Cemal Süreya’nın şiirinde gelenek bağını
inceleyenlerin kolaylıkla söylediği hususlardan birisi, şairin, Halk şiirine
yaslandığıdır. Bu konuda bir bütünlük içinde olmasa da, bize çeşitli bilgiler
sunan isimler Attilâ İlhan, Enis Batur ve Ramazan Kaplan’dır.
Attilâ İlhan, İkinci Yeni’cilerle girdiği bir
polemikte, gelenek yolunda kendisinin öncü olduğunu hatırlatır ve ardından
Cemal Süreya ile Turgut Uyar’ı anar. Fakat Attilâ İlhan’a göre bu şairler,
şiirlerini tıkanıklıktan kurtarmak için geleneğe yönelirler. Bunu, Cemal
Süreya’nın, ‘kendini kurtarma’
çabasıyla Yunus Emre’ye yönelmiş olduğunu söyleyerek somutlaştırır.[i]
Enis Batur’a göre, Cemal Süreya ‘apaçık biçimde Halk Şiiri seçeneğinin
üzerine’[ii]
gitmiş, bu şiirle ‘kan dolaşımını
hızlandırıcı bir ilişkiye’[iii]
girmiş bir şairdir. Batur, Cemal Süreya’nın ‘Halk edebiyatının sahici temposuyla’ modern şiir kurabilen bir şair
olduğunu, bunu halk şiirinin şekillerden ziyade sesi ve ritminden faydalanarak
gerçekleştirdiğini söyler. Batur’a göre Cemal Süreya, ‘Karacaoğlan’ın kısa ve süratli deyişi’ni, kendi zamanında
sergileyen bir şairdir.[iv]
Ramazan Kaplan ise bu konuya nazım şekli
itibariyle yaklaşır. İkinci Yeni şiirinde kullanılan nazım şekillerinden
birisinin de dörtlük esasına bağlı şekillerin olduğunu belirten Ramazan Kaplan,
‘...bu biçim en çok, Cemal Süreya’nın
şiirlerinde yer alır.’[v]
ifadesini kullanır.
Bu arada, Cemal Süreya’nın gelenekle ilişkisi
ele alınırken, onun en çok “Folklor Şiire
Düşmandır” başlıklı yazısı üstünde durulur. Öyle ki, 1956’da, İkinci
Yeni’nin başladığı yıllarda yazılan bu yazı, bu tarihten yıllar sonra da
tartışmalara yol açar.[vi]
Fakat
bizce, onun gelenek karşısındaki tavrını sadece anılan bu makale ile
belirlememiz mümkün değildir. Çünkü, şair gelenekle ilgili görüşlerini bu
makalenin yanısıra, inceleme, deneme, günlük yazıları ve kendisiyle yapılmış
olan mülâkatlarla da ortaya koyar. Öyleyse, bütün bunları incelemek kaçınılmaz
bir zorunluluktur.
Onun
geleneğe dair ilgisi, ‘Gelenek’, ‘Divan Şiiri’, ‘Folklor’, ‘Halk Şiiri’, ‘Eski kültür’, ‘eski şiir’, eski ve yeni şairler, nazım şekil, tür ve birimleri
gibi konular çerçevesinde dile getirdiği görüşlerle ve eski şiirlerden yaptığı
çeşitli iktibaslar yoluyla tespit edilebilir.
Şair,
gelenekten bahsederken, bunu doğrudan doğruya bu şekilde isimlendirdiği gibi, ‘gelenek bağı’[vii],
‘dipteki zengin tortu’ ve ‘büyük birikim’[viii]
gibi tamlamalarla da anar.
Geleneğin
her sanat eseri için vazgeçilmez bir değer olduğunu ifade eden şair, ‘gelenek bağı’ sözüyle, ‘sürekliliği’ kasteder ve ‘birbiri ardı sıra akmış birçok gelenek
dönemlerini’[ix] bu
kategoriye dahil eder. Buna göre Cemal Süreya, şiiri, ‘en büyük geleneğe sahip sanat türü’[x]
olarak görür.
Cemal
Süreya’ya göre, bu köklü birikim, büyük ve suni kopuşların yaşandığı dönemler
de dahil, ‘varlığını ve ağırlığını her
zaman’[xi]
hissettirmiştir.
Şair,
Türkiye’deki gelenek algılarının yanlışlığı üzerinde durduğu bir yazısında, ‘gelenekçiler’in genellikle ‘geleneğin sadece ölü yönlerini’
kullandıklarını, ‘Donmuş sözcüklerle,
eskiye eskiye pörsümüş benzetmelerle, görüntü değerini yitirmiş laf dizileriyle
şiirler’ yazdıklarını, bu kişilerin kültürel açıdan da yetersiz
olduklarını, şiir üzerine kafa yormadıklarını,
daha çok edebiyat dışı gayelerle hareket ettiklerini, söyler.[xii]
Bu
arada, körü körüne gelenek düşmanlığı yapanlara da karşı çıkar: “Sanatta, özellikle şiirde, geleneksel
biçimlerle bağlı olmamak başkadır, onlara toptan hüküm giydirmek başkadır.
Üstelik bu biçimlerin bir yerde halk duyarlığının yapısından parçalar olduğunu
da unutmamak gerek.”[xiii]
Cemal Süreya, Türkiye’de, şairlerin gelenek
adına sadece ‘sözcüğün dış yapısını,
cümle içindeki yerini’ ele aldıklarını, bununsa ‘ufak, adsız bir humoour’ oluşturmaktan öte geçmediğini belirtir.[xiv]
Bu yüzden, ‘dilde içten bir değişim’
oluşamamış, gelenek bağı kurulamamış, ‘tutarlı, oturmuş, zengin bir çağrışım ağına
sahip’[xv] şiir
meydana getirilememiştir. Halbuki, gelenekten gerçek bir faydalanma, ‘Geçmiş ustaları ancak onlardan başka türlü
olmakla, onlarınkine benzemeyen’[xvi]
bir eser üretmektir.
“Ben eski
edebiyatımızın değerleriyle de, Batı edebiyatının değerleriyle de beslendim.
Şiirim, bu iki edebiyatın çelişkisidir. Birleşmesi, uzlaşması değil.”[xvii]
diyen Cemal Süreya, geleneğin hem Divan, hem de Halk kaynakları üstüne eğilir.
Bu iki şiir birikiminin özellikleri üzerinde yorumlar yapar, bunlardan nasıl
faydalandığına, faydalanılacağına dair ipuçları sunar: “Halk
şiirinden, Divan şiirinden bir zincir çekeyim bugüne kadar kendime göre. Ben
başkaları adına çok düşünmüş bir şairim, başka şairleri incelemişimdir, onlara
derin derin inmek istemişimdir, hatta bu arada kendimi biraz fazla dışlamış
olacağım ki, bana ‘az şiir yazıyor’ demişlerdir.”[xviii]
Bir günlüğünde, “Şu şiir, bu şiir diye ayırmayalım, Osmanlı’da da büyüktü şiire açılan
pencere. Daha bile.”[xix]
yazan şairin, Divan şiirine olan ilgisi yer yer hayranlık derecesine çıkar.
Şairin Divan şiiri üzerine yaptığı en geniş ve
olumlu görüşleri, 100 Aşk Şiiri adıyla hazırladığı
antolojinin önsözünde bulunmaktadır. “Sevgili’nin
Halleri” başlığını taşıyan yazının bir bölümünde, Divan şiirine, bu şiirin
gelişimine ve bazı özelliklerine de değinen Cemal Süreya, “Divan
şiiri imparatorluğun şiiridir. İmparatorluğun yarattığı bir çeşit gurur
duygusunu geliştirir.”, “Divan şiiri
bir hükümdar şiiridir.”, “Görkemli
bir gramerdir Divan Şiiri; gazel, kaside. Bir minyatür sanatıdır. Bir dokuma
sanatı.” [xx] gibi
ifadeler kullanır ve bu şiirdeki aşk teması üzerinde durur. Şair, bir mülakatta
kendisine sorulan “Nasıl bir şiirdir
Divan şiiri?” şeklindeki soruyu cevaplandırırken de aynı görüşleri dile
getirir.[xxi]
Bu iki metin, Divan şiiriyle Tanzimat sonrası şiirin ‘aşk’ anlayışlarının karşılaştırılması gayretleri açısından da
önemli bir belgedir.
Cemal Süreya, hakkında inceleme yapıp hüküm
verdiği pek çok çağdaşı yazar ve şairleri Divan şairleri ile karşılıklı bir
ilişki ağı içerisinde değerlendirmiştir. Bu yazılarından “Üzgünüm Leylâ”[xxii]da
Behçet Necatigil’deki Divan ve Halk şiiri etkilerini, “Ataç’ın
Yazarları”[xxiii]nda
Nurullah Ataç’ın Divan şiiri ve şairleri ile ilgili hükümlerini ele alır. “Nazım Hikmet”[xxiv]
yazısında çeşitli şairlerin eski şiirlerdeki öncülerini araştırır. “Sonuna Kadar”[xxv]
başlıklı yazısında ‘âşıkane ve hakîmane’
şiir geleneği üzerinde yoğunlaşır. “Fazıl
Hüsnü Dağlarca’nın Şiirinde İki Dönem”[xxvi]de
Dağlarca’daki eski şiir izlerini bulmaya çalışır. “Oktay Rıfat’ın Şiir Çizelgesi”[xxvii]nde
onu eski şiir karşısındaki tutumu açısından Orhan Veli ile karşılaştırır,
folklorla ilişki kurduğunu belirtir. “Orhan
Veli’nin Yanlışı”[xxviii]
ve “Düşüncenin Giysisi”[xxix]nde
Orhan Veli’nin eski şiirle giriştiği kavgayı ve onun eski şiirden aldıklarını
tahlil eder. “Can Yücel’in Şiirinde İroni”[xxx]
başlıklı yazısında ‘Divan edebiyatında,
kendi ölçüleri içinde bir ironi uygarlığının varlığını’ ispat etmek ister.
“Yahya Kemal Şiirimizi Eleştiriyor”[xxxi]
ve “Üç Yahya Kemal”[xxxii]
de Yahya Kemal’in Divan ve Halk şiiri karşısındaki duruşunu inceler. “Şiir Üstüne Kafa Yormak”[xxxiii]ta
ise Divan şiiri uzmanlarına ve özellikle de Ali Nihat Tarlan’a yönelik
yargılarda bulunur.
Cemal Süreya, Divan şiirinin nazım birim (dize,
beyit) ve unsurları (ölçü, kafiye)[xxxiv],
şekil ve türleri (gazel, kaside, rubai) üzerinde de durmuştur. Fakat bunlar
hakkında, köklü ve etkili şeyler de söylemiş değildir.
Sözünü ettiğimiz yazılar içinde, Cemal Süreya
şu Divan şairlerinin ismini zikretmiş, bazıları hakkında az da olsa
değerlendirmelerde bulunmuştur: Bâkî, Fuzûlî, Nâbî, Nef’î, Naili, Şeyh Gâlib,
Nedim, Ruhî, Sümbülzade Vehbi, İzzet Molla ve Vasıf...
Bütün bu gayretlerine rağmen, Cemal Süreya,
Divan şiiri geleneğine sağlıklı bir şekilde eğilebilecek donanıma sahip
değildir. Örneğin, bu şiiri okuyup anlayacak derecede bir dil bilgisine sahip
değildir. Bunu kendisi de itiraf etmektedir.[xxxv]
Divan şiirinin yanı sıra, Folklor ve daha önce
de belirttiğimiz gibi Halk şiiri, Cemal Süreya’nın ilgilendiği alanlar
olmuştur. Hatta, Cemal Süreya pek çoklarının hatırında folklorla ilgili
sözleriyle kalmıştır. Onun “Folklor Şiire
Düşman” başlıklı yazısı, sadece yayınlandığı dönem değil, sonraki zamanlar
içinde de büyük tartışmalara yol açmıştır.
Şair, “Folklor
Şiire Düşman” başlıklı yazısına “Çağdaş
şiir geldi kelimeye dayandı.” cümlesiyle girer. Çağdaş şairlerin kelimeleri sarstığını,
anlamlarını değiştirdiklerini belirtir.
Buna karşılık, ‘bizde hâlâ
folklora, halk deyimlerine şiirlerinde fazlasıyla yer veren şairler’
bulunmaktadır. Şaire göre bunlar ‘kısır bir yolda’dırlar. “Çünkü
folklorda şiirin bugünkü entelektüel niteliğini taşıyacak yeti yoktur. Halk
deyimlerinin havası şiirin kanat çırpmasına imkan vermeyecek kadar dar bir
havadır.”
Cemal
Süreya’ya göre, halk deyiminin içindeki kelimeler o deyimle iç içe geçmiş,
kaynaşmıştır. Artık onlarda ‘o
deyimlerdekinden ayrı işlemler, ayrı güçler’ aranmamalıdır. “Çünkü donmuşlardır. Tek yönlüdürler.
İşlemleri, güçleri, bir bakıma uyandıracakları çağrışımlar bellidir. Ne olsa
değişmeyecektir.” Şair, “Bu
kelimelerin meydana getireceği şiirlerle, mısraları hep şarkı mısralarından,
hep türkü mısralarından meydana gelen şiirler arasında pek büyük bir ayrılık
göremiyorum. Çünkü ikisinde de şairin işi kelimelerle değil, kelime bloklarıyla
oluyor.” diyerek iddialarını sürdürür.
Şair, folklorun şiirde ‘hikaye etme’ye yarayacağını, oysa asıl olanın kelimeler arasında
kurulacak ‘şiirsel yük’ olduğunu
belirtir. “Çıkış noktamızı buradan
alırsak, dosdoğru, folklorun şiir için kaçınılması gereken bir tehlike olduğu
sonucuna varabiliriz. İşin nedeni şurada: Halk deyimlerinde yerleşmiş,
birbirine bağlanmış kelimeler arasında yeni bir yük, yeni bir bağıntı kurmak
söz konusu olamaz. Nasıl olsun ki? Bu kelimeler zaten kıpırdamaz bir şekilde
birbirlerine bağlanmışlar, alacakları yükleri zaten önceden almışlardır.”
Cemal Süreya, folklordan kaçınmaya bir başka sebep daha gösterir: Kişilik. “Bakın dikkat ederseniz şiirde kişiliğe bugün
eskisinden daha çok önem veriyoruz. Sanırım gelecekte bu daha da çok olacak.
(...) Folklordaysa daha çok anonim kalıplar var. Bu kalıplar kişilik kazanmaya
hiç uygun değil. Karacaoğlan’a, Emrah’a, şuna buna büyük şair diyenlerin
kulakları çınlasın, kişiliksiz de büyük şair olunacağına iman getirmişler
demek. Folklor ve halk deyimleri ancak bir şairi taşıyabilir, fazlasına
dayanacak gücü yoktur.”[xxxvi]
Şair, bu yazısının yayınlanmasından sonra pek
çok tepkiye maruz kalır. Bu yüzden zaman zaman bazı açıklamalar da yapar.
Kendisini pek çok kişinin anlamadığını ve söylediklerinin çarpıtıldığını
söyler.[xxxvii]
Cemal Süreya, Aşık Veysel’in ölümü üzerine
yazdığı “Günümüzde Halk Şiiri”
başlıklı yazısında da aynı tavrı sergiler. “Yazı
türü niteliğiyle halk şiiri çağını çoktan doldurmuş bulunmaktadır.” diye
yazıya girdikten sonra, bu şiirin bundan sonra ancak ‘yeni alanlarda’ (sözgelimi
‘bir ezginin sözleri olarak’) varlık bulabileceğini iddia eder. Çünkü
feodalite bitmiş, merkezî devletler kurulmuş, Halk şiirini besleyen kültürel
kaynaklar ortadan kalkmıştır. Halk şairinin yerini de başka şeyler almıştır.[xxxviii]
Şair folklor ve Halk şiirine ne kadar
yüklenirse yüklensin, yine de onlardan faydalanmadan edemez. Yunus Emre, Pir
Sultan Abdal, Dadaloğlu, Karacaoğlan gibi şairleri incelediğini[xxxix],
Türk Halk şiiriyle ilgili hazırlanmış yayınlara hayran kaldığını[xl], türküleri çok sevdiğini[xli]
çeşitli vesilelerle dile getirir.
Ayrıca, Cumhuriyet dönemi şairlerini incelediği
yazılarında, Divan şairleriyle kurduğu ilişkilere benzer bir ilişkiyi Halk
şairleriyle de kurar: “Ahmed Arif”[xlii]
başlıklı yazıda, adı geçen şairin Pir Sultan Abdal, Urfalı Nazif, Köroğlu ve
Şeyh Bedreddin gibi isimlere bağlandığını, halk türkülerinden yararlandığını
söyler. “Turgut Uyar’ın Girişimi”[xliii]nde
Garip şiirinin anonim şiirlerle ve halk deyimleriyle irtibatını araştırır. “Cahit Külebi’nin Çıkışı Üstüne Notlar”[xliv]da
Külebi’nin folklorla olan ilişkisini vurgular. “Babam Ceyhun Boy Boyluyor”[xlv]
başlıklı yazıda Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirindeki ‘hece şiiri kalıntıları’nın adı geçen şairi olumsuz yönde
etkilediğini söyler. “Suçsuzluğun Şiiri”[xlvi]nde
Ülkü Tamer’in ilk kitabındaki ‘konuşma
dili’ ve ‘türkü rahatlığı’
üzerinde durur. “Babası ‘Genç’
Koymalıymış Adını”[xlvii]
başlıklı yazısındaysa, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Halk şiiriyle içli dışlı oluşu’nu kaydeder.
Cemal Süreya, Divan ve Halk şiirinden yaptığı
iktibaslarla da bu iki şiir birikimiyle kurduğu bağlantıyı yansıtır. Onun
özellikle günlüklerinde sergilediği bu iktibasları sıralamakta fayda görüyoruz:
Divan
şiirinden:
“Şîrler
pençe-i kahrımdan ölürken lerzan
Beni
bir gözleri âhûya zebun etti felek”[xlviii].
“Ey gönül
bir can içün her cana minnet eyleme
İşret-i
dünya için sultana minnet eyleme”[xlix]
(Eba Müslimi Horasani)
“Ben tâ
senin yanında dahi hasretem sana.” (Rabia Hatun)[l]
Halk şiirinden:
“Toprağın Habil’i kabul ettiği
Şüphesiz
yüzünün yumuşaklığından.”[li]
(Seyranî)
“Bugün
ağam sudan soğuk bakıyor.” (Halk Türküsü)[lii]
“Ben
dünyayı al Osman’ın sanırdım
Meğer
dünya dört sultanlık yer imiş.”
Dadaloğlu[liii]
“Benim
dostum karşımızdan geliyor
Yenisi
de eskisine gülüyor.”
Karacaoğlan[liv]
“Ağamı
düşman vurdu
Komşular
memnun oldu.”
(Halk
Türküsü)[lv]
“Kaymakam
çağırmış azgındır yüzü
Murat
eder ise asdırır bizi
İşlerin
başı da bir kral kızı.
Kırk
kişiydik bir odada bastılar
Kolumuzu
kelepçeyle ezdiler
Künyemizi
istiklale yazdılar.
Nezaretten
çıktık okundu emir
Boynumuza
attılar beş batman demir
Karaçay’a
varmadan tükendi ömür.”
(Halk
Türküsü)[lvi]
“Saat
sekiz buçukta oradan kaçtık
Ay
karanlıkta yolları şaştık
Ağzımız
dolarak ırmağı geçtik.”[lvii]
“Güzel
olduğuma ben de pişmanım,
Kayseri’nin
bir yarısı düşmanım.”
(Halk
türküsü)[lviii]
“Görülen
rüyalar geliyor başa.”[lix]
”Yanarım
yanarım tütünüm tütmez
Çıkarım
bakarım bülbülüm ötmez
Çalındım
çırpındım ellerim yetmez.
Dibi
bir kararsız göllerde kaldım.”
(...)
“Gider
isen bu il sana yurt olsun.
Münafıklar
aramıza kurt olsun
Ben
ölürsem yüreğine dert olsun
Geçti dost kervanı eğleme beni.”[lx]
Bütün
bu sayım dökümden sonra, Cemal Süreya’nın gelenekle ilgili duygu ve
düşüncelerinin birbiriyle tenakuz oluşturacak mahiyetler taşımakta olduğunu
söyleyebiliriz.
Fakat,
bu sonucu, onun şiirlerini gelenek incelemesine tâbî tuttuktan sonra da
söyleyebilecek miyiz? İşte bir başka
mesele de bu.
[i]
Attilâ İlhan, İkinci Yeni Savaşı,
Bilgi Yay., 3, Bas. İst., 1996, s. 150.
[ii] Enis
Batur, “Dört Şair, Dört Fatih”, Kitap-lık
dergisi, S. 38 (Güz 1999), s. 188.
[iv]
Enis, Batur, Yazının Ucu, YKY, 2.
Bas. İst., 1995, s. 86.
[v]
Ramazan Kaplan, Şiirimizde İkinci Yeni
Hareketi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara Üniversitesi, Ank.,
1981, s. 22.
[vi]
Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Mehmet Rifat, Gösterge Avcıları, YKY, İst., 1997, s. 37-62; “Folklor Sanata
Düşman mı?” (Soruşturma, Cevaplayanlar: Mehmet Bayrak, Türker Acaroğlu, Hikmet
Altınkaynak, Recep Bilginer, Eray Canberk, Hüseyin Haydar, Necati Mert, Celâl
Özcan, Tuncer Uçarol, Muzaffer Uyguner, Süleyman Yağız, Pertev Naili Boratav), Yazko Edebiyat dergisi, S. 37-39-41
(Kasım 1983-Ocak1984- Mart 1984); “Yaş
ve Şiir Üstüne Söyleşi”, (Açık Oturum: Yöneten: Tomris Uyar, Katılanlar: Edip
Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar), Varlık
dergisi, S. 906, (Mart 1983), s. 16-22. Burada sözkonusu yazının tekrar
yayınlandığını da görürüz.
[viii] age.,
s. 82; Cemal Süreya, “Cemal Süreya”, (Konuşan: Can Kolukısa), Güvercin
Curnatası, (Haz: Nursel Duruel), YKY, İst., 1997, s. 26.
[ix]
Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s.
72.
[xiii] age., 184.
[xiv]
Şair bir mülâkatta, kendisinin de böyle ‘sözcüğün
dış yapısına’ bağlı bir faydalanmaya yöneldiğini, örneğin, ‘Külliyetli miktar, dahil, seda, kıyamet,
hüzün, nehir, allah, garanti, mahzun, şahane...’ gibi ‘eski ve yabancı sözleri’ kullandığını, fakat bunlara yüklediği özel
anlamlarla, bir derinlik, bir yoğunluk, hatta bazan ‘humour’ kazandığını söyler. (Cemal Süreya, “Üvercinka Dedi ki...”
(Konuşan: Halis Acarı), Güvercin
Curnatası, s.16.)
Süreya, ‘Beni Öp Sonra Doğur Beni’ kitabında da
geleneğe ‘en çok öykünülmüş şiirler’in
bulunduğunu söyler. Bkz: Cemal Süreya, “Cemal
Süreya” (Konuşan: Doğan Hızlan), Güvercin
Curnatası, s. 40.
[xvi]
Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s.
15.
[xvii]
Cemal Süreya, “Şair Bir Tavırdır ve Şiirinin de Üstünde Bir Yerdedir...”, (Konuşan: Enver Ercan), Güvercin Curnatası, s. 96.
[xviii]
Cemal Süreya, “Şiir, Bir Karşı Çıkma Sanatıdır”, (Konuşan: Ali Koçman), Güvercin Curnatası, s. 193-194.
[xix]
Cemal Süreya, “501. Gün”, Günler, YKY, İst., 1996, s. 214.
[xx]
Cemal Süreya, 100 Aşk Şiiri, Yön
Yay., 2. Bas., İst., 1991.
[xxii]
Cemal Süreya, Folklor Şiire Düşman,
s. 79.
[xxiii]
Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s.
16.
[xxxi]
Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya,
s. 56.
[xxxiii]
Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya s. 202.
[xxxiv]
Ölçü ve kafiye konusunda da kendisiyle çelişen görüşleri vardır Süreya’nın:
Örneğin, bir yazısında “Dilimizin yapısı
gereği (...) kafiye yapmanın olanakları sınırlıdır.” (Bkz: Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s. 84); derken,
başka bir yerde, “Ben ölçülü uyaklı şiiri
aşağılamıyorum ki! Türkçenin bugün kazanmış olduğu kıvamda, çok güzel ölçülü
uyaklı şiirler yazılabileceği hatta yazılması
gerektiği kanısındayım.” (Bkz: Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s.
200); Daha başka bir yerde: “Bence genç
şair doğrudan serbest şiire dalmalı. O şiirde yaşarken er türlü ölçü, uyak
çalışması yararlı olur. Ama baştan ölçüye alışma, şiir yazmaya öyle başlamak
yanlış.” (Cemal Süreya, “97. Gün”, Günler,
s. 46.)
[xxxv] “Fuzuli’nin Beng ü Bade’sini bir daha
alıyorum elime. Memo Emrah, Develioğlu’nun sözlüğünü götürmüş. Sözlüksüz tam
sökemiyorum bu kitabı.” (Cemal Süreya, “963.Gün”, Günler,
s. 409.)
[xxxvi]
Cemal Süreya, Folklor Şiire Düşman,
s. 23-26.
[xxxvii]
Şair bir mülakatında, “Çağdaş şiir
nerelere gitti, oysa bizde hâlâ folklor gibi sığ, derinliksiz bir plânda
hareket etmek çabasında olan sanatçılar, şairler var demiştim.” der. Bkz:
Cemal Süreya, “Cemal Süreya ile Konuştum”, (Konuşan: Hilmi Yavuz), Güvercin Curnatası, s. 11; “Folklor Şiire Düşman” yazısının
yayınlanmasından 25 yıl sonra düzenlenen bir açık oturumda da aynı konu
konuşulur. Şair, yazısında “folklorun
kötüye kullanılmasında” söz ettiğini, fakat bunun çarpıtıldığını ve
kendisinin ‘folklora düşmanmış” gibi
gösterildiğini söyler. (Bkz: Yaş ve Şiir
Üstüne Söyleşi” (Katılanlar: Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar.
Sorular Tomris Uyar), Varlık dergisi,
İst., 1983; Cemal Süreya, “Yaş ve Şiir Üstüne Söyleşi”, Güvercin Curnatası, s. 46; Cemal Süreya, konuyla bağlantılı olarak
bir günlük yazısında da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aynadaki Kadın ve Pertev Naili Boratav’ın ‘Folklor ve Edebiyat I’ kitaplarına müracaat eder. (Bkz: Cemal
Süreya, “869. Gün”, Günler, s.
355-356.)
[xxxviii]
Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s. 15.
[xxxix] age.,
s. 234; Cemal Süreya, “Cemal
Süreya” (Konuşan Can Kolukısa), Güvercin
Curnatası, s. 27.
[xl]
Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s. 169; Cemal Süreya, “629. Gün”, Günler, s. 256.
[xli] “Düşündüm ve kendi kendime yinelemeden
edemedim: halk türkülerini ve alaturka şarkıları hiç sevmeyen kişi şair olamaz.
Şiirden tam bir tat alamaz. Elbet, ülkemizde ve hiç değilse bugün için. En
azından bizim kuşaklar için.” (Bkz: Cemal Süreya, “598. Gün”, Günler, s.
246-247); “Türkülere katılırım. Her türkü
değiştirir beni. O an bulunduğum konumu perçinler ya da ondan sıyırır beni. Üç
beş çağrışım zinciri birden uzamaya başlar. Canlanırım.(...)” Bkz: (Cemal
Süreya, “744. Gün”, Günler, s. 295.)
[xlii]
Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s.
143.
[xliv] age., s. 160.
[xlv] age., s. 165.
[xlvi] age.,. 174.
[xlvii]
Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s. 50.
[xlviii]
Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s.
24-26; Cemal Süreya, 100 Aşk Şiiri, s.
5-6.
[lx]
Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları,
s. 55.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder