Nilüfer
Belediyesi’nin “Şairin Şiir Evreni”ne ayırdığı mini salona girdiğimizde en arkaya,
duvar dibine sıralanmış sandalyelere ilişiverdik.
O sırada Ülkü
Tamer çocukluğuna dair Antep anılarından, anılarının Nakıp Ali bölümünden bahsediyordu.
Yaşamak Hatırlamaktır adlı kitabında da tatlı tatlı anlattığı bu hatıraları
burada kendi ağzından dinlemek elbette önemli.
Programda defterime
aldığım ilk not şu bahiste: Moderatör Efnan Dervişoğlu, aynı zamanda bir
çevirmen olan Ülkü Tamer’e, çevirdiği kitaplarla ilgili bir soru sorarken, bu
kitapların 40’tan fazla olduğunu söyleyiverdi. Ülkü Tamer bunu tashih etti, çeviri
kitap sayısının 120’den fazla olduğunu belirtti. Bu muhabbet ve sonrasındaki
kimi anlarda sergilediği performans da Dervişoğlu’nun bu program için yeterince
hazırlıklı olmadığını gösteriyordu. Zira sorular ya popüler konulardan ya da
Ülkü Tamer’le ilgili çokça bilinen mevzulardan seçiliyordu: “Şiir ve aşk”,
yaşama sevinci, vb. gibi genel temalarla, yine hatıra kitabında özenilerek
anlatılan ve Meksika’daki Brezilya Büyükelçiliği’nde yaşanan ilginç macerayı örnek
olarak sunalım…
Ülkü Tamer’in
konuşmasından defterime kaydettiğim bir başka husus, şairin Prof. Dr. Mehmet
Kaplan’a olan tepkisiydi. Bu da Ülkü Tamer okurunun çokça bildiği bir konudur.
Malum olduğu üzere, Kaplan Şiir Tahlilleri adlı kitabında Ülkü Tamer’in bir
şiirini ele almış, şairi hiç de hak etmediği bir şekilde eleştirmiştir.
Gerçekten de Şiir Tahlilleri’nde Mehmet Kaplan’ın en büyük yanılgılardan
birisidir bu tutumu. Ülkü Tamer’in unutmayıp konuyu tekrar gündeme getirmesi bir
noktaya kadar anlaşılabilir. Fakat mesele güncellenirken önyargıları
kışkırtmamak gerekir. Tersine, bir eleştirel tutumun hangi mahiyette olması,
eleştiride nelere dikkat edileceği, vs. doğrultusunda bir itiraz daha şık olur.
Haydi canı yanmış bir şair için bunları da anlayışla karşılayalım, peki moderatör
Dervişoğlu’nun Ülkü Tamer’e hitaben konuyla ilgili söylediği şu cümlelere ne
diyeceksiniz: “Hocam, Şiir Tahlilleri’nin ikinci baskısının kapak rengi zaten
yeşil renklidir!”
Hoppala!
Nerden çıktı şimdi bu yeşil faslı? Oldu mu Efnan Hanım, tribüne oynamanın
sırası mıydı? Bir akademisyene yakıştı mı?
Program daha
sonra soru cevap şeklinde sürdü. Dinleyicilerin soruları arasında bakın ne gibi
sorular vardı: Şiir yazarken nelere dikkat edersiniz? Kitap nasıl yayınlanır?
Zihnen sevmediğimiz bir şairin eserlerine karşı nasıl bir tavır takınmalıyız? Dinleyiciler
arasında Ülkü Tamer’i okul ders kitaplarına dair kimi iddialarla meşgul
edenler, buradan yola çıkarak küçük siyasi sevinçler tahvil etmeye çalışanlar
da vardı.
Ülkü Tamer’le
ilgili olarak yaptığım çalışmalar sırasında oluşmuş sorularım vardı benim de.
İşte şimdi bunların bir kısmını sorma fırsatı bulacaktım.
İlk sorum şu
oldu: “Sizde Halk şiiri geleneği oldukça fazla. Buna karşın klasik şiirle
neredeyse hiçbir bağınız yok. Nedir bunun sebebi?” Ülkü Tamer bu sorumuzu şöyle
cevapladı: “Divan şiiri bizim için çok kapalıydı. Anlamadığımız kelimeler,
Osmanlıca, Arapça kelimeler vardı. Oysa Halk şiiriyle iç içe büyüdük.
Sümmaniler, Karacaoğlanlar, Pir Sultan Abdallar… Başka arkadaşlar ne yaptı
bilmiyorum ama Divan şiiri benim için kapalıydı.”
Şaire ikinci
sorum İlhan Berk’le aralarında geçen ‘intihalcilik’ polemiğiyle ilgiliydi.
Ayrıca sonraki dönemlerde Berk’le ilişkilerinin nasıl tezahür ettiği yolunda
idi. Benim bir makale olarak incelemeyi düşündüğüm bu konu hakkında Ülkü Tamer
ayrıntılı bilgiler verdi. İlhan Berk’i yaptığı intihallerle ilgili olarak önce
sözlü bir şekilde uyardığını, ama bundan vazgeçmeyince yazıyla kendisini ikaz
ettiğini söyledi. Bununla birlikte sonraki yıllarda aralarındaki ilişkinin
gayet iyi bir şekilde sürdüğünü belirtti: “İlhan hep iyi dostumdu. Hep iyi dost
olarak kaldık. Ölünceye kadar dost kaldık.”
Bir başka
sorum iki dizesiyle ilgiliydi: “Kanı bir yana bırak/Revan içinde kaldım.”
diyordu bir şiirinde Ülkü Tamer. Dille yapılan bu oyun, bir deyimin bu şekilde
kullanımı bence büyük bir şeydi. Doğrusu şairin bu söyleyişini orijinal
buluyor, yeri geldikçe de örnek olarak sunuyordum. Şairin bu soruya verdiği
cevap beni şaşırttı. Zira, “Şairler öyle her şeyi düşünerek, planlayarak
yazmazlar!” şeklinde bir cevap vermişti. Öyleyse bu şuuraltından çıkmış bir
kırıntı mıydı? Benim zannettiğim gibi büyük bir buluş değildiyse peki ne
olabilirdi?
Ülkü Tamer’e
birkaç soru da şair arkadaşım Abdurrahman Adıyan sordu. Bunlardan birisi Sezai
Karakoç ile bir dostluğunun olup olmadığı şeklinde idi: “Sezai Karakoç’la uzun
bir ahbaplığım olmadı. Cemal’in (Süreya) ahbaplığı vardı Sezai Karakoç’la. Biz
birkaç kez görüştük. Şimdi beni sokakta görse tanımaz Sezai Karakoç.”
Programdan sonra kültür merkezinin girişinde ayaküstü muhabbet etme imkânımız da oldu Ülkü Tamer’le. Abdurrahman Adıyan şairle
Antep üzerine konuştu. Ayrıca Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri adlı kitabım üzerine konuştuk. Kendisine önemli yer ayrılan bu kitabı maalesef görmemiş Ülkü Tamer.
Adresini aldım. Kitabı yayımlayan yayınevini de durumdan haberdar ettim. Şimdilerde kitap şairin
eline ulaşmış olmalıdır...
(Bu yazı ilk kez 9 Mayıs 2013'te Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
Ülkü Tamer'e ait bir şiir:
http://www.eba.gov.tr/ses/dinle/4882e705484e8546b47eb9e6fe4d653b9d4fdf352a005
Ülkü Tamer'e ait bir şiir:
http://www.eba.gov.tr/ses/dinle/4882e705484e8546b47eb9e6fe4d653b9d4fdf352a005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder