhan Berk’in “Müslümanlara hitabeden kaynaklarla arası nasıldı?” sorusu önem kazanıyor. Bu sorunun cevabı da kuşkusuz en başta mensur eserlerinde aranmalı; mülakatları, günlükleri, denemeleri, otobiyografik metinleri, vb. gözden geçirilmelidir. 
Yukarıda birkaç kez vurguladığımız üzere, Kitab-ı Mukaddes’ten faydalandığını tafsilatlı bir şekilde dile getiren İlhan Berk, kaynakları arasında “Kuran’ı” da sayar. Fakat bu kaynaklanma pek derinlikli değildir. Zira, yukarıda bir kısmını aktardığımız “Bir Ulunun Yaşamı Üstüne Konuşmalar” başlıklı yazısında “Kutsal Betik”le ilgili ayrıntıları sunduktan hemen sonra, Kur’an’dan yararlanışıyla ilgili ifadeleri yığma bir cümle içinde yer alır: “Evliya Çelebi’leri, Hoca Sadettin Efendi’leri, Kâtip Çelebi’leri, İbn-i Batuta’ları, tezkireleri, Layihaları, Tüzükleri, Kuran’ı, Fizik, Kimya kitaplarını, el ilanlarını, gazeteleri, hep bu amaçla, hep bu yaban dile dalıp çıkmak için okurum. Şiir sanki bir ham dil avcılığıdır benim için, o dil bulunmadıkça yokmuş gibi gelir.[xxiv]
Onun Kur’an-ı Kerim’den yeterince faydalanmadığını bizzat kendisine ait başka ifadelerden de anlayabiliriz. Nitekim,  5 Haziran 1964’te yazdığı günlükte bazı dini bilgileri öğrenme yöntemiyle ilgili önemli sonuçlar çıkarabiliriz. İlhan Berk burada, papazlar ve Hz. Ebubekir ile Hz. Muhammed hakkında öğrendiği bilgileri anlatmaktadır. Bunlar gerçekten de yüzeysel bilgilerdir ve kulaktan duymadır. Bunları Paris’te, İlka[xxv] adlı bir Fransız kızından öğrenmektedir İlhan Berk: “İlka, ‘Je suis sale, mais je suls intellectuelle’ diyor. Pisliğine bayıldığımı söyledim. Bana, Saint-Antonie’in et yemediğini söyledi. Papazların eskiden bizim gibi çalıştıklarını, çiftçilik yaptıklarını, ihtiyarlayınca da sepet, hasır ördüklerini ondan öğrendim. Sonra Ebubekir’in bir tecimen olduğunu ve Muhammed’in Hatice öldükten sonra 10 yaşında kızları karı olarak aldığını da bana İlka öğretti.”[xxvi]
Şairin İslâm Peygamberi’ne dair bilgilerinin niteliğiyle ilgili elimizdeki bir başka veri, bir efsane anlatımına dayalıdır ve dolayısıyla özürlüdür. Bunu 5 Aralık (1977) tarihli günlüğünde görüyoruz. Sözkonusu günlük metninin başlığı “Balık”tır. İlhan Berk bu metinde satın aldığı balıklardan bahisle sözü Hz. Muhammed’e getirir. Okuyalım: “Üç peygamberbalığı aldım, yarım kilo geldi. Dülgerbalığına Halikarnassos’ta peygamberbalığı diyorlar. Sözlüklerde bu adla bir balık yok. Peygamberbalığı adına bu denli yakışan başka bir balık gösterileme gibi geliyor bana. Halikarnassoslular, ona bu adı gövdesindeki 25 kuruş büyüklüğündeki kara lekeden ötürü verdiklerini söylüyorlar. Peygamberimizin başparmağının lekesiymiş o. Edibe, bu balığı hem ilk gördüğü, hem de bu adla çağrılmasına şaştığı için:  ‘Hangi Peygamber acaba?’ dedi. ‘Muhammed, elbet’ dedim. ‘Denizi bilmez ki o, görmedi.’ Dedi. Öyle ya bir çöl çocuğu olarak doğup büyümedi mi! Balığı nasıl tanıyacaktı? Ama biri alıp getirip gösteremez miydi? O da parmağıyla dokunamaz mıydı? O kara leke de böyle kalmış olamaz mıydı? Sonra Muhammet’in denizi görmediği doğru olabilir miydi, kim bilebilirdi bunu? Balık, balıkçılık üstüne kitaplarımı karıştırdı, Latin dünyasının ona Saint-Pierre balığı dediğini öğrendim. Saint-Pierre, hiç balık tutamadığı bir gün dülgerbalığı onun bu haline acımış, kendi gelip ‘Beni elinle yakala!’ demiş. Balığı eline alıp sevmiş Saint-Pierre, sonra da ‘Değil mi ki kendin geldin, öyleyse yaşamaya devam et!’ deyip denize bırakmış. Gövdesindeki lekeler de o lekelermiş.[xxvii]
İlhan Berk’in Hz. Muhammed’le ve İslâm tarihiyle ilgili bilgilerinin tevatür derecesinde olduğunu ortaya koyan bir başka vesika, “28 Mart” (1990) tarihli günlüğüdür. Şair bu günlükte Kudüs’ü anlatmaktadır. Kudüs’e şiir şöleni için gitmiş, gitmişken orayı bir yazı konusu yapmak istemiştir. Fakat bir türlü yazısını yazamamıştır. Bunlardan söz ederken, bir ara sözü peygamberlere getirir: “… eski Kudüs sokaklarını dolaşırken (ki Kudüs’te tarih taş demektir; her şey, her şey taşla kucak kucağa yaşıyor; taşla tarihin bu denli içiçeliği bir başka kentte düşünülmez). İnsan her an İsa’yla, Davut’la, Musa’yla, Muhammed’le (Muhammed, Medine’den bir gece uçup Kudüs’e gelmiş.) karşılaşacakmış gibi bir duyguya kapılıyor.”[xxviii] İlhan Berk El Yazılarına Vuruyor Güneş’te yer alan bu Kudüs yolculuğunu İnferno adlı kitabında da aşağı yukarı aynı cümlelerle dile getirir.[xxix]
Şairin bazı dini bilgilerinin menkıbe düzeyinde olduğunu yansıtan bir başka metin bir şiirinin yazılış serüvenini anlattığı yazısıdır:  İlhan Berk, söz konusu yazısında, şiir-dil ilişkisini açıkladıktan sonra, konuyu örneklendirir: “Buradan da, hemen, son yazdığım bir şiirin (İbn-i Hacer Heytemi’ye Göre Bir Ulunun Hayatı Üstüne Konuşmalar) bende nasıl oluştuğuna geçmek istiyorum: Böylece hem yukardaki düşüncelerimi bağlamak, hem de bu yazının konusuna gelmiş olacağım. Söz konusu şiir, İbn-i Hacer Heytemi’nin yazdığı: İmam-ı Azam’ın Menkıbeleri adlı bir kitaptan çıkmıştır. Elbette bu kitabı da öbürleri gibi dili, anlatısı için aldım ve öyle okudum.”[xxx] Buna göre İlhan Berk, İmam-ı Azam’ın Menkıbeleri adlı kitabı okumuş, bu kitapta altını çizdiği satırları defterine geçirirken küçük müdahalelerde bulunmuştur. İlhan Berk’in bu yazısı, onun şiir oluşturma yöntemleri hakkında ayrıntılı bilgi sunmakla birlikte, dini literatürle olan irtibatının niteliğini de gösterir.
İlhan Berk’in, çok fazla olmamakla beraber, tasavvufî terminolojiden de haberdar olduğunu söyleyebiliriz. Zira, Şairin Toprağı adlı kitabında yer alan “Ahmet Yesevi”yle ilgili bir paragraflık anlatıda, mutasavvıfın hayatını, dahası geçim yollarını anlatmaktadır.[xxxi]

Ve Ötesi: “Tanrıtanazlığım!”
Farklı dini hususları metinlerinde bol bol kullanan İlhan Berk, İnferno’nun “Gövde, O Cehennem, I” başlıklı metninde İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi dinlere yönelik menfî hükümler verir. Şair burada gövde ve cinsellik konusuyla ilgili bir takım hükümler verirken dinî göndermelerde bulunmaktadır: “Bir korku nesnesidir gövde. Kilise de onu bütün kötülüklerin başı olarak görür. Cinseldir çünkü gövde. Etin çığlıkları bunun için yadsınmalı, horlanmalı, kargılanmalıdır.”[xxxii] Şair Hıristiyanlıktaki bu manzaranın Müslümanlıkta da geçerli olduğunu belirtir: “Hıristiyanlığın gövdeye (cinselliğe) bu bakışı aşağı yukarı İslamiyette de sürecektir. Her şey gibi, cinsellik de öbür dünyadadır. Huriler, gılmanlar orda bekliyorlardır. Tanrı gerçek güzelliğin ıssıdır. Kendi güzelliğini görmek için evreni yaratmıştır.’ Aşk Tanrı’ya karşı beslenir ancak.”[xxxiii] Dikkat edilirse, İlhan Berk’in İslamiyet dediği daha çok tasavvufî yorumlardır.
İlhan Berk’in dinlere karşı tutumunu en net ele veren yazısı Uzun Bir Adam[xxxiv] adlı otobiyografik kitabındadır. Burada “Tanrı Tanımazlığım” başlığı altında bir bölümlük yazıya İlhan Berk, Nietzsche’nin şu sözüyle girer: “Benim için bir sonuç değildir tanrısızlık, hele olay hiç değildir.” Yazıda Tanrı tanımazlığı ile ilgili açıklamalar da yapan İlhan Berk’in metninden bir bölümünü aktarıyoruz:
Kendimi bir Tanrı tanımaz olarak görüyorum. Ama bu bir Nietzsche Tanrı tanımazlığı değil, değil çünkü Nietzsche koca bir Hıristiyanlık dünyasında yaşamış, böyle bir dünyaya başkaldırmış, kafa tutmuş. Tanrı kavramının yaşama karşı çıkarılmış bir kavram olduğunu görmüş. Kendini ‘Çarmıhtakine karşı Dionysos’ ilan ederken önünde yığınla nedenler vardı. Benim Tanrı tanımazlığım o denli başkaldırı, o denli gözüpeklik isteyen bir şey olmadı.” İlhan Berk, bunun sebeplerini de açıklamaya çalışır: “Çocukluğum kapalı, sönük, yoksul geçti. Yoksulluk kendi halinde kaldıkça, dürtülmedikçe, itilmedikçe Tanrı kavramını hiç bilmez. Annem arada namaz kılardı, bunu bir görev bilmiş değildi. Elini yüzünü yıkamak gibi bir şeydi bu, hiçbir kutsal, yüce yönü de yoktu bunun. Ağabeylerimin hiçbiri camiye gitmezdi, Tanrı’nın adını da andıklarını görmedim. İhtiyarlıklarına yakın Tanrı’nın adını andılar ama, o da bilinçli değildi. Sonra Tanrı kavramı olur olmaz zamanlarda da önüme çıkmadı. Oruç tutmazdı kimse evde, annemi bir yana bırakırsak. Ben çocukluktan kurtulmanın tadını çıkarma adına, Ramazanlarda bir ayın ilk günü, bir on beşinde, bir de sonunda oruç tutardım. Sonraları bunu da bıraktım. Dedim ya hiçbir baskı yoktu çevremde ve ağabeylerim ekmek derdindeydi. Böylece din bizim çevremize girmedi. Benim Tanrı tanımazlığım kendiliğinden olmuş oldu. Günah kavramı da gelişmedi bende: Ne yapıyordum ki günah işleyeyim? Cennet, cehennem sözcükleri de çocukluğumda büyülü sözcükler olmadan öteye gitmediler. Büyüyünce de birer sözcük olarak kaldılar.
Bir Dionysos’cu gibi baktım yaşama ve her zaman büyülü bir sevinç duydum dünyada olmaktan. André Gide’nin kitaplarıyla da günah işlemeyi öğrendim, günahtan keyif aldım.  Yaşama öylece bıraktım kendimi. Yaşam coşkum, aşırılığın Dionysos’culuğumdan gelir. Töre beni hemen hemen hiç etkilememiştir. İçgüdülerime, duygularıma zincir vurmadım pek. Sevgiye açık tuttum kendimi. Kadınlar beni her zaman ilgilendirmiştir, onlara bütün yüreğimi verdim. Bıraktım, hep bıraktım kendimi. Coşkulara bağlandım. Coşkunun kendisi olmak istedim. Yalnız ona bağlandım.
Arama hiçbir şey koymadan baktım dünyaya, onu öyle kavramaya çalıştım. Her türlü inancı yadsıdım. Dünyaya bakışımda Markscı düşünce hep ağır bastı. Öte yandan, siyasanın dışında yaşadım, büyük bir ilgi duymadım.”[xxxv]

İlhan Berk Nesrinde Dini Terminolojinin Diğer Kullanımları Ve ‘Allah’…
İlhan Berk, dini nitelikte kelime ve kavramları farklı hususlarla ilişkilendirerek kullanmaktadır. Bunlar arasında yazı yazmanın önemi ve zorluğu, şiir sanatının ne’liği ve niteliği, tenkit niteliğindeki tespitler, yaşanılan günün şartları, dilin günlük kullanımına mahsus durumlar, sanat ve edebiyat dünyasının kahramanlarına yapılan atıflar, edebî metinlerden yapılan iktibaslar, vb. dikkat çekmektedir.
Cehennem, İlhan Berk’in atıf yaptığı dini kavramlardan birisidir. Şair, Şairin Toprağı kitabının ilk metni olan “Yazmak Denen Cehennem”e şu cümleyle girer: “Yazmayı cehennem olarak alan başka yazarlar var mıdır, bilmiyorum.” Devamından bu algısının açıklamasını şöyle yapar: “Ben yazmak eylemini cehennem olarak görenlerdenim. Bana bu düşünceyi verense, yazmanın zorluğu, güçlüğü, kahrediciliği değildir. Bunu söylerken ne sözcüklerin, ne dizelerin saçtığı cehennemi, ne de beyaz bir kağıdın yaptığı baskıyı, sıkıntıyı yadsıyorum. Az şey midir sözcüklerin zulmü? Sözcüklerin salt bir nesneyi algılamaları yeter mi? Sesleri, kokuları, renkleri, çağrışımları yüklenmeyen bir sözcük nedir ki? Bir dizede yer almaları, o dizenin kendisi olmaları kolay mıdır? Yazının hangi alanında vardır sözcüklerin şiire yaptığı baskılar? Sonra ilk dizenin direnişi, elegelmezliği, kurumu, despotluğu? Bu acımasızlık, gaddarlık, kadirbilmezlik. Ya bir şiiri bitiren elin çektikleri? Kâğıdın, kalemin kıyıcılığı? Sonra bilinçaltının, duyumun o korkunç tankeri beynin, bir uyum adına verdiği savaşlar? Asıl da ak kâğıdın saçtığı cehennem?”[xxxvi]
Şair, cehennem ile yazmak arasında kurduğu ilişkiye, Cüneyt Ayral tarafından yapılan ve 1979’da Oluşum dergisinde yayımlanan bir mülakatta da değinir ve şiir yazmayı cehennem olarak niteler. Kendisinin bu cehennemin üç aşamasını yaşadığını söyler. Bu aşamaları ayrıntılı olarak açıklar.[xxxvii]
Cennet ve cehennem kavramlarını yazarlık sanatının zorluklarının yanı sıra, sanatçının hayal dünyasıyla ilişkilendiren İlhan Berk, İnferno’nun ilk metninde bu iki kelimeyi gövdeye yerleştirir: “Gerçekten de bir imgelem deposudur gövde. Yalnız imgelem mi? Cenneti cehennemi de depolamıştır o.”[xxxviii]
İlhan Berk, dini kavramları şiir sanatının temel kimi özellikleriyle ilgili olarak da kullanır. Sözgelimi, Beran Gelgün’ün 1989’da Argos dergisinde yaptığı mülakatta şiirin politikayla ilgisi üzerine sorulan soruyu cevaplandırırken, şiirin dilden başka bir şey olmadığını, şiirin devrimciliğini dilin oluşturduğunu söyler. Bu bağlamda Octavio Paz’ın bir cümlesini paylaşır: “Devrimci şiir vahiy gibi olan şiirdir.” demiştir zira Paz. İlhan Berk şöyle devam eder: “Tektanrıdır dil. Böylece dile ve şiirin yapısına bakarım ben. Neler söylediğini bundan sonra görürüm. Toplumcu, devrimci şiir bizde hep içerik olarak anlaşılmıştır.[xxxix] Bu cevabın devamında sözü Nâzım Hikmet, Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi edebiyatımızın bazı güçlü şairlerine getirir. Dini durum ve tutumları eleştirinin etken bir parçası gibi görür: “Mehmet Akifte dil, politika aracı olmuştur. Mehmet Akif’in şiirine doğru dürüst bakıldığında şiir görmek mümkün değildir. Onun da görüşlerine saygı duyarım ama bu benim onu şair olarak görmem için yeterli değil. Sonra Necip Fazıl’a geliyoruz. O da politikanın içindedir ama şunu söylemek gerekir ki Necip Fazıl bir şairdir. Gerçekten iyi bir şairdir. Bundan kimsenin kuşkusu olmamasını isterim. Aynı şiirin adamı olarak Sezai Karakoç’u görüyorum birde. Onun da Necip Fazıl gibi yaşamı ve şiiri bir bütündür. Dinin şiirine zarar verdiğini görmüyorum. İyi bir şair o da.”[xl] Bu cevabı takiben kendisinden “daha sonraki kuşak”la özellikle de İsmet Özel’le ilgili görüşlerini isteyen mülakatçıya İlhan Berk şunları söyler: “İsmet Özel daha önce ne yazdıysa şiirlerinde, bugün de onu yazdığı kanısındayım. Onu Müslüman ve sağcı bir şair olarak göremiyorum. Dahası Müslümanlık üzerine, yeni Müslümanlık üzerine, Türk toplumu üzerine söyledikleriyle şiiri arasında hiçbir ilişki görmüyorum, yani söylediklerinin doğasına hiç uymadığını söylemek istiyorum. Doğasına ters laflar ettiğini düşünüyorum yazılarında, çünkü şiirini değiştirmediği açıktır. Şiir dışında yazdıkları belki onu bir süre meşgul edecek, hakkında konuşulmasına neden olacaktır ama şiirini büyüteceğini sanmıyorum.”[xli]
Necip Fazıl’ı ve şiirini İnferno’da “Allaha bağlılık” açısından ele alan İlhan Berk, “Ben bir yazımda Necip Fazıl’ın sonradan yazdığı şiirlerle ilk yazdıkları (‘Örümcek Ağı’) şiirlerin tinsel bir akrabalığı olduğundan söz ettim. ‘Allaha bağlı’ olan şiirleri de (özellikle de uzun şiir Çile) benim gözümde öbür sevdiğim şiirler gibi büyük şiirdir. Necip Fazıl koyu dindar kesildiğinde de şair olarak hiçbir şey yitirmemiştir. ‘Allaha bağlılığı’ değildi gözden düşüşünün nedeni, gericiliğiydi. Bu biliniyor da.”[xlii]  
Daha önce de değindiğimiz, 1992’de Orhan Koçak’a verdiği mülakatta, Necip Fazıl üzerine kendisine sorulan bir sorunun cevabında din ve inanç konusuna temas eder İlhan Berk. Şunları söyler: “Şimdi ben bugün Necip Fazıl’a baktığım zaman sonradan dinle olan ilişkilerini anlamış bulunuyorum. Ama dinle ilgili şirinin baştan beri var olduğunu sonradan fark ettim. Bir defa Necip Fazıl’ın şiirine dikkatle baktığımızda müthiş bir Yunus Emre etkisi görürüz. Bu etki hem dilinde, hem özünde vardır. Yunus Emre’nin dinde bulduğu tadı, o daha o zamandan yakalamıştı. Serserilik hayatı, bohemlik ise bir nevi onun yaşama biçimiydi. Bugün için Necip Fazıl şiiri modern değil. Neden modern değil? Bir defa inanç olayı, düşünce olayı var.”[xliii]  Bu mülakatta kendisinin ruhçu yaklaşımlardan uzun süre uzak kaldığını söyleyen İlhan Berk, “Benim metafizikle ilgilenmem çok yeni, 5-6 yıllık bir olay. Bu birdenbire oldu, ama Ortaçağ beni eskiden beri çok ilgilendirmiştir. Ortaçağ’da yaşamayı çok isterdim. Çünkü Ortaçağ metafiziğin göbeği. Metafizikle ilgilenmeye başladığım zaman Ortaçağ sevgimi bir yere bağlamak gereği doğdu.[xliv] der.
 Şair, edebî metinlere yaptığı göndermelerde de dinî atıflarda bulunur. 23 Kasım 1977 tarihli günlüğünde Ezra Pound’u anlatan İlhan Berk, onun Konfüçyüs adlı eserine temas ederken, “Ezra Pound’ın Konfiçyüs’üne uzandım. Geçenlerde bir on sayfa kadar okumuştum sarmamıştı, yine öyle oldu. Konfiçyüs’ün yalvaçça (peygamberlere mahsus- C.A) sözlerini sevmedim.”[xlv]
İlhan Berk’in doğrudan doğruya Yahudiliğe yönelik ilgisi pek olmamıştır. Sadece İnferno’da bir yerde, “Sorgulanan Zaman” başlıklı yazısında parantez içi bir açıklama ile Tevrat’a atıf yapar ve şöyle der: “(Tevrat saat kavramına değin iner, başlangıcı, sonu kurcalar)[xlvi]
Allah’a başka şairlerden yaptığı iktibaslar dâhilinde de değinmiştir İlhan Berk. Sözgelimi İnferno’da “Allah” lafzına küçük İskender’den yapılan bir alıntıda rastlarız: “Sümüklüböcek” başlıklı metne adı geçen şairin şu dizesiyle girilir: “… Allah’ın karaciğeri gözümdü benim.”[xlvii] Bunu takip eden “Kabala” başlıklı metinde de Kabalacılığın “Tanrı”sı gündeme alınır: “Kabalacı hiçbir biçimde Tanrı’yı, onun sarayını (Kabala’da Tanrı sarayda oturur) ona değgin hiçbir şeyi imgelemine getirme hakkına sahip değildir. Asıl da sıradan insana her şeyi kapar. / Dahası: Hiçbir yaratı Tanrı’yı görüp sağ kalmaz.[xlviii]
Allah kelimesini gündelik kullanımlar çerçevesinde, sözgelimi mübalağalı anlatımlarda, deyimlerde, vb. kullanır İlhan Berk. Örneğin, El Yazılarına Vuruyor Güneş’te yer alan ve 1964’ün 4 Haziran’ında yazılan günlüğünde Fransızların milliyetçiliğine değinirken, şu mübalağayı yapar: “Fransızların ulusçuluğu anlaşılır şey değil. Neredeyse İngilizler gibi, Allah Fransızdır diyecekler.[xlix] 1977 yılına ait günlüklerin birisinde (1 Temmuz, Topburnu) ise, beldenin sessiz ve sakin oluşunu vurgularken şunları der: “Topburnu’nu bir baştan bir başa dolaştım. Tıs yok. Doğa soluk almıyor. Köstebekler gibi yerin altına çekilmiş sanki, öylesine bir sessizlik. Hiçbir Allah’ın kulu da geçmiyor.”[l] (Doğrusu “Allah’ın hiçbir kulu” olmalı.) Şair, 5 Temmuz tarihli günlüğünde Eşref adlı balıkçı bir arkadaşını anlatır. Onu, “Eşref evliya gibi suskun, azla yetinir, tokgözlü, halinden kimseye söz etmeyen, hiç yakınmayan doğru sözlü, bu dünyayı çoktan bırakıp gitmiş o iyi insanlardandır.[li] şeklinde tasvir eder. 9 Temmuz günlü metninde ise “Otlar”ı anlatır. Bunlardan birisi de defnedir. “Defne de çok boldur Halikarnassosta. İç dış pazarları vardır. Allah’ın dağında taşında yetişir, bakımı, özeni hiç mi hiç gerektirmez.”[lii] der defne için. İlhan Berk, “27 Kasım René Char” başlıklı günlüğünde bu Fransız şairinin “şiirin gelişi”yle ilgili bir hükmünü dikkatlere sunar. Bu gelişte ‘Tanrı vergisi’nin de kimi zaman etkisi vardır: “Bir ozan pek ender olarak şiirin geliş saatini önceden ısmarlar. Kimi zaman da tam anlamıyla bir Tanrı vergisi söz konusudur. Bazen da tam bir işkencedir, habire iblisin yabasını yersiniz.” İlhan Berk bu sözlerden ilham alarak şunu söyler: “Uzun süredir iblisin yabasını kemirmek benimkisi de, başka değil.”[liii] Benzeri bir kullanımı İlhan Berk, Şairin Toprağı’ndaki “Şiirin Saati” başlıklı metne, “Şiirin geliş saati Paul Valéry’ye göre Tanrı vergisidir. Ve de ilk dizedir bu.” şeklinde bir giriş yapar.[liv]
İlhan Berk 1993’te Semih Kaplanoğlu’na verdiği cevaplarda Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum ile Kül kitaplarını karşılaştırır. Buna göre Kül kitabı Habil; diğeri ise Kabil’dir.[lv] şeklinde bir teşbih yapan şair,  Dün Dağlarda dolaştım Evde Yoktum adlı kitabı üzerine yazdığı bir yazıda ise İslam alimi Gazali’nin Varlıkların Yaratılış Hikmeti adlı kitabından faydalandığını belirtir.[lvi]
İlhan Berk’in dini bir bağlantı olarak Cuma gününden bahsetmesi ise 1970 tarihli günlüklerinden birisindedir (9 Mayıs). Evinin inşaat ustaları hakkında bilgi verirken, “Bugün cuma. Cuma günü ustalar çalışmıyor, dinleniyorlar. Camiye, pazara gidiyorlar.”[lvii] diye yazan İlhan Berk, 11 Mayıs tarihli günlüğüne de “Bugün Cuma[lviii] diye başlamış. (Burada çelişkili bir durum var. Ayın hem 9’u, hem 11’i Cuma olamaz…)

Şifalı Otlar Kitabı’nın Farklı Bir Özelliği mi Var?
İlk baskısı 1982’de yapılan Şifalı Otlar Kitabı[lix], İlhan Berk’in nesir kitapları arasında farklı bir yerde durur. Bitkileri çeşitli yönleriyle deneme tarzı metinlerle anlatan İlhan Berk, kitabının temeline bugün “Alternatif Tıp” olarak adlandırdığımız sahaya ait farklı kitapları yerleştirmiş, oralardan yaptığı yoğun iktibaslarla ilginç bir eser vücuda getirmiştir. Esere kaynaklık yapan kitaplardaki dini lisandan ötürü olsa gerek, İlhan Berk bu kitapta pek çok dini gönderme yapar. Bu göndermeler arasında İslâm’a ait olanlar hayli fazladır. Fakat aralarında İslâm’a aykırı yaklaşımlara da rastlanır.
Şifalı Otlar Kitabı’nın başına dini bir söylem havası taşıyan bir epigraf yerleştirir: “Şifalı otlar bulucuları gibi ben de kitabıma Yukarı’nın adıyla başlarım.” Şair burada ‘Tanrı’yı  “Yukarı” kelimesiyle ifade etmiştir. Kitabın “Başlama” başlıklı girişinde ise daha net bir tutum takınılmıştır. İlhan Berk’in, Allah’a hitaben yaptığı yakarıştan uzun bir bölüm aktarıyoruz:
Bu yeryüzü ki senindir, başkaca hiç kimsenin değildir ve orasını denizler, karalar, ormanlar, göklerle çevirip bütün yaratıkların, bütün canlı cansızın yurdu yapıp hepsinin de zengin demeyip fakir demeyip güzel hallerini alınlarına yazıp türlü nimetlere de boğup o yüzü nice güneşler görmüş adı güzel Muhammed’i ve de onunla her sayfası güzel harflerle donanmış kitaplar kitabı Kuran’ı da yol göstersin diye bu dünya denen –çatısız, direksiz- yere indirip sonra da kullarının günleri çeşitli bitkiler, hayvanlarla bu dünyada –eski bir ev sahibi gibi- güzel sağlık içinde geçsin diye ‘Lokman’a hikmet verdik’ deyip, her şeyi de bizim kılıp o güzeller güzeli yukarıki yerine çekildin.
Sözüm şudur ki, ben senin zaif, değersiz bir kulunum. Yaşım uzayıp altmış ikiye geldi buldu. On yıldır bir ot cenneti olan Halikarnassos’ta, her şeyden elimi ayağımı çekmiş yaşayıp giderken, otlar pirimiz Lokman Hekim’e merak sarıp –onun elimden tutmasıyla da- senin: ‘Hiçbir dert indirmedik ki devasını da indirmiş olmayalım’ diye buyurduğun güzel sözüne uyup otları –o dilsiz kullarını- yine senden kuvvet alıp anlatmak istedim. Dedim ki otların soykütüğünü söyleyeyim de bu dünya –ki senin bir kitabındır- daha bir anlaşılsın, değerini daha bir bilelim. Hem sen de ‘Göklerde ve yerde neler var! Bir baksanıza!’ demedin mi? Bunun ne denli güç bir iş olduğunu bilmez değilim; ama, sana sığınıp senin biricik kulun Lokman Hekim’in de elini öpüp bu güç işimi başaracağıma inandım. Bunun için, benim, ben fakir İlhan Berk’in, otlar dünyasındaki bu ilk seferinde elinden tut ki, bu yolculuk ona uzun gelmesin. Hem senin bu kulun, güçsüzlüğünü bilir, tuttuğu kırk yıllık bir çileli yolda burnu hiç havada olmamıştır. Hem yolun uzun, dikenli oluşundan yakınmaz o, yeter ki bu dünyayı anlatmaya çıkmış, senin nice kullarından birinin de o olduğunu bil.[lx]
“Otların, Hayvanların Padişahı Lokman Hekim Üstünedir” başlığına koyduğu dipnotta Lokman Hekim’i takdim eden İlhan Berk, kitapların “ondan Halil İbrahim Peygamber kuşağından” diye bahsettiğini, “Tanrı’nın sevgili kulları arasına karışıp birçok peygamberle görüş”tüğünü, “Hz. Davut’un ateşli elinde meydana gelen kalkanı sabırla seyret”tiğini belirtir.[lxi]
 “Adamotu” metninde bu otun Tevrat’taki karşılığını da veren İlhan Berk, padişahlardan bahsettiği bir cümlede, onları “Tanrı mezarlarını aydınlatsın” şeklinde selamlar.[lxii] Aynı metinde “Hz. Süleyman”, “Havva Anamız”, “Âdem Babamız” şu cümleler içinde kullanılır: “Hz. Süleyman’ın da kurdun kuşun dilini bilmesinin, yüzük taşının altına koyduğu bir atamotu kökünden geldiği söylenir. Havva Anamız da, Âdem Babamıza adamotuyla yanaştığı için onun aklını başından almıştır.” Bu arada, kitabının girişinde Allah’a yakaran İlhan Berk, “Adamotu”nun sonunda farklı şeylere dua etmektedir: “- Ey gece! Ey sır küpü gece! Ve ey yerin altındaki üç başlı zebani! Hep duyun! Ey kara yer, sen sihirbarlara şifalı otlar sunarsın. Ey hava, ey rüzgâr, ey dağlar taşlar, ey uçan kuşlar, ey akan sular, ey duran göller, ey orman perileri! Hep duyun. Hepiniz bu zavallı kulunuza yardın ediniz, acıyınız!/ Tamam oldu. [lxiii]
“Ayva” adlı metinde Hz. Peygamber’e şöyle atıf yapar: “Dünya nimetlerine hiçbir zaman gözlerini kapamayan Hz. Muhammed –Tanrı’nın selamı üzerine olsun- otlara değin uzanan insanlığını ayvadan da esirgememiş: / -Ayva yiyiniz! buyurmuştur. / Böylece de ayva kutsallığa bürünmüştür. Müslüman bir meyve olup çıkmıştır. Öyle ya, yalnız insanlar, kentler, mahalleler, sular, kokular Müslüman olmaz ya? Ayva da olacaktır elbet.”[lxiv]
“Defne” başlıklı metinde de Hz. Muhammed’e atıf yapan İlhan Berk, O’nun bu bitki hakkında konuşmadığını şöyle dile getirir: “Ta eski çağlardan beri bilinmesine karşın, nedense sevgili Peygamberimizin sağlık öğütlerine girmemiştir. Bir çöl insanının sözlüğüne nasıl girsin, demeyin. İnciri, narı, zeytini nasıl soktuysa, isteseydi, onun için de bir ayet düşürürdü.[lxv] Defne için mitolojik bir hikâye de sunar İlhan Berk: “Mitologyada, defne ağacına dönüşen, Thessalia Irmaı, Peneus’un kızı diye tanıtırlar onu. Apollon’un arkasına düştüğü kızlardandır. Babası kızın ondan kurtarmak için Tanrı’ya yalvarmış yakarmış, Tanrı da kızı defne ağacına döndürmüş. Defne, o upuzun saçlı, altın sarısı kız işte![lxvi]
“Ebegümeci”nde bu bitkiye Pythagoras’ın öğrencileri tarafından “kutsal bitki”[lxvii] denildiğini kaydeden İlhan Berk, “Elma”yı ise “cennet meyvesi” olarak anlatır: “Değil mi ki bu cennet meyvesini Havva Anamız, Âdem Babamıza sunmuş; böylece de insanoğlunun tarihiyle yeryüzünün çizgisi değişmiştir.”[lxviii]
“Gül” başlıklı yazıda bir ara sözü “Peygamberimiz”e getiren İlhan Berk, bir kaynağa atıf yapar: “O. H. Mürşit Efendimiz de, Peybamberimiz onu yüceliğinden, güzelliğinden yaratmıştır, diyecektir. Peygamberimizin –Tanrı’nın selamı üzerine olsun- kokusunun da onda olduğunu ekleyecektir.[lxix] Bu yazının son bölümünde “Havva Anamız”a ve “peygamberimiz”e yapılmış atıflar yer alır.[lxx]
“İncir” başlıklı metinde Hz. Muhammed ve Hz. Âdem’e atıflar yapılmıştır: “Bütün meyvelerde dişilik bulan D. H. Lawrence, incirde sesini daha bir yükselterek ‘İncir çağlar boyu dişilik yarığının adı olagelmiştir’ de. Biricik peygamberimiz de (A. S. V.)  (bilinmez aynı nedenden mi) onu övmekten kendini alamamış, ‘İncirden az bile olsa yiyiniz. Çünkü ben cennetten indirilmiş bir meyveyi söylemiş olsaydım, o meyvenin incir olduğunu söylerdim’ diye buyurur. Ulular ulusu Kâtip Çelebi de –Tanrı ondan razı olsun- inciri anlatırken Âdem Aleyhisselam onun yaprağıyla örtündüğü için, başka ağaçlar önce yaprak, sonra meyve çıkardıkları halde, incir önce meyve, sonra yaprak çıkarır diye yazar. Ya İbni Abbas? ‘Âdem’e yenmesi yasak edilen ağaç incirdir’ diyecektir. Böylece de incir, dişilik belasıyla yıkana, yoğrula, gide gele, kendine, tarihte bir yer ayırtmayı bilmiştir.”[lxxi]
“Kabak” adlı denemenin girişinde “Eski şifalı otçular kabağı anlata anlata bitiremezler. Dinsel bir büyü bulurlar onda.” diyen İlhan Berk, sözü Hz. Muhammed’e getirir: “Bu belki de peygamberimizin onu çok sevmesindendir. Değil mi ki peygamberimiz, ‘Kabak dimağı geliştirir. Aklı artırır’ diye buyurmuştur. Hem kabağa peygamber aşı dendiğini de biliyor musunuz?[lxxii]
“Kekik” yazısında “Hıristiyanlık dünyası”ndan bahseden İlhan Berk şöyle der: “Güzelim o kokulu oltandandır. Eski Yunan’da adı ‘Aşkotu’ diye geçer. Hıristiyanlık dünyası bu yüzden rahibelerin onu koklamasını, koparmasını yasaklamıştır.”[lxxiii] İlhan Berk, “Mercanköşk” adlı metninde ise “Eski Mısırlıların Tanrısı Osiris”e atıf yapar.[lxxiv]
“Nar” yazısında Hz. Muhammed’e atıf yapan İlhan Berk, şunları söylemektedir: “Meyveler içinde en zengin mitologyayı narın oluşturduğunu biliyor muydunuz? Sevgili Peygamberimiz nar için bir hadis düşürerek ‘Narı içindeki zarı ile yiyiniz, muhakkak ki o mideyi temizler’ diye buyurmuştur. Yalnız bu kadar mı? Onu, eskiler de Muhammed’in dişlerine benzeterek, yere düşürülmesinin, hele hele çiğnenmesinin günah olduğunu da söyleyerek ölümsüzleştirmişlerdir. İbni Abbas da ‘Sizin narınızdan bir nar yoktur ki, içinde cennetten, cennet narından bir habbe bulunmasın’ diyerek o da onu övecektir.”[lxxv]
“Pelin” başlıklı metinde İlhan Berk, Allah’ı şöyle anar: “Ölü yeşili ya da gümüşsü, gri yeşil diyorum ben ona. Sevgili Tanrımız onu eline alıp bir kanaviçe işler gibi işlemiştir sanki.[lxxvi]
İlhan Berk, “Sarımsak” ta bu bitkiyi “Uyuyan bir kilise, bir şato”ya teşbih eder.[lxxvii]
“Üzüm” başlıklı yazıda ise Nuh Peygamber ve Hz. Muhammed’e atıflar yapılır: “… üzümün Nuh Peygamber zamanında da bilindiği”ni aktaran şair, şunları kaydedecektir: “… üzüm Hz. Muhammed’in de gözünden kaçmamış:/ - Kuru üzüm ne güzel yiyecektir! / diye, ona da bir dipnot düşürtmüştür. Sevgili Peygamberimiz üzümün bu güzelliğini saptadıktan sonra da ‘Kuru üzüm ağız kokusunu –bu belayı-güzel eder. Balgamı giderir’ diyecektir. Onun, üzümün kurusunu bile böyle övdüğüne göre, yaşını varın siz düşünün![lxxviii]
Şifalı Otlar Kitabı’na bir “Bitirme” yazan İlhan Berk, başta da kullandığı gibi Allah için “Yukarı” ifadesini kullanır. Metnin sonunda ise “En iyi bilen Tanrıdır” ifadesini kaydeder.[lxxix]

Geçerken…
Buraya kadar sayıp döktüklerimizle, ilaveten söylediklerimizi birkaç cümleyle özetlersek, İlhan Berk’in gerçek bir kişi ve sosyal bir varlık olarak ‘tanrıtanımaz’ olduğunu belirtmemiz gerekir. Fakat bu onu tek başına anlatacak bir ifade değildir. İlhan Berk, sanatını oluştururken, farklı dinlere, özellikle de Hıristiyanlığa önemli atıflar yapmıştır. Onun bu kaynaklanma metodundaki çift başlılık, İnferno’daki “Ortaçağ, Düşükle” başlıklı metninde de görülür, zira orada “minyatürler”den bahsederken Haçlı Seferlerini anlatır: “Haçlı Seferlerinin resimli tarihi de minyatürlerdedir. Ortaçağ, minyatürlerde bir bayram yeridir. Haçlı Seferleri bile savaş imgesinden çok, bir gösteri sahneleridir. Arslan Yürekli Richard’ın Haçlı gemi seferleri bir masal havasındadır. Şövalyelerin Yuvarlak Masa Toplantısı’nda, Aziz Graal’ın belirmesi bütün bir ortaçağın dinsel dünyasını bir çırpıda çizer.”[lxxx] Yazısının devamında “Müslümanların Ortaçağı”na temas eder: “O yaşama baktığımda tam bir düşülkede bulurum kendimi. Hele Müslümanların Ortaçağı ise bu. Her şey sanrısal bir senaryoya dönüşür. Kervansaraylar, hanlar, katır, deve sırtlarında yolculuklar; o Mısırlı, Hintli, Horasanlı tacirler, kapalı çarşılar, kervanlar, aşçılar; Muhammet’in bitimsiz imgesi; keten, pamuk, bakır, ipek; Semerkant, Şam, Kahire, Basra, Bağdat, Nişapur, Şiraz, kırk gün geçmeden dağlara bile bakamayan o loğusalar; Greta Gabro gibi bebeksiz büyüyen çocuklar; köyler, adamlar, kadınlar, kör müzisyenler, dilenciler; Mekke, Medine, vb. / Hepsi, bende bir simgeden, imgeden öteye gitmeyen Ortaçağ![lxxxi]


İLHAN BERK ŞİİRİNDE ‘ALLAH’…

Güneşi Yakanların Selâmı Yahut Allah’ı Fotoğrafa Almak…
Şairin N. İlhan Berk imzasıyla 1935’te İzmir’de “Manisa Halk Evi” tarafından yayımlanan Güneşi Yakanların Selâmı![lxxxii] kitabının başında yer alan ithafname konumuz açısından oldukça önemlidir. Bu metinde şair şöyle der: “ ‘Güneşi yakanların selâmı’nı sana ithaf ediyorum.. Verilen bir sözü yerine getirmek için.. Denirki: ‘Medeniyet Allahı fotoğrafa alabildiği gün en yüksek mertebesine varmış olacaktır!..’ Halbuki bence medeniyetin kudreti; Allahı fotoğrafa alabilmekle değil; Seni olduğun gibi fotoğrafa çekebilmekle ölçülecektir![lxxxiii] Şair, ithaf ettiği kişi (herhalde sevgili) ile Allah arasında ‘fotoğrafa al’mak bakımından mukayese yapmakta, tercihini ithaf şahsı lehine kullanmaktadır.
Güneşi Yakanların Selâmı!’nda yer alan “Tanrımla Başbaşa” başlıklı manzumede Allah’a hitap edilir. İlk dörtlük şöyledir: “Bu akşam tanrım ben, huzurunda diz çöküp/ Bu akşam, Bu akşam da kafamı yoruyorum./Kurd kaynayan yarama bir merhem isteyorum/Hep neyim varsa artık, ayaklarıma döküp!”  Sonnet şeklinde tertiplenen metin sonraki bentlerde teklifsiz bir şekle bürünür: “Bu akşam, bu akşam da yerlere kapanarak/Yetmedi mi bu acı, kullarına diyorum?/Sürünen gölgeni bir peygamber sanarak;/Yüz yıllık putlarına bir adak adayorum…// Yerde, gökte yürüdüm ardından adım adım/böyle seni her akşam yakınım da sanarak/Aç kaldım! Kullarına yine el açmadım!..//Ruhuma alışık son bir yer yok mu? diyorum/Ve her akşam göklere kollarımı açarak:/Tanrım! Ben yalnız senden ‘sükûn’ dileniyorum…[lxxxiv]

İstanbul Kitabı’nda Öteki’nin Berikileşmesi: “Müslümanlar” Şiiri
İlhan Berk’in İstanbul Kitabı[lxxxv] konumuz açısından ilginç malzemeler sunar. Kitabın ilk metni olan “O İnsanlar” şiirinde şair bilinen tavrını sürdürür. Örneğin metnin dördüncü bendinde şöyle demektedir: “O İnsanlar ki, ne adlarını ne dillerini biliyorum. / (Kol kola gezecek kadar belki dosttur Allahla)/ Belki ilahlarla bir yatakta yatarlar.[lxxxvi] “Cennete Sual” başlıklı metinde ise ‘besmele’ye atıf yapsa da bakışı olumsuzdur. İlhan Berk’in bu şiirde göze batan beyti şöyledir: “Bahçelerin mi var, insan gözü değmedik/Bir bismillahla bir şehir mi yükseltilir.”[lxxxvii]
İstanbul Kitabı’nda, “Dünyada En Güzel Şehirler Uyanır” başlıklı bir metin vardır. Bu metinde İlhan Berk, şehir insanlarıyla ilgili hüküm verirken şunu söyler: “Bütün yataklarında doğrulan insanlar aşkı ve Allah’ı düşünmez olurlar.[lxxxviii] Bu tespit kuşkusuz insanların içine düştüğü durumu izah içindir. Şairin temennisi olarak algılamak doğru sayılmaz. Fakat hemen arkasındaki “Ve İnsanlar da Ağaçlar Kadar Yağmura Arzuludur” başlıklı metin, bu hüsn-ü zannımızı boşa çıkarı mahiyettedir. İşte bu metindeki bazı dizeler: “Yeniden sevmek hali bütün güzel şeyleri/Allah’ı tanımayan çocukları, denizi, eşyayı” “Şehir ki beyaz minareleriyle güpegündüz rüya görür/Ve minareler uzaklaştığımızı bağırırlar Allah’tan” “Niçin bir yabancı namaza durur gibi ellerini bağlayarak/Vapur acentalarının önündeki seyahat resimlerine bakar?” “Büyüyen gizi hâlâ gözümde ilk insanın/Ve çıldırası hali rahmete beslenen hürmetin”[lxxxix]
Bu bağlamda İlhan Berk’in “Müslümanlar”[xc] şiiri önemlidir. Şair, Müslümanları ötekileştirerek anlatmakla birlikte, olumlu bir bakışla yaklaşmaktadır. Şairin “tanrı”ya bir vesileyle “şükür” de ettiği manzumenin tamamı buraya alınabilir:
Bol minareli şehirlerin akşamüstlerinin sessizliği
O Müslümanlar ki benimle beraber yaşarlar aynı hayatı

Kuşlar Allah'a yakın dururlar rahat camilerde
Bir mevsimin mürüvvetini taşırlar inanmak kadar güzel ve iyi

Garip ve cahil arzulanışların büyüyen saltanatı
O korkunç temizliğine hazırlanış bayram sabahlarının

Bir selanın yarı aydınlığı içinde abdal kızlara
Sevdiğim çocuklar aşksız haremlerin gözleriyle bakmasını bilirler

Kurşun rengi havasında kocaman kubbelerin
Namaz kılan ihtiyar askerlerin ruhudur dolaşmakta

Bedevi at üstünde de dindardır her zamankinden
Müezzinleriyle ünlü memleketler düşünmektedir

Uzak dağlarda malları yağma edilen bezirgânlar var
Ve garip camiler dolup boşalmaktadır

Neden sonra Tanrı adıyla dolu bir duaya
Zengin bismillahlarla hazır oluşu bütün cemaatin

Arabalar dolusu narlar ve hurmalar ikindi üzerleri
Müslüman pazarlarından seyahate çıkarlar

Dağca arzular ve sıkıntılar olur insanlarla devam eden
Şükür ki insanlar Tanrım yaşarlar ve ölürler

Uzak bahçelerde sela veren Müslüman çocuklar var
Selam kadar engin ve sonsuz hikâyeler söylemesini bilirler

Beyaz cam avlularında bol sularla akan o çeşmeler
Yarıda kalmış bir eski zaman şarkısıdır masallara

Zengin eşyalı dükkânlarda sabahla beklerler
O satıcılar ilk siftahını bir Müslümanın

Akşam vakitleri dindar havayı dolduruşu ezanların
Yeni bir namaz için abdest alan Müslümanlar

İstanbul Kitabı’nda “Hayatı Deliler Gibi Yaşayan Şehirler” başlıklı metinde şehirlerde yaşayan insanlar anlatılırken şu ifadeler dikkat çeker: “Geceleri dükkânını Tanrı’ya emanet edip kapayan mücevherci/Heyecanlı bir tavla oyununu takip eden emekliler”… Aynı metnin devamında “Allah’ı bir ayna parçasına değişen çocuklar [xci] ifadesine rastlarız. Bu şiirin hemen ardından gelen “Son Yerine”de “İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın”, “Minarelerine takılan bulutların sarhoş olduklarını şairler söylediler” ve “İki gözü iki çeşmedir serseriler için İstanbul/Dört yanında Allaha söve söve yaşanır” ifadelerine rastlanır.[xcii] ‘Allah’ lafzı bir sonraki şiir olan “Yağmura Dair”de deyim içinde geçer: “Allahın günü geçen insanlar güzeldiler[xciii]
İstanbul Kitabı’ndaki “İnsanlara Dair” başlıklı metinde “Müslümanlar” üzerine verilmiş şu hükmü görürüz: “Allahtan iyi rüyalar isteyerek uykuya kapanan Müslümanlar/Uyumaktan başka kârı olmayan caniler/Yalnız uykularında kurtulan esirler/…[xciv]
İstanbul Kitabı’nın ikinci bölümünde yer alan “İstanbul” başlıklı metnin ilk dizelerinde kirli bir İstanbul silueti verilir: “İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın/Havada kaçan bulutların hışırtısı/Karaköy çarşısından geçen sramvayların camlarına yağmur yağıyor/Yanicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler/Hiç kımıldamıyorlar/Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor[xcv] Aynı metnin başka bir bölümünde “Sanki bir can pazarı kurulmuştur/Uyuyan şehirleri evlerini Allahı satıyorlar” ifadesine rastlarız. [xcvi] Bu metnin ilerleyen dizelerinde “Allahın günü bahriye neferleri dolaşır/Günde üç defa işçiler geçer[xcvii] ifadelerini okuruz. Aynı metinde insanlar üzerine verilen hükümler şöyle devam ediyor: “Bir anda hepsi yattıkları gibi uyuyacaklar/(Allahı düşünmeyi işsiz güçsüz insanlara bırakmışlardır)[xcviii]  [Bu arada İlhan Berk uyuyan ve karanlıkta olan beldeler olarak Sirkeci, Fatih, Aksaray, Eyüp şeklinde sıralarken, “Maçka Şişli güpegündüz[xcix] ifadesini kullanır. Şu da var: “Süleymaniye kendini zorlayıp aydınlığa çıkmış, dinliyor/Ayasofya ellerini indirmiş/Memnun[c]) Metnin sonraki sayfalarında İstanbul “Kirli göğü minareleri kubbeleriyle[ci] şeklinde karşımıza çıkarılır. Devamında “Minarelerine takılan bulutların sarhoş olduklarını şairler söyledi/Sualler tanzim edilir yaşamaya ait, sorulmaz/Dört yanında Allaha söve söve yaşanır[cii] ifadeleri de yer alır. Metnin bir başka dizesinde ise “Allah” ifadesi deyim içinde kullanılır: “Uzağındasın yana şehirlerin/ Yalnızlık Allaha mahsustur/Yüreğini ortaya koymuş bakıyorsun[ciii]
İlhan Berk, İstanbul Kitabı’ndaki “Bir Halk Ayaklanması Notları”nda ise “İnsan sevmemek Allaha mahsustur[civ] demektedir.
Şairin Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953) ve Köroğlu (1955)  adlı kitaplarının toplamından oluşan Günaydın Yeryüzü[cv] adlı toplu kitapta “Allah” ile ilgili unsurlar oldukça azdır. Bu kitabın Türkiye Şarkısı bölümünde yer alan “Sebenli Halil” başlıklı metnin ikinci parçası olan “Yakup Bey’e Dair”de “Din iman hak getire/Elin namussuzunda[cvi] ifadeleriyle karşılaşırız. Aynı bölümdeki “Karanlık Ova” başlıklı metninin üçüncü parçası olan “Ovada Allahdeyen Dağı”nda “Ovada Allahdeyen Dağı/Allah demiyordu[cvii] ifadelerine rastlarız.

İkinci Yeni Saint-Antoine ile Başlıyor…
İlhan Berk, İkinci Yeni tarzında yazdığı ilk kitabı Galile Denizi’dir.[cviii] Bizim bu çalışmada kullandığımız sonraki basım Galile Denizi[cix]’nin muhtevasına ise şairin Çivi Yazısı (1960), Otağ (1961), Mısırkalyoniğne (1962) adlı kitapları da eklenmiştir. Bu açıklamadan sonra şu hususa temas edelim: İkinci Yeni Hareketinin ilk kitapları arasında da sayılan Galile Denizi, “Saint –Antoıne’ın Güvercinleri” şiiriyle başlar.[cx] Adını İstanbul, İstiklâl Caddesi’ndeki meşhur kiliseye yapılan bir atıf [dolayısıyla Aziz Antuan (1195-1231)] ile “çocukluğu Fener’de geçen”, “babası o günler Karaköy’de kunduracı” olan muhayyel Saint-Antoine’dan (Sanki bunların sentezinden) alan bu manzume, “Eleni’nin Elleri”, “Gençlik”, “Saint-Antoine’ın Sevişme Vakti”, “Fenerdeki Çocukluk”, “Sabah” “Eleni’nin Işığı”, “Gökyüzü” olmak üzere 7 bölümlük bir metindir. Metnin dördüncü bölümünde çocuk Antoine’ın çocukluğu, kiliseye ilk gidişi, dua edişi, gözünün önünden geçen evliyalar sıralandıktan sonra, babasının mesleğinden bahsedilir ve kunduracı olan babayla ilgili olarak şu dize söylenir:  “Çekici örsü gibi Allahını seviyor.[cxi] Peki, babasının bu Allah sevgisi çocuğa nasıl yansıyor? Bunu bir sonraki bölümde görmemiz mümkün. Günlük bir hayatı anlatılan çocuk Saint-Antoine, bize şöyle takdim ediliyor: “O gün bütün gün caddeyi seyrediyor. /Çocukları içeri alıp olmayacak şeyler anlatıyor/Allah yok diyor mesela[cxii] Hıristiyanlıktan esinlenilmiş pek çok unsurun bulunduğu bu manzumede aşk ve cinsellik (Örneğin “Eleni’nin göğsü soyulmuş badem”) [cxiii]  ve sıra dışı tutumlar (Örneğin “Bir İncil istiyor,/Bir İncil veriyorlar./Alıyor birçok yerlerini çiziyor, yeniden yazıyor/Bir buluttan Teo Fano, Maneli, Avi Antimos, Kalina geliyor/Diz çöküyor Salomi,/Yok diyor Antoine ilk, Böyle şey yok artık, diyor/Salomi’yi tutup kaldırıyor/Yeni İncil’i uzatıyor Kalina’ya/Bundon sonra İncil bu diyor.”)[cxiv]  dikkat çekmektedir. Fakat iyice dikkat edilirse, bu manzumenin bir kahramanı da şairimizdir. İlhan Berk, sanki Saint-Antoine ile özdeşleşmiştir. Bunu, ikinci bölümün hemen başındaki “Ruhum/İlhan Berk köprüden geçiyor duyuyor musun?[cxv] şeklinde tezahür eder ‘tecrit’le birlikte son bölümde hissederiz.
Galile Denizi’nde yer alan “İvi Stangali” adlı metinde dini iki mefhumla karşılaşırız: Havra ve İsa. Şiire adını veren İvi Stangali, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesinde yetişmiş Rum asıllı bir ressamdır. 1963-1964’te Yunanistan’a göç ettirilmiştir.[cxvi] İvi Stangali kendi adını taşıyan şiirle dikkatlere sunulurken, yukarıda bahsettiğimiz iki dinî unsurun anılmasına da fırsat verir: “Daha bir çocuktu İda ağzıyla bir havrada sabahladık.” “İsa’nın o on iki balıkçısı bir daha denize dönmeyeceklerdi yazık.[cxvii]
Galile Denizi’nin bir başka manzumesi olan “Bel Canto” bir “Öndeyiş”i ve takiben 5 bölümden oluşuyor.  Gayr-i Müslimlerin hayatından kesitlerin sunulduğu manzumenin “Öndeyiş”inde “… Koço’nun İsa’ya benzeyen yüzü uyuyor[cxviii] denilerek Hz. İsa’ya bir gönderme de yapılır. “Bileyci Niko Margarit” başlıklı 3. bölümde ise Margarit’in ağzından Allah lafzı bir deyim içinde geçirilir: “Bıçak bilemektir benim işim/Her Allahın günü gökyüzüne karşı.[cxix] Burada bıçak bilemenin “gökyüzüne karşı” oluşu dikkatlerden kaçırılmamalıdır. “Allah” lafzının deyim içindeki kullanımı metnin “İlya Avgiri’nin Karısının Acı Türküsü” adlı 5. bölümünde de yer alır: “Her Allahın günü daha bir sevmek/Daha bir cumhuriyeti, İlya Avgiri’yi[cxx]
İlhan Berk’in Çivi Yazısı’nda da İslâm öncesi uygarlıkların farklı unsurlarına atıflar vardır. Bir kısmı mitolojik nitelikteki bu atıfların arasında Hıristiyanlığa ait unsurlara da yer verilir. “Sahi Siz mi Geldiniz Saksılarım Işıdı” adlı metinde yer alan “kiliseler”  gibi. “Bunlar Akad’da öyle defterler, kitaplardı/Cumartesi işte ellerinizi değdiniz./Usumda ben sizinle ne güzel gökler tuttum/Büyüttüm kiliseler gibi yalnızlığımı[cxxi] 

Âşıkane’deki Tahfifler…
İlhan Berk’in Âşıkane (1968), Taşbaskısı (1975) ve Şenlikname (1976) kitaplarının toplamından oluşan Âşıkane[cxxii] adlı kitabında yer alan “Ay Vakti” mensuresi bir “Öndeyiş” i takip eden 10 bölümden oluşur. “Ben” başlıklı 8. bölümde “Muhammet” ismine yer verse de, gerek yan unsurlar, gerekse anlam çerçevesi herhangi bir dinî ve dahi İslâmî normları tahfif eder niteliktedir: “Aşağılarda beyaz bir haçı taşıyorlar. Çocuk Muhammet gülüyor duvarlarda. Kara güzel devesinin üstünde kuşlara yem veriyor. Üç kat dört kat evler. Kemerli, küçük pencereleri, duvarları yok. Balkonları sarı. Ve yataklar beyaz. (Yataklar her çağda beyazdır. Bizim çağımızda da beyazdı). Çok ağlanırdı. Kış şerbetleri gelir, gülsuları serpilirdi. Ve şekerle develer güzeldi. Bir Arap kızları toplar soyardı. Kapardı kızlar önlerini. Bir resimde Zeus, Europa’yı kaçırır, sonra düzerdi. (Adam kitabı ne güzel tutardı. Melekler gelirdi, inmezdi.)[cxxiii]
Şairin Şenlikname’sinde yer alan “Âşıkane,” başlıklı metin de İslâmî bir karşı-duruşun yansımasını gösterir. Bu metne “[Hiçbirşeyinadınıanmadanbaşlarım][cxxiv] şeklinde başlanır. Metinde, bulunmuş ve bir kısım yerleri okunamamış defterden bahsedilir. Defterin maddi özellikleri yanı sıra içeriği hakkında da bilgi verilir. Bu arada defterin sahibi “Bir imza: İLHAN BERK” denilerek belirtilir. Bu ifadeden hemen sonra verilen dipnotta “Defter sahibi”nin fizikî özellikleri de bildirilir. Şu halde, gerek gerçek bir kişi olarak şair İlhan Berk, gerekse kurgulanmış bir kahraman olan İlhan Berk, “besmele”ye aykırı bir tutumu takınmış görünmektedir.

Atlas’taki Sıradan Kullanımlar…
İlhan Berk, Atlas[cxxv]’ın “Yerküre” adlı birinci bölümünde bir metne uzun bir ad vermiştir: “Hüvelbaki Kütbül Arifin Gavsil Vasilin Hazreti Hacı Bayramı Veli kuddese Sirrehu Evladı Kiramlarından Sarı Saltır hazretlerinin Merkadi Şerifleridir Fatiha 1204”[cxxvi] Bu başlık altında yer alan uzun ve mensur metinde “Papaz”, “İsa”, “rahibe” kelimeleri[cxxvii] dışında dini içerikli herhangi bir kayda rastlamayız.
Atlas’ın bu bölümünde yer alan “İstanbul, III” adlı metnin “Sesler” başlıklı bölümünde “Ve yetmiş mahalle islâm, on bir mahelle Rum ve Ermeni ve bir mahalle Yahudi diye bir tarih düşüyor[cxxviii] ifadesine rastlarız.  Aynı bölümün bir başka metni olan iki bölümlük “Taymis”te “Ve ürkek Haliç’in Ortodoks yakası gibi[cxxix] ifadesinin yanı sıra “Pazar günü Allah’ın ne kadar sıkıldığını. Kıravat taktığını.[cxxx] ifadesini de okuruz. Metnin devamında Hz. İsa’dan ise şöyle bahsedilir: “… Nasıriyeli İsa’yı ve: Zenginbiradamın cennete girmesibirdeveniniğnedeliğindengeçmesindenzordur! Dediğini…[cxxxi] Aynı şiirin ikinci bölümünde şöyle denilmektedir: “Ve her sabah Allah bir bardak su kılığında geliyor 5 sularında/Ve giyiniyor Elworthy Caddesine çıkıyor bir tanıdığına uğruyor/Ve manyetik iğneyi Araplardan alıp Avrupalılara veriyor/1180’lere doğru/Ve Floransa’ya gözlük götürüyor/Ve bono kullanıyor/…[cxxxii]
Atlas’ta yer alan “Paris” başlıklı manzumede de “Allah” lafzı sıradanlaştırılmış bir ifade olarak yer alır: “Rüzgârın elinde Gramont sokağı/Belli Allah’la oturup kalkmak istiyor, kahveye çıkmak ve dolaşmak sabahları[cxxxiii]
Atlas’taki “Roma” şiirinde Buda’dan bahsedilir: “yukarılarda. Santa Maria Maggiore alanı uzun/Uzun yüzü gibi bir Buda’nın ya da bir yalvaçın hiç uyumayan.[cxxxiv]
Atlas’ın ikinci bölümünde yer alan “Turan Erol’un Üç Resmi Üstüne” başlıklı metnin “Luxembourg Parkı” adlı üçüncü bölümünde “Allah” lafzının sıradanlaşması şöyle tezahür eder: “Luxembourg Parkı diye bir siyah-beyaz, Paris’de: Allah’ın/elinde. Geceyarısı vardiyasına hazırlanıyor, birbaşına:/ -Göğün orda toplanın, ben de geliyorum! diyor.”[cxxxv]
Atlas’ın “Halikarnassos Yazısı” başlıklı dördüncü bölümünde yer alan “Bana Alarga Et Gel Gel Diyen Gök” başlıklı metnin “Lodos” bölümünde Allah kelimesi klasik bir veda cümlesinde kullanılır: “…/ Aklımdan bunları geçirdiğim bir sıra:/ -Allahaısmarladık! dedi.”[cxxxvi]

Kül Kitabı, Yahut Doğa, Domuz ve “Tanrı’ya Ölüm!”
Şair Kül[cxxxvii] adlı kitabında materyalist bir tutumla, Allah’a karşı doğayı öne çıkarır. Bu durum “Doğanın Gizli Tarihi” adlı manzumenin tamamında, fakat en çok da “Gördüm en büyük yasacı doğa/Gördüm doğada her şey insandan yana.”[cxxxviii] şeklindeki son iki dizede tezahür eder.
Şair, Kül’de bulunan “Dana” başlıklı mensur metinde çeşitli hayvan etlerini sıralarken, Müslümanların ikrah ettikleri domuz etini öne çıkararak, etlerin en iyisi olarak takdim eder: “… en sevdiğim et de dana etidir, domuz eti bir yana, dünyanın en sağlıklı, en güzel etidir.”[cxxxix]
İlhan Berk, Kül kitabındaki “Kurşunkalem” başlıklı metinde kaleminin marifetlerini anlatırken, ona “Tanrı’ya ölüm” sloganını yazdırtır: “Bilir ki işi bir aracılıktır, ölümler, umutlar, isyanlar, acılar taşımak; ölümleri, acıları, isyanları yerli yerine koymaktır. Hiçbir büyüklenmeye, hırçınlığa, coşkuya kapılmadan, bütün soğukkanlılığıyla, benim:/ - TANRI’YA ÖLÜM!/ dediğimi yazabilecek; …[cxl] Böylece sanki, ateist bir tutum içinde bulunduğunu deklare eder.
İlhan Berk’in Kül’deki “Çınar” başlıklı metninde Bâkî’den aldığı şu beyitte Allah’a hamd edilir:
Bi-hamdi’llah şeref buldu yine mülk-i Süleymanî/Cülus etdî sa’âdet tahtına İskender-î Sâni[cxli]
Kül’de yer alan “Güvercin” başlıklı metinde güvercinin İslâm Ansiklopedisi’ndeki karşılığını araştıran İlhan Berk şöyle der: “İslam Ansiklopedisi’nde Müslüman bir kuş olarak geçer (Muhammed onu yanından ayırmazdı). Hem o da İstanbul’u Müslüman bir kent olarak seçmemiş midir? Nedir ki, yalvaçlar yalvacı Nuh onu gemisine almamıştır, baştan çıkarıcı, kösnül bir kuş diye. Ama Tevrat’da elçileri kuş, biniti yel olan Süleyman Peygamberin (şanı her zaman ulu ve yüce olsun) yatak odalarına değir girip çıktığı yazılıdır.[cxlii]

Deniz Eskisi’nde Süren Eski Alışkanlıklar…
İlhan Berk, Deniz Eskisi[cxliii] adlı kitabının ilk metni olan “Littera Amor, I” adlı metninin başında sanki “Tanrı”lığa soyunmuştur. Başlıktan önce kaydedilen şu ifade, onun söz konusu niyetini iyice ortaya koyar:
(bindokuzyüzseksenyılındaonüçtemmuzcumagünühalikarnassosda inmiştir)[cxliv]
Deniz Eskisi kitabında yer alan “İbn-i Hacer Heytemi’ye Göre Bir Ulunun Hayatı Üstüne Konuşmalar”[cxlv] başlıklı manzumede İmam-ı Azam Ebu Hanife anlatılır. Bunu metin içinde yapılan göndermelerden anlamakla birlikte, şiirin oluşumunda izlenen yolla ilgili olarak verilen kaynakçadan da istifade ederek öğrenebiliriz. Buna göre, anlatılan “Ulu” kişinin düzgün kıyafetli olduğu, çok koku süründüğü, unutkanlığa karşı “günnük sakızı” çiğnediğini, yatağa yaslanmadığını (uyumadığını), güzel konuştuğunu, yazları ipek ticareti yaptığını ve kârının tamamını dağıttığını, soyunda kölelik olmadığını, hiçbir zaman cariye kullanmadığını ve “Namaza başlamadan önce ağla”dığını görürüz. 
Deniz Eskisi’ndeki “Aşklar İçinde Bir Kentin Herhangi Bir Kentin” şiirinde “ruh”u sorgulayan İlhan Berk, inkârcı bir tutum sergiler: “Bak işte bu sokaktır senin ruhun diyorum/Sokakların da ruhu vardır çünkü (varsa ruh)[cxlvi]
Deniz Eskisi kitabının “Şiirin Gizli Tarihi” başlıklı bölümünde şiir dilinin kekemeliği üzerinde durulurken “tevhid denizi”, “kadını kendi vücudundan çıkaran Âdem”, “Hac”, “Hacı Bayram Veli” gibi İslamî terminolojiye ait kelime ve kavramlar kullanılır. [cxlvii] Aynı metnin sonraki bölümlerinde gelişigüzel sıralanan kimi tarihi ve sosyal olaylar ve durumlar arasında “… Yunus Emre yani / yağlıboyanın icada / kadınların örtünmesi / Medine dönemi / maskeli balolar / Yani barut şarabın haram edilmesi / Peygamber Muhammed’in karıları hakkındaki hüküm / yani gül tansığı /ateş / Edirneli bir taşçının mezar taşı / o taze oğlan/ yani gece / Haç yolu üzerinde yer yer su dağıtıcıları yani[cxlviii] şeklinde bir bölüm vardır. İlhan Berk’in İslâmî nitelikle kimi unsurlara nasıl baktığını bu metinden de kolaylıkla anlayabiliriz. Benzeri bir tutuma sonraki satırlarda da rastlarız: “… haç yolları/ilk coğrafyacılar/ İsa’lar, çocuk Muhammet’ler/cilalı taşlar, deli otlar/ (…) /yani eşyanın kötü tadı, buğday, fecir devletleri/yani cenin ormanları/Çocuk ve Allah[cxlix]
“Şiirin Gizli Tarihi”nin sonlarına doğru İlhan Berk şairlerin Allah’la olan ilgisine temas eder. Ona göre bu ilginin gerekçesi şudur: “Ozanların Allah’la oturup kalkmak istemelerine şaşmamalı. Aramızdan biri gibi ona bakmak istemelerindendir bu. / Bir adlandırma. O kadar.[cl]

Delta ve Çocuk’ta Kur’an ve Fakat…
İlhan Berk, Delta ve Çocuk[cli] kitabındaki “Şimşekli Bir Gecede Eski İberik ve Ölüm Üstüne Konuşmalar” başlıklı metne Kur’an’dan yapılmış iki iktibasla başlar. O iktibaslar şöyledir: “ ‘O alevli bir taşa girecektir. Boynunda liften bir ip olduğu halde onu taşıyarak karısı da (oraya girecek).’ ‘Ses kesildiği zaman geceye de and olsun ki…’ (Kuran)”.[clii] Şair bu iktibasları Kur’an’ın hangi surelerinden yaptığını belirtmemiştir. Biz belirtelim: İlki Tebbet (Mesed) suresi 3-5. ayetler; ikincisi ise Duhâ suresi 2. ayet…
Delta ve Çocuk’taki “Bir Sabah Gelen İçin Şiir” başlıklı küçük manzumede İlhan Berk, Allah’ı sabahla teşbih ve teşhis eder: “Allah sabah kılığında geldi/Kaldı.[cliii] Benzeri bir tutum, lakaydi bir üslupla aynı kitapta “Dağlarca” başlıklı metinde de karşımıza çıkar: “Günde 250 gr. Kuru üzüm yerdi./Ve Allah eskimez mi? diye sorardı.[cliv] Allah lafzı bu kitaptaki “Yılan” başlıklı ikilikte de geçer: “Yılan oynattık ve parsa topladık./Şimdi Allah’ın elindeyiz.[clv] “Yılan” manzumesiyle aynı sayfayı paylaşan “Sandal” başlıklı metinde ise “Muhammediye”, “rekât”, “Kuran” gibi kelimeler şöyle kullanılmaktadır: “Çinkolanmış bir sandaldan yanına bir Muhammediye alıp çıkmış/Bir rekâtta Kuran’ı baştan başa okurdu.[clvi]
Delta ve Çocuk’taki “Ayva” başlıklı metinde Allah lafzı sıradanlaştırılmış bir üslupla kullanılmaktadır: “- Ayva yiyiniz!/Allah bunu da not edecektir.”[clvii]
Bu kitaptaki “Bir Kadın Maviler İçinde Etekleri” başlıklı manzumede “Peygamberlerin hayat hikâyelerini okuyarak satardı.[clviii] ifadesi yer almaktadır.
 “Irmak” başlıklı manzumede “çan sesleri[clix], “Aşkta ve Acıda” manzumesinde ise “sinegog” (“Şimdi sen Galata’da bir sinegogdasın işte”)[clx] ifadeleri farklı dinlerin unsurları olarak yer alır.

Güzel Irmak’ın Korkunç İftirası…
İlhan Berk’in Galata[clxi] kitabında Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinden alınan metinler yer alır. Bu metinlerde bölgenin nüfusu hakkında bilgi verilirken kimi dini bilgiler de sunulur: “Bu, şehirde (Galata’da) on sekiz mahalle İslam, yetmiş mahalle Rum, üç mahalle Frenk, bir mahalle Yahudi, iki mahalle Ermeni vardır. Baş hisarda asla kefere yoktur. İkinci hisardan Arapcamii’ne gelinceye kadar yine yoktur. Bu mahallelilerin elinde Fatih’den kalma hatt-ı şerif vardır. Kâfir komazlar. Çünki bu aralık sükkânının ekserisi Sultan Ahmed asrında İspanya’dan gelen ciger-hun mübtecil taifesi Müslümanlardır.[clxii]
Şair, Güzel Irmak[clxiii] adlı kitabındaki “Sözcükler” şiirinde Hıristiyanlığa mahsus alamet-i farikaları kullanır: “Yaralıdır çün bütün sözcükler/O haçlı orduları. / (Siz yani günbatımı, çan kuleleri)[clxiv]
Güzel Irmak’taki “Şairin Kanı” bölümünde ise Hz. Süleyman, Hz. Muhammed ve Hz. Nuh’a farklı sebeplere bağlı atıflar vardır. Fakat bunlar da sıradanlaştırıcı bir üslup taşır: “Şairin toprağı, (…) Süleyman’ın Ezgileri, Muhammet’in çocukluğu, kuş sürüleri, (…) / Nuhun gemisine aldıklarıdır.[clxv]
“Şairin Kanı” bölümündeki bir yazısında ise, “Kur’an onca şiir yüküne karşın, korku kitabıdır sanki. Cehennem iki de bir önünüze sürülür. Bağışlamaya da pek yer verilmez./ Ya tenin kayganlığı? O hiç bilinmek istenmez.” diyen İlhan Berk, aynı yerde Şuara suresinin 224 ve 225. ayetlerini genel bağlamından kopararak iktibas etmekte, dolayısıyla tahrifata girişmektedir. İktibası kaldığı yerden devam ettirelim: “Pek, ya şairler?/’Şairlere gelince, onların ardına yalnız sapıklar düşer.’ (Ayet, 224)/ ‘Görmüyor musun, onlar her alanda aşırı giderler’ (Ayet, 225)” Burada İslâmî bilgi ve ilgi eksikliği şairin kaynaklandırmada yaptığı hatadan da anlayabiliriz. Dikkat edilirse, sure adını vermeyi düşünememiştir İlhan Berk. Bir başka husus, bu bölümün sonuna eklenen şu ifade, şairin şiiri Kur’an’a göre üst bir konuma sevketmek niyetini gösterir gibidir: “Şiir her zaman iktidardadır.[clxvi]
İlhan Berk “Şairin Kanı” bölümünün bir başka yerinde “Ne mi yapmalı şiir?” diye sorduktan sonra cevaplarının arasında “Allah’la Ölüm’le yarenlik etmeli” ifadesini kullanır.[clxvii]
“Şairin Kanı” bölümünde İncil’den de bir alıntıya yer verir İlhan Berk: “İsa onlara dedi: İnsanoğlu insanların ellerine verilmek üzeredir. (Matta’ya göre İncil)[clxviii]
Aynı bölümde yer alan “Sözcükler, Sevgili Lanetliler, IV” başlıklı metinde “Allahla Oturup Kalkmak[clxix] ifadesine rastlarız. Aynı metinde Hz. Yahya’dan şöyle söz edilir: “Şiir (…) Firavun arabalarının, Yahya’nın deve tüyünden esvabının, (…) ham ipeğin kucağında doğar.[clxx]

Pera’nın ‘Tanrı’sı Nasıl?
İlk baskısı 1990’da yapılan Pera[clxxi] kitabında İlhan Berk, Tarlabaşı’nı “gayya kuyusu”na teşbih eder. Buna bir de dipnot düşen şair, şu açıklamayı yapar: “Gayya kuyusu: Cehennemin beşinci katındaki korkunç kuyu, belalı yer, çukur.[clxxii] Aynı ifadeyi Tarlabaşı’yla bağlantılı olarak, farklı sayfalarda kullanmaktadır İlhan Berk[clxxiii].
Pera’nın Tarlabaşı’yla ilgili 2. bölümünün sonlarına doğru İlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Çocuk ve Allah” kitabını herhangi bir ayrıntı vermeden anar, kullanır.[clxxiv]
Berk, Balıkpazarı’nda PTT binasını (“Sıvacıoğlu Konağı”nı) anlatırken “Allah’ın günü” deyimini kullanmaktadır: “Birçok ‘hemcinsi’ gibi bu konak da tarihe bol bol göndermeler yapar. Nasıl yapmasın ki Allahın günü tarih aksıra tıksıra hep önünden geçmiştir.[clxxv]
Pera’nın “V. Kitap” bölümünde yer alan “Caddeler Caddesi Cadde-i Kebir Onun Üzerinedir” başlıklı metinde “Hey Tanrım” ifadesi ünlem olarak kullanılır: “Aşı boyalı evinin penceresinde Kont Ostrorog/Monoklu/Ve ‘adamakıllı seçkin gardrobunda’ eli/(Hey Tanrım, sanki bana gösteriyor!)[clxxvi] Aynı metnin bir başka yerinde “Ve Tanrı ile el ele Lion/Sevinçli ikisi de[clxxvii] dizeleriyle karşılaşırız. Metinde İlhan Berk “Tanrı” lafzına olumsuz bir anlam yüklemektedir.
Pera’nın aynı bölümünde “Küçük Sahne’nin Suzan Ablası ya da Tuvalete Bir Tiyatrocu” başlıklı metinde “Allah’a inanır gibi” ifadesi kullanılır: “Bu Allaha inanır gibi kuşlara inanan M. Ekonomidis/Bu uzun yüzlü Madam Kolarao/Ve nedense bu akşam yalnız çıkmış[clxxviii]
Pera’da “salipler, putlar, haçlar, Ortodoks”[clxxix], “Bizans”[clxxx], “kilise”[clxxxi], “Keldanice ayin”[clxxxii], “İsa”[clxxxiii], “Ortodoks”[clxxxiv],  “Müslüman”[clxxxv],  “Musa Peygamber”[clxxxvi], “İslamlarla gayri Müslimler”[clxxxvii] gibi ifadeler dikkatimizi çeken diğer dini içerikli unsurlardır.

“Muhammet Sesti”, “Ses Cennet, Cehennem”…
İlhan Berk, Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum[clxxxviii] adlı kitabında yer alan “Harflerle Sesler” metninde “Dünya harfti, suretlerdi.” dedikten ve pek çok kişiyi, canlıyı ve nesneyi saydıktan sonra “Muhammed de harfti.”[clxxxix] der. Aynı metnin devamında ise Hz. Peygamber’in ismini tekrar anar: “Muhammed (Muhammed’i biliyoruz, yirmi sekiz harfle konuşmuştur ve tini vardı ve de hiçbir kuş onun uçtuğu yere uçamamıştır.) kulağını seslere verdi. Yalnız onları dinledi. Sesti her şey. Sesti cennet, cehennem.[cxc]
Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum’daki “İm Ad Değildi Daha” başlıklı metinde Hz. Nuh, Hz. Muhammed ve Hz. İsa’dan bahsedilir: “Nuh Peygamber’in: ‘Ben iki bin yıl önce karım, çocuklarım, gelinlerim, hayvanlarımla Cudi Dağı’nda gemisi karaya oturan Nuh Peygamberim.’ sözlerine karşı – anlamın kıyılması adına- imgeleri sürler (şairlerin her gece kâğıtlarına yeşil Muhammed’ler, sarı İsa’lar indiren imgeleri) sözcük olduklarını unuturlardı.[cxci]
Bu kitaptaki “Askelopis” başlıklı metinde “Tanrı”dan şöyle bahsedilir: “Tümcelerden öğrendim ben dünyayı. Evrenin sınır taşları. Dildir tek Tanrı, o cenin![cxcii]
İlhan Berk, Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum’daki “Su Saati” başlıklı metninde İmam-ı Âzam Ebu Hanife’den bahseder: “İmam-ı Azam Ebu Hanife sonsuzluğa ulaştığında, dünyadaki su saatini yanında bulunca hiç şaşırmadı. İlk kez bir su saati zamanın dışını çıkıyordu. Çalıştığını duyuyordu.[cxciii]
Şairin, Avluya Düşen Gölge[cxciv] adlı kitabında yer alan “Su Günleri, IV” başlıklı metninde ise Allah’a ve İslâm’a dair bir şeye pek rastlanmaz. Dini bir çağrışım olarak sadece  ‘peygamberdevesi’ ifadesinden söz edilebilir: “Bir peygamberdevesi/bir tepe/gidip geliyorlar[cxcv]

Şeyler Kitabı’nda…
Mabeyinci Pavlos’[cxcvi]un “Hermes’e” başlıklı bir metninin girizgâh yapıldığı Şeyler Kitabı[cxcvii], şairin daha önce Çok Yaşasın Sayılar (1998) ve Şeyler Kitabı: Ev (1997) adlı münferit kitaplarına yapılan eklemelerle oluşturulmuştur.  
Kitabın “Bir Şey Olanlarla Bir Şey Olmayanlar” başlıklı ilk metnine “Cümle eşya uykusundan uyandı[cxcviii] şeklinde kutsal metinlere mahsus bir cümle ile başlayan İlhan Berk, bununla sanki emrindeki nesnelere hayat bahşetme iddiasında bulunmaktadır.
İlhan Berk, “Lir” adlı manzumesinde iyi bir şiirin anlamını kolay kolay ele vermediğini söylerken, bunu “Resullerin sözleri gibi sıradağlar kurmuştur.[cxcix] dizesiyle örneklendirmekte, yorum yerindeyse, kendi metinlerini de peygamberlerin sözlerine teşbih etmektedir. Nitekim aynı metnin başka bir bölümünde vahiyden de bahsetmekte ve şöyle demektedir: “(Arıların vahiyle çiçeklerden bal topladığını okudum.)[cc]
Şeyler Kitabı’nda Allah / Tanrı lafzının farklı bağlamlar eşliğinde oldukça çok kullanıldığını görürüz. Sözgelimi “Suyu Gördüm, 2” başlıklı metinde şu ifadeleri görürüz: “Suyu/gördüm.// Su/her yerde/su.// Su/Allahın/yüzünü/görmüştür.”[cci]  
Şair, eserinin “Çok Yaşasın Sayılar” bölümünde “1”i anlatırken şunları kaydeder:
1 çoktur, özellikle ‘çok’ birdir.
Bir kitap bile yazılabilir 1’in başından geçenler için.
Bu da yetmeyebilir.
Yetmez, yarası iyileşmez çünkü 1’in.
Her şeydir.
Her şeyden önce de Tanrıcıdır.
(Tanrı’dan kim kurtulmuştur?)
Bunu bilmek bile yeter değil mi?
Ama hayır, Plotinus işi daha da ileri götürür.
1 Allah’ın oğludur ona göre.
Dünyanın da sağ koludur.
Allah gibi de usla kavranmaz, anlaşılmaz.
1’in ne olduğu değil de, ne olmadığı ancak söylenebilir.
Hem yalnız bu da değil:
Başlangıcı ve direğidir dünyanın.
Ben 1’in şairlerin önünü kapadığını da söyleyebilirim.”[ccii]

İlhan Berk, “Çok Yaşasın Sayılar”da “4”ü anlatırken “Tanrı’yla arası da 4 adımlıktır.”[cciii] ifadesini kullanır.
“Çok Yaşasın Sayılar”ın sembolik anlatımı içinde, bu bölümün “II” başlıklı kısmında İlhan Berk Karl Weierstrass’dan bir alıntı yapar: “Karl Weierstrass/istediği kadar ‘Tamsayıları Tanrı, gerisini biz yarattık’ desin. Bu böyle de/olsa, bunu hak ettiğimiz söylenemez.[cciv] der.
Şair, “Çok Yaşasın Sayılar”ın “III” başlıklı bölümünde “Tanrı gibi de –handiyse- insanın ölümünü ister./ (TANRI, ÖLÜMÜN ADIDIR.)/ 3, Teslis’le büyümüştür.” şeklinde bir kullanım yer almaktadır.[ccv] Aynı bölümün bir başka yerinde Platon ve Shakespeare’e yaptığı atıflar bağlamında “tek sayılar”a tanrısallık bahşeder: “Platon’a göre kötülük çiçekleridir çift sayılar. Shakespeare de çift sayıları dışlayacak, tek sayıların tanrısal olduğunu söyleyecektir.[ccvi] Bu yargının hemen ardından “12” sayısı üzerinde duran İlhan Berk, şöyle der: “12 sayısı yerini almakta hiç gecikmez. Zodyak bir sayı olduğu için gökyüzlerini seçer; ama oklarını yeryüzüne yağdırmayı da bırakmaz. 12 imi, 12 Tanrıyı imler. 12 Dürer’in de ilgisini çekmiş, 1515’te yaptığı bir dünya haritasında yeryüreyi etkileyen 12 rüzgârı anmayı unutmamıştır.”[ccvii] Aynı bölümde “çok basamaklı sayılar”la ilgili yargılar da bildirir. Bu bölümde “99” sayısını şöyle anlatır: “Allah’ın (varolup da varolmayan) 99 Güzel adı.
İlhan Berk’in burada dini imaj yüklediği diğer sayılar ve bunlarla ilgili söyledikleri şöyle sıralanabilir: “144 Yuhanna’nın sevgili sayısı (ki Sion Dağı’nın eteklerini süsler).” “440 Cehennem Hazırlayıcı.[ccviii]
Şeyler Kitabı’nın “Ev” bölümünde, dahası bu bölümün 1 nolu metninde ev ile Tanrı arasında ilişki kurulur: “Ev ki ayrıntıdır (Tanrı da ayrıntılardadır)./ Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, yalnızlıklar…[ccix]
İlhan Berk, Şeyler Kitabı’nda “Tanrı” ile ilgili bahsettiğimiz bu kullanımların yanı başında, farklı dini motiflere de yer vermiştir. Sözgelimi “Taşlar” başlıklı metnine “Yuhanna’nın Vahyi”nden bir epifrafla başlamıştır: “… Ve ona beyaz taş vereceğim ve taş üzerine alandan başka kimsenin bilmediği yeni bir isim yazılmıştır.[ccx] “Sarıasmakuşu” başlıklı metninde “Resuller gibi de inlerde sihir diline çalışmış, geleceği salık vermek için de Sufiler, simyacılar, Kabalacılarla arkadaşlık etmiş, İncil’i İblis’e göre yorumlamış; şiirin ölümden kazdıklarını kâr hanesine yazmış” diyerek Enis Batur’u anlatır. Bu anlatıma birkaç satır sonra anılan şahsın “Bir keşiş./Bir yalvaç da.” şeklinde takdimi de eklenecektir.[ccxi] Şair, kitabının “Çok Yaşasın Sayılar” kısmında “Sayılar Simge Ormanlarıdır.” dedikten sonra “3” ü “Bakire Meryem.” olarak adlandırır. Bu bölümün “Bitirme” başlıklı metninde ise “3”ü anlatırken, “Muhammet bile 3 sayısına sıcak bakmamıştır. Ama bu onun bileceği bir şey.[ccxii] der.
Bu kitapta dinî içerikle özdeşleştirilecek son husus, başka yerlerde de dile getirdiği yazmanın cehennem olduğu şeklindeki kanaatidir.[ccxiii] 

Tümceler Geliyorum: “Allahın bulunmadığı koyu karanlık!”
İlhan Berk’in Tümceler Geliyorum[ccxiv] adlı kitabında “Tümceler de Yalnızlık Çeker” başlıklı ilk metnin üçüncü parçası şöyledir: “Şamanlar yaşamdan,/Lamalar ölümden söz ederler.// Böyle okudum[ccxv]
“Uzun Kısa Tümce Yoktur, Tümceler Vardır” başlıklı metnin üçüncü parçasında “İkonacılarda cinsellik” üzerinde dururken “mistik”likten bahseder: “Aslında cinsellik ikonalarda hep ağır basar. Mistik bir cinsellik olsa da bu.”[ccxvi] der.
“Uzun Kısa Tümce Yoktur, Tümceler Vardır” başlıklı metnin 7. parçası şöyledir:  “Tanrı için dilin bütün uçlarını kullanmak zorundayız./İlkin de simgesel dilden başlamalı işe./Bütün dolaylı yolları da kuşanarak girişilmeli hem./Hep de tanrı sözcüğünün (ki bir adım peşi sıra gideceğiz demektir bu da)/ etrafında dolaşacağımızı bilerek yapacağız bunu. Hem de hep sezgiye/dayanan bir yolculuk için…”[ccxvii]
İlhan Berk, aynı metnin devamında, 8. parçada söz konusu yolculuğa çıkmış izlenimi verir. O parça şöyledir: “İncil’de de, Tevrat’ta da hep büyük bir şiir buldum./Tümceleri şöyle bir kımıldatmak, dokunmak yeter://Ve Levi evinden bir adam gitti, ve bir Levi kızını aldı./Ve Musa’yı evlat edindi Firavun kızı./O günler süt ve bal akarak geçti./Ve Musa İsrailoğullarını Mısırdan çıkardı./Ve Rab denizi kara etti./Allahın bulunmadığı koyu karanlık!/ ‘Ve atsinekleri koyvereceğim’ lafta kaldı./Ve Musa Kavma dedi: Mısırdan, esirlik evinden çıktını: bu günü hatırlayın.”[ccxviii]
İlhan Berk, “Tümceler Bir Adım İlerisini Bilmeden Yürür” başlıklı üçüncü bölümün beşinci metninde “Ahiret inancı”nı tanımlar: “Ahiret inancı:/Bir öbür dünya yarattı./Boyuna da yer, huy değiştirir.[ccxix] Aynı metnin altıncı parçasında ise bu kez cehennemi anlatır, o bir “tasarım”dır: “Cehennem bilinçaltının en ürkünç tasarımı./(Cehennemin topogrfyası değişkendir.)”[ccxx]
Şair Tümceler Geliyorum’un son bölümü olan “Tümceler Yabancıdır”ın 21. parçasında Kur’an’a atıf yapar. “Korku” imgesiyle ele alır Kur’an’ı: “Kuran’ın üstüne aralarda gölgeler düşer./Korkuya benzeyen gölgeler./Hemen kapatırım.[ccxxi]

Çiğnenmiş Gül: “Tanrı’yı Saklandığı Yerden Çıkarmak”…
Ölümünden sonra Gonca Özmen tarafından hazırlanıp yayımlanan Çiğnenmiş Gül[ccxxii] adlı kitabının “Keçiyolu” başlıklı bölümünde yer alan “Düşünülmeyeni Düşündüm” başlıklı metninde Hz. Muhammed’i şöyle anar İlhan Berk: “Dolaşan, görünmeyen bir bulutmuş Muhammet/Kalır gizli olan/taşın içinde/Gizli olarak[ccxxiii]
Çiğnenmiş Gül’ün“Yol Boyu” başlıklı bölümünde yer alan “Sessiz Biri İçin Şiir” de Hz. İsa, Hira Dağı ve Allah’a yönelik göndermeler yapılır: “Bütün kitaplarda adı sessiz biri diye geçer./Benim onu tanıdığımda bir üç yıldır/İsa’nın yüzünü sildiği mendili arıyordu.// Sayısız coğrafyada yapraklar otlar taşlar topladı./Yukarı alındığı güne kadar orta boy bir tini vardı./Hira Dağı’na günde üç kez Allahla/Yürüyormuş, konuşuyormuş gibi iner çıkardı.// Rüzgârın adı rüzgârın içindedir sözü onundur.”[ccxxiv]
Bu kitabın “New York” adlı bölümü “New York Şiiri 1995” adlı şiirden oluşur. Burada New York’un kimi özellikleri anlatılır. Metinde şu ifadeler de yer alır: “Dünyada Tanrı’yı saklandığı yerden/Çıkaracak bir sabah[ccxxv]

SONUÇ:
Bunca sayım dökümden sonra işi bir sonuca bağlamak hayli zor ve dahi tehlikeli. Bununla birlikte, İlhan Berk’in şiire ‘dinsel’ bir anlam yüklediğini, bu anlamın İslâm dışı yaklaşımlara nispetle İslâm’a oldukça uzak düştüğünü, hele hele İslâm vahyinden ve Peygamber sünnetinden iyice kopuk olduğunu söylemeliyiz. Şairin kitapları üzerinden yaptığımız tespitler, örnek olarak verdiğimiz metinler sanırım ikna edici bulunacaktır. Ayrıca, bu çalışmamız, İlhan Berk bağlamında da olsa Türk şiirinin bir döneminin İslâm’la ve Allah’la olan alâkasını –alâkasızlığını- gözler önüne sermiş olmalıdır.

KAYNAKÇA:
Ece Ayhan, Şiirin Bir Altın Çağı, YKY, İstanbul, 1993, 286 s.
İlhan Berk, Âşıkane, Adam Yay., İst., 1982, 186 s.
___________, Aşk Elçisi, Arda’s Yay., İzmir, 1996, 239 s.
___________, Atlas, Adam Yay., İst., 1987, 184 s.
___________, Avluya Düşen Gölge, Adam Yay., İst., 1996, 119 s.
___________, Çiğnenmiş Gül, YKY, İst., 2011, 60 s.
___________, Delta ve Çocuk, Adam Yay., İst. 1984, 123 s.
___________, Deniz Eskisi, Şiirin Gizli Tarihi, 2. Bas., Adam Yay., İst., 1993, 122 s.
___________, Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum, Adam Yay., İst., 1993, 89 s.
___________, El Yazılarına Vuruyor Güneş, YKY, 2. Bas.,  İst., 1997, 210 s.
___________, Galata, Adam Yay., İst., 1985, 205 s.
___________, Galile Denizi, Adam Yay., İst., 1982, 145 s.
___________, Galile Denizi, Varlık Yay., İst., 1958, 62 s.
___________, Günaydın Yeryüzü, Adam Yay., İst., 1982, 174 s.
___________, Güzel Irmak, Adam Yay., 2. Bas., İst., 1992, 87 s.
___________, İnferno, YKY, İst., 1994, 171 s.
___________, İstanbul Kitabı, Adam Yay., İst., 1984, 87 s.
___________, Kanatlı At, YKY, İst., 1994, 185 s.
___________, Kül, Adam Yay., 1. Bas., İst., 1992, 134 s.
___________, Logos, YKY, İst., 1996, 61 s.
___________, Pera, Adam Yay., 2. Bas., İst.,  1996, 191 s.
___________, Poetika, YKY, İst., 1997, 58 s.
___________, Şairin Toprağı, Simavi Yay., İst., 1992, 150 s.
___________, Şeyler Kitabı, YKY, 2. Bas., İst., 2008, 436 s.
___________, Şifalı Otlar Kitabı, YKY, İst., 2004, 129 s.
___________, Tümceler Geliyorum, YKY, İst., 2007, 118 s.
___________, Uzun Bir Adam, YKY, 2. Bas., İst., 1997, 98 s.
N. İlhan Berk,  Güneşi Yakanların Selâmı!, Manisa Halk  Evi Neşriyatı, İzmir, 1935, 92 s.




[i] İlhan Berk, Logos, YKY, İst., 1996, 61 s.
[ii] Age., s. 11.
[iii] İlhan Berk, Aşk Elçisi, Arda’s Yay., İzmir, 1996, 239 s.
[iv] İlhan Berk, Poetika, YKY, İst., 1997, 58 s.
[v] Age., s. 31
[vi] İlhan Berk,  El Yazılarına Vuruyor Güneş, YKY, 2. Bas.,  İst., 1997, 210 s.
[vii] Age., s. 27.
[viii] İlhan Berk, Şairin Toprağı, Simavi Yay., İst., 1992, 150 s.
[ix] Age., s. 40.
[x] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 83-84.
[xi] Age., s. 84.
[xii] Age., s. 73.
[xiii] Age., s. 115-116.
[xiv] Age., s. 118-119.
[xv] Age., s. 121-122
[xvi] Age., s. 122-123.
[xvii] Age., s. 162-163.
[xviii] İlhan Berk,  Kanatlı At, YKY, İst., 1994, 185 s.
[xix] Age., s. 158.
[xx] İlhan Berk,  İnferno, YKY, İst., 1994, 171 s.
[xxi] Age., s. 132.
[xxii] Kanatlı At, s. 129-130.
[xxiii] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 171.
[xxiv] Şairin Toprağı, s. 40.
[xxv] İlka’nın kimliği için bkz. El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 75-76.
[xxvi] Age., s. 72-73.
[xxvii] Age., s. 169.
[xxviii] Age., s. 208-209.
[xxix] İnferno, s. 81.
[xxx] Şairin Toprağı, s. 41. İlhan Berk’in bahsedilen kitaptan aktardığı cümlelerden birisi de şudur: “Ve bir rekâtta Kuran’ı baştan başa okurdu”. (Bkz., Age., s. 42).
[xxxi] Age., s. 62.
[xxxii] İnferno, s. 9.
[xxxiii] Age., s. 10.
[xxxiv] İlhan Berk,  Uzun Bir Adam, YKY, 2. Bas., İst., 1997, 98 s.
[xxxv] Age., 71-72.
[xxxvi] Şairin Toprağı, s. 7.
[xxxvii] Kanatlı At, s. 20-21.
[xxxviii] İnferno, s. 12.
[xxxix] Kanatlı At, s. 114.
[xl] Age., s. 114-115.
[xli] Age., s. 115.
[xlii] İnferno, s. 140-141.
[xliii] Kanatlı At, s. 162.
[xliv] Age., s. 164.
[xlv] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 161.
[xlvi] İnferno, s. 41.
[xlvii] Age., s. 136.
[xlviii] Age., s. 137.
[xlix] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 72.
[l] Age., s. 150.
[li] Age., s. 152.
[lii] Age., s. 155.
[liii] Age., s. 164.
[liv] Şairin Toprağı, s. 131.
[lv] Kanatlı At, s. 169.
[lvi] İnferno, s. 157.
[lvii] El Yazılarına Vuruyor Güneş, s. 130.
[lviii] Age., s. 131.
[lix] İlhan Berk, Şifalı Otlar Kitabı, YKY, İst., 2004, 129 s.
[lx] Age., s. 11-12.
[lxi] Age., s. 13.
[lxii] Age., s. 21.
[lxiii] Age., s. 22.
[lxiv] Age., s. 28-29.
[lxv] Age., s. 34.
[lxvi] Age., s. 34.
[lxvii] Age., s. 38.
[lxviii] Age., s. 39.
[lxix] Age., s. 43-44.
[lxx] Age., s. 45.
[lxxi] Age.,s. 54.
[lxxii] Age., s. 55.
[lxxiii] Age., s. 58.
[lxxiv] Age., s. 68.
[lxxv] Age., s. 71.
[lxxvi] Age.,, s. 74.
[lxxvii] Age., s.. 75.
[lxxviii] Age., s. 79-80.
[lxxix] Age., s. 82.
[lxxx] İnferno, s. 97.
[lxxxi] Age., s. 97-98.
[lxxxii] İlhan Berk, Güneşi Yakanların Selâmı!, Manisa Halk Evi Neşriyatı I, İzmir, 1935, 92 s.
[lxxxiii] Age., s. 6.
[lxxxiv] Age., s. 87-88.
[lxxxv] İlhan Berk,  İstanbul Kitabı, Adam Yay., İst., 1984,  87 s.
[lxxxvi]Age., s. 10.
[lxxxvii] Age., s. 13.
[lxxxviii] Age., s. 19.
[lxxxix] Age., s. 21.
[xc] Age., s. 22.
[xci] Age., s. 26.
[xcii] Age., s. 28.
[xciii] Age., s. 30.
[xciv] Age., s. 33.
[xcv] Age., s. 37.
[xcvi] Age., s. 38.
[xcvii] Age., s. 45
[xcviii] Age., s. 49.
[xcix] Age., s. 50.
[c] Age., s. 51.
[ci] Age., s. 54.
[cii] Age., s. 55.
[ciii] Age., s. 56.
[civ] Age., s. 84.
[cv] İlhan Berk,  Günaydın Yeryüzü, Adam Yay., İst., 1982, 174 s.
[cvi] Age., s. 95.
[cvii] Age., s. 107.
[cviii] İlhan Berk, Galile Denizi, Varlık Yay., İst., 1958, 62 s.
[cix] İlhan Berk, Galile Denizi, Adam Yay., İst., 1982, 145 s.
[cx] Şairin İkinci Yeni formatında 1954’te yazmaya başladığı ilk şiir olarak bahsettiği  bu şiiri (Bkz. İlhan Berk, Kanatlı At, YKY, İst., 1994, s. 151) yazarken kiliseye gitmiş, “oralarda dolaş”mıştır. (Bkz. Age., s. 158).
[cxi] Galile Denizi, s. 14.
[cxii] Age., s. 15.
[cxiii] Age., s. 10.
[cxiv] Age., s. 16.
[cxv] Age., s. 10.
[cxvi] Ece Ayhan, Şiirin Bir Altın Çağı, YKY, İstanbul, 1993, s. 244-245.
[cxvii] Galile Denizi, s. 24
[cxviii] Age.,s. 32
[cxix] Age., s. 35.
[cxx] Age., s. 37.
[cxxi] Age.,s. 87.
[cxxii] İlhan Berk, Âşıkane, Adam Yay., İst., 1982, 186 s.
[cxxiii] Age.,  s. 25.
[cxxiv] Age. s. 153.
[cxxv] İlhan Berk, Atlas, Adam Yay., İst., 1987, 184 s.
[cxxvi] Age., s. 15.
[cxxvii] Age., s. 16.
[cxxviii] Age., s. 30.
[cxxix] Age.,s. 36.
[cxxx] Age., s. 37.
[cxxxi] Age., s. 38.
[cxxxii] Age., s. 42.
[cxxxiii] Age., s. 55.
[cxxxiv] Age., s. 61.
[cxxxv] Age., s. 104.
[cxxxvi] Age., s. 158.
[cxxxvii] İlhan Berk,  Kül, Adam Yay., 1. Bas., İst., 1992, 134 s.
[cxxxviii] Age., s. 15.
[cxxxix] Age., s. 43.
[cxl] Age., s. 45.
[cxli] Age., s. 68.
[cxlii] Age., s. 72.
[cxliii] İlhan Berk, Deniz Eskisi, Şiirin Gizli Tarihi, 2. Bas., Adam Yay., İst., 1993, s. 122.
[cxliv] Age., s. 9.
[cxlv] Age., s. 39.
[cxlvi] Age., s. 52
[cxlvii] Age., s. 86.
[cxlviii] Age., s. 93.
[cxlix] Age., s. 98.
[cl] Age., s. 113.
[cli] İlhan Berk, Delta ve Çocuk, Adam Yay., İst., 1984, 123 s.
[clii] Age., s. 11.
[cliii] Age., s. 28.
[cliv] Age., s. 37.
[clv] Age., s. 48.
[clvi] Age., s. 48.
[clvii] Age., s. 57.
[clviii] Age., s. 89.
[clix] Age., s. 103.
[clx] Age., s. 106.
[clxi] İlhan Berk,  Galata, Adam Yay., İst., 1985, 205 s.
[clxii] Age., s. 38.
[clxiii] İlhan Berk, Güzel Irmak, Adam Yay., 2. Bas., İst., 1992, 87 s.
[clxiv] Age., s. 31.
[clxv] Age., s. 41.
[clxvi] Age., s. 55.
[clxvii] Age., s. 60.
[clxviii] Age., s. 68.
[clxix] Age., s. 76.
[clxx] Age., s. 77.
[clxxi] İlhan Berk,  Pera, Adam Yay., 2. Bas., İst.,  1996, 191 s.
[clxxii] Age., s. 39.
[clxxiii] Age., s. 56, 59, 61, 65, 68, 70, 72.
[clxxiv] Age., s. 74.
[clxxv] Age., s. 80.
[clxxvi] Age., s. 138.
[clxxvii] Age., s. 143.
[clxxviii] Age., s. 153.
[clxxix] Age, s. 9.
[clxxx] Age., s. 11.
[clxxxi] Age., s. 23, 44, 46, 59, 84, 106, 142, 191.
[clxxxii] Age., s. 43
[clxxxiii] Age., s. 89, 139.
[clxxxiv] Age., s. 98-99.
[clxxxv] Age., s. 110.
[clxxxvi] Age., s. 150.
[clxxxvii] Age., s. 157.
[clxxxviii] İlhan Berk, Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum, Adam Yay., İst., 1993, 89 s.
[clxxxix]Age., s. 35.
[cxc] Age., s. 37.
[cxci] Age., s. 61.
[cxcii] Age., s. 65.
[cxciii] Age., s. 71.
[cxciv] İlhan Berk, Avluya Düşen Gölge, Adam Yay., İst., 1996, 119 s.
[cxcv] Age., s. 44.
[cxcvi] Mabeyinci Pavlos’un asıl adı Paulos Silentiarios'dur. M.S. VI. Yüzyılda yaşamış olan bu Bizanslı şair, Ayasofya’nın açılışında “Ayasofya’nın Betimlemesi” adlı uzun bir kaside sunmuştur.
[cxcvii] İlhan Berk, Şeyler Kitabı, YKY, 2. Bas., İst., 2008, 436 s. (İlk Baskısı 2002; Daha önce bu kitabın bir bölümü Çok Yaşasın Sayılar, Adam Yay., İst., 1998;  bir diğer bölümü de Şeyler Kitabı: Ev, Sel Yay., 1997 adlarıyla özgün olarak yayınlanmıştır.)
[cxcviii] Age., s. 15.
[cxcix] Age., s. 19.
[cc] Age., s. 22.
[cci] Age., s. 30.
[ccii] Age., s. 178.
[cciii] Age., s. 191.
[cciv] Age., s. 214.
[ccv] Age., s. 233.
[ccvi] Age., s. 237.
[ccvii] Age., s. 238.
[ccviii] Age., s. 240.
[ccix] Age., s. 278.
[ccx] Age., s. 39
[ccxi] Age., s. 53.
[ccxii] Age., s. 264.
[ccxiii] Age., s. 272.
[ccxiv] İlhan Berk, Tümceler Geliyorum, YKY, İst., 2007, 118 s.
[ccxv] Age., s. 20.
[ccxvi] Age., s. 39.
[ccxvii] Age., s. 43.
[ccxviii] Age., s. 44.
[ccxix] Age., s. 67.
[ccxx] Age., s. 68.
[ccxxi] Age., s. 116.
[ccxxii] İlhan Berk, Çiğnenmiş Gül, YKY, İst., 2011, 60 s.
[ccxxiii] Age., s. 30.
[ccxxiv] Age., s. 37.
[ccxxv] Age., s. 60.