27 Aralık 2018 Perşembe

GELENEK KARŞISINDA CEMAL SÜREYA

Cemal Süreya’nın şiirinde gelenek bağını inceleyenlerin kolaylıkla söylediği hususlardan birisi, şairin, Halk şiirine yaslandığıdır. Bu konuda bir bütünlük içinde olmasa da, bize çeşitli bilgiler sunan isimler Attilâ İlhan, Enis Batur ve Ramazan Kaplan’dır.
Attilâ İlhan, İkinci Yeni’cilerle girdiği bir polemikte, gelenek yolunda kendisinin öncü olduğunu hatırlatır ve ardından Cemal Süreya ile Turgut Uyar’ı anar. Fakat Attilâ İlhan’a göre bu şairler, şiirlerini tıkanıklıktan kurtarmak için geleneğe yönelirler. Bunu, Cemal Süreya’nın, ‘kendini kurtarma’ çabasıyla Yunus Emre’ye yönelmiş olduğunu söyleyerek somutlaştırır.[i]
Enis Batur’a göre, Cemal Süreya ‘apaçık biçimde Halk Şiiri seçeneğinin üzerine[ii] gitmiş, bu şiirle ‘kan dolaşımını hızlandırıcı bir ilişkiye[iii] girmiş bir şairdir. Batur, Cemal Süreya’nın ‘Halk edebiyatının sahici temposuyla’ modern şiir kurabilen bir şair olduğunu, bunu halk şiirinin şekillerden ziyade sesi ve ritminden faydalanarak gerçekleştirdiğini söyler. Batur’a göre Cemal Süreya, ‘Karacaoğlan’ın kısa ve süratli deyişi’ni, kendi zamanında sergileyen bir şairdir.[iv]
Ramazan Kaplan ise bu konuya nazım şekli itibariyle yaklaşır. İkinci Yeni şiirinde kullanılan nazım şekillerinden birisinin de dörtlük esasına bağlı şekillerin olduğunu belirten Ramazan Kaplan, ‘...bu biçim en çok, Cemal Süreya’nın şiirlerinde yer alır.[v] ifadesini kullanır.
Bu arada, Cemal Süreya’nın gelenekle ilişkisi ele alınırken, onun en çok “Folklor Şiire Düşmandır” başlıklı yazısı üstünde durulur. Öyle ki, 1956’da, İkinci Yeni’nin başladığı yıllarda yazılan bu yazı, bu tarihten yıllar sonra da tartışmalara yol açar.[vi]
Fakat bizce, onun gelenek karşısındaki tavrını sadece anılan bu makale ile belirlememiz mümkün değildir. Çünkü, şair gelenekle ilgili görüşlerini bu makalenin yanısıra, inceleme, deneme, günlük yazıları ve kendisiyle yapılmış olan mülâkatlarla da ortaya koyar. Öyleyse, bütün bunları incelemek kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Onun geleneğe dair ilgisi, ‘Gelenek’, ‘Divan Şiiri’, ‘Folklor’, ‘Halk Şiiri’, ‘Eski kültür’, ‘eski şiir’, eski ve yeni şairler, nazım şekil, tür ve birimleri gibi konular çerçevesinde dile getirdiği görüşlerle ve eski şiirlerden yaptığı çeşitli iktibaslar yoluyla tespit edilebilir.
Şair, gelenekten bahsederken, bunu doğrudan doğruya bu şekilde isimlendirdiği gibi, ‘gelenek bağı[vii], ‘dipteki zengin tortu’ ve ‘büyük birikim[viii] gibi tamlamalarla da anar.
Geleneğin her sanat eseri için vazgeçilmez bir değer olduğunu ifade eden şair, ‘gelenek bağı’ sözüyle, ‘sürekliliği’ kasteder ve ‘birbiri ardı sıra akmış birçok gelenek dönemlerini[ix] bu kategoriye dahil eder. Buna göre Cemal Süreya, şiiri, ‘en büyük geleneğe sahip sanat türü[x] olarak görür.
Cemal Süreya’ya göre, bu köklü birikim, büyük ve suni kopuşların yaşandığı dönemler de dahil, ‘varlığını ve ağırlığını her zaman[xi] hissettirmiştir.
Şair, Türkiye’deki gelenek algılarının yanlışlığı üzerinde durduğu bir yazısında, ‘gelenekçiler’in genellikle ‘geleneğin sadece ölü yönlerini’ kullandıklarını, ‘Donmuş sözcüklerle, eskiye eskiye pörsümüş benzetmelerle, görüntü değerini yitirmiş laf dizileriyle şiirler’ yazdıklarını, bu kişilerin kültürel açıdan da yetersiz olduklarını, şiir üzerine kafa yormadıklarını,  daha çok edebiyat dışı gayelerle hareket ettiklerini, söyler.[xii]
Bu arada, körü körüne gelenek düşmanlığı yapanlara da karşı çıkar: “Sanatta, özellikle şiirde, geleneksel biçimlerle bağlı olmamak başkadır, onlara toptan hüküm giydirmek başkadır. Üstelik bu biçimlerin bir yerde halk duyarlığının yapısından parçalar olduğunu da unutmamak gerek.[xiii]
Cemal Süreya, Türkiye’de, şairlerin gelenek adına sadece ‘sözcüğün dış yapısını, cümle içindeki yerini’ ele aldıklarını, bununsa ‘ufak, adsız bir humoour’ oluşturmaktan öte geçmediğini belirtir.[xiv] Bu yüzden, ‘dilde içten bir değişim’ oluşamamış,  gelenek bağı kurulamamış, ‘tutarlı, oturmuş, zengin bir çağrışım ağına sahip[xv] şiir meydana getirilememiştir. Halbuki, gelenekten gerçek bir faydalanma, ‘Geçmiş ustaları ancak onlardan başka türlü olmakla, onlarınkine benzemeyen[xvi] bir eser üretmektir.
Ben eski edebiyatımızın değerleriyle de, Batı edebiyatının değerleriyle de beslendim. Şiirim, bu iki edebiyatın çelişkisidir. Birleşmesi, uzlaşması değil.[xvii] diyen Cemal Süreya, geleneğin hem Divan, hem de Halk kaynakları üstüne eğilir. Bu iki şiir birikiminin özellikleri üzerinde yorumlar yapar, bunlardan nasıl faydalandığına, faydalanılacağına dair ipuçları sunar:  Halk şiirinden, Divan şiirinden bir zincir çekeyim bugüne kadar kendime göre. Ben başkaları adına çok düşünmüş bir şairim, başka şairleri incelemişimdir, onlara derin derin inmek istemişimdir, hatta bu arada kendimi biraz fazla dışlamış olacağım ki, bana ‘az şiir yazıyor’ demişlerdir.[xviii]
Bir günlüğünde, “Şu şiir, bu şiir diye ayırmayalım, Osmanlı’da da büyüktü şiire açılan pencere. Daha bile.[xix] yazan şairin, Divan şiirine olan ilgisi yer yer hayranlık derecesine çıkar.
Şairin Divan şiiri üzerine yaptığı en geniş ve olumlu görüşleri,  100 Aşk Şiiri adıyla hazırladığı antolojinin önsözünde bulunmaktadır. “Sevgili’nin Halleri” başlığını taşıyan yazının bir bölümünde, Divan şiirine, bu şiirin gelişimine ve bazı özelliklerine de değinen Cemal Süreya,  Divan şiiri imparatorluğun şiiridir. İmparatorluğun yarattığı bir çeşit gurur duygusunu geliştirir.”, “Divan şiiri bir hükümdar şiiridir.”, “Görkemli bir gramerdir Divan Şiiri; gazel, kaside. Bir minyatür sanatıdır. Bir dokuma sanatı. [xx] gibi ifadeler kullanır ve bu şiirdeki aşk teması üzerinde durur. Şair, bir mülakatta kendisine sorulan “Nasıl bir şiirdir Divan şiiri?” şeklindeki soruyu cevaplandırırken de aynı görüşleri dile getirir.[xxi] Bu iki metin, Divan şiiriyle Tanzimat sonrası şiirin ‘aşk’ anlayışlarının karşılaştırılması gayretleri açısından da önemli bir belgedir.
Cemal Süreya, hakkında inceleme yapıp hüküm verdiği pek çok çağdaşı yazar ve şairleri Divan şairleri ile karşılıklı bir ilişki ağı içerisinde değerlendirmiştir. Bu yazılarından “Üzgünüm Leylâ[xxii]da Behçet Necatigil’deki Divan ve Halk şiiri etkilerini,  Ataç’ın Yazarları[xxiii]nda Nurullah Ataç’ın Divan şiiri ve şairleri ile ilgili hükümlerini ele alır. “Nazım Hikmet[xxiv] yazısında çeşitli şairlerin eski şiirlerdeki öncülerini araştırır. “Sonuna Kadar[xxv] başlıklı yazısında ‘âşıkane ve hakîmane’ şiir geleneği üzerinde yoğunlaşır. “Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şiirinde İki Dönem[xxvi]de Dağlarca’daki eski şiir izlerini bulmaya çalışır. “Oktay Rıfat’ın Şiir Çizelgesi[xxvii]nde onu eski şiir karşısındaki tutumu açısından Orhan Veli ile karşılaştırır, folklorla ilişki kurduğunu belirtir. “Orhan Veli’nin Yanlışı[xxviii] ve “Düşüncenin Giysisi[xxix]nde Orhan Veli’nin eski şiirle giriştiği kavgayı ve onun eski şiirden aldıklarını tahlil eder. “Can Yücel’in Şiirinde İroni[xxx] başlıklı yazısında ‘Divan edebiyatında, kendi ölçüleri içinde bir ironi uygarlığının varlığını’ ispat etmek ister. “Yahya Kemal Şiirimizi Eleştiriyor[xxxi] ve “Üç Yahya Kemal[xxxii] de Yahya Kemal’in Divan ve Halk şiiri karşısındaki duruşunu inceler. “Şiir Üstüne Kafa Yormak[xxxiii]ta ise Divan şiiri uzmanlarına ve özellikle de Ali Nihat Tarlan’a yönelik yargılarda bulunur.
Cemal Süreya, Divan şiirinin nazım birim (dize, beyit) ve unsurları (ölçü, kafiye)[xxxiv], şekil ve türleri (gazel, kaside, rubai) üzerinde de durmuştur. Fakat bunlar hakkında, köklü ve etkili şeyler de söylemiş değildir.
Sözünü ettiğimiz yazılar içinde, Cemal Süreya şu Divan şairlerinin ismini zikretmiş, bazıları hakkında az da olsa değerlendirmelerde bulunmuştur: Bâkî, Fuzûlî, Nâbî, Nef’î, Naili, Şeyh Gâlib, Nedim, Ruhî, Sümbülzade Vehbi, İzzet Molla ve Vasıf...
Bütün bu gayretlerine rağmen, Cemal Süreya, Divan şiiri geleneğine sağlıklı bir şekilde eğilebilecek donanıma sahip değildir. Örneğin, bu şiiri okuyup anlayacak derecede bir dil bilgisine sahip değildir. Bunu kendisi de itiraf etmektedir.[xxxv]
Divan şiirinin yanı sıra, Folklor ve daha önce de belirttiğimiz gibi Halk şiiri, Cemal Süreya’nın ilgilendiği alanlar olmuştur. Hatta, Cemal Süreya pek çoklarının hatırında folklorla ilgili sözleriyle kalmıştır. Onun “Folklor Şiire Düşman” başlıklı yazısı, sadece yayınlandığı dönem değil, sonraki zamanlar içinde de büyük tartışmalara yol açmıştır.
Şair, “Folklor Şiire Düşman” başlıklı yazısına “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.” cümlesiyle girer.  Çağdaş şairlerin kelimeleri sarstığını, anlamlarını değiştirdiklerini belirtir.  Buna karşılık, ‘bizde hâlâ folklora, halk deyimlerine şiirlerinde fazlasıyla yer veren şairler’ bulunmaktadır.  Şaire göre bunlar ‘kısır bir yolda’dırlar. “Çünkü folklorda şiirin bugünkü entelektüel niteliğini taşıyacak yeti yoktur. Halk deyimlerinin havası şiirin kanat çırpmasına imkan vermeyecek kadar dar bir havadır.
            Cemal Süreya’ya göre, halk deyiminin içindeki kelimeler o deyimle iç içe geçmiş, kaynaşmıştır. Artık onlarda ‘o deyimlerdekinden ayrı işlemler, ayrı güçler’ aranmamalıdır. “Çünkü donmuşlardır. Tek yönlüdürler. İşlemleri, güçleri, bir bakıma uyandıracakları çağrışımlar bellidir. Ne olsa değişmeyecektir.” Şair, “Bu kelimelerin meydana getireceği şiirlerle, mısraları hep şarkı mısralarından, hep türkü mısralarından meydana gelen şiirler arasında pek büyük bir ayrılık göremiyorum. Çünkü ikisinde de şairin işi kelimelerle değil, kelime bloklarıyla oluyor.” diyerek iddialarını sürdürür.
Şair, folklorun şiirde ‘hikaye etme’ye yarayacağını, oysa asıl olanın kelimeler arasında kurulacak ‘şiirsel yük’ olduğunu belirtir. “Çıkış noktamızı buradan alırsak, dosdoğru, folklorun şiir için kaçınılması gereken bir tehlike olduğu sonucuna varabiliriz. İşin nedeni şurada: Halk deyimlerinde yerleşmiş, birbirine bağlanmış kelimeler arasında yeni bir yük, yeni bir bağıntı kurmak söz konusu olamaz. Nasıl olsun ki? Bu kelimeler zaten kıpırdamaz bir şekilde birbirlerine bağlanmışlar, alacakları yükleri zaten önceden almışlardır.” Cemal Süreya, folklordan kaçınmaya bir başka sebep daha gösterir: Kişilik. “Bakın dikkat ederseniz şiirde kişiliğe bugün eskisinden daha çok önem veriyoruz. Sanırım gelecekte bu daha da çok olacak. (...) Folklordaysa daha çok anonim kalıplar var. Bu kalıplar kişilik kazanmaya hiç uygun değil. Karacaoğlan’a, Emrah’a, şuna buna büyük şair diyenlerin kulakları çınlasın, kişiliksiz de büyük şair olunacağına iman getirmişler demek. Folklor ve halk deyimleri ancak bir şairi taşıyabilir, fazlasına dayanacak gücü yoktur.[xxxvi]
Şair, bu yazısının yayınlanmasından sonra pek çok tepkiye maruz kalır. Bu yüzden zaman zaman bazı açıklamalar da yapar. Kendisini pek çok kişinin anlamadığını ve söylediklerinin çarpıtıldığını söyler.[xxxvii]
Cemal Süreya, Aşık Veysel’in ölümü üzerine yazdığı “Günümüzde Halk Şiiri” başlıklı yazısında da aynı tavrı sergiler. “Yazı türü niteliğiyle halk şiiri çağını çoktan doldurmuş bulunmaktadır.” diye yazıya girdikten sonra, bu şiirin bundan sonra ancak ‘yeni alanlarda’ (sözgelimi ‘bir ezginin sözleri olarak’) varlık bulabileceğini iddia eder. Çünkü feodalite bitmiş, merkezî devletler kurulmuş, Halk şiirini besleyen kültürel kaynaklar ortadan kalkmıştır. Halk şairinin yerini de başka şeyler almıştır.[xxxviii]
Şair folklor ve Halk şiirine ne kadar yüklenirse yüklensin, yine de onlardan faydalanmadan edemez. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Karacaoğlan gibi şairleri incelediğini[xxxix], Türk Halk şiiriyle ilgili hazırlanmış yayınlara hayran kaldığını[xl],  türküleri çok sevdiğini[xli] çeşitli vesilelerle dile getirir.
Ayrıca, Cumhuriyet dönemi şairlerini incelediği yazılarında, Divan şairleriyle kurduğu ilişkilere benzer bir ilişkiyi Halk şairleriyle de kurar: “Ahmed Arif[xlii] başlıklı yazıda, adı geçen şairin Pir Sultan Abdal, Urfalı Nazif, Köroğlu ve Şeyh Bedreddin gibi isimlere bağlandığını, halk türkülerinden yararlandığını söyler. “Turgut Uyar’ın Girişimi[xliii]nde Garip şiirinin anonim şiirlerle ve halk deyimleriyle irtibatını araştırır. “Cahit Külebi’nin Çıkışı Üstüne Notlar[xliv]da Külebi’nin folklorla olan ilişkisini vurgular. “Babam Ceyhun Boy Boyluyor[xlv] başlıklı yazıda Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirindeki ‘hece şiiri kalıntıları’nın adı geçen şairi olumsuz yönde etkilediğini söyler. “Suçsuzluğun Şiiri[xlvi]nde Ülkü Tamer’in ilk kitabındaki ‘konuşma dili’ ve ‘türkü rahatlığı’ üzerinde durur. “Babası ‘Genç’ Koymalıymış Adını[xlvii] başlıklı yazısındaysa, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Halk şiiriyle içli dışlı oluşu’nu kaydeder.
Cemal Süreya, Divan ve Halk şiirinden yaptığı iktibaslarla da bu iki şiir birikimiyle kurduğu bağlantıyı yansıtır. Onun özellikle günlüklerinde sergilediği bu iktibasları sıralamakta fayda görüyoruz:
Divan şiirinden:
Şîrler pençe-i kahrımdan ölürken lerzan
Beni bir gözleri âhûya zebun etti felek[xlviii].

Ey gönül bir can içün her cana minnet eyleme
İşret-i dünya için sultana minnet eyleme[xlix]
(Eba Müslimi Horasani)

Ben tâ senin yanında dahi hasretem sana.” (Rabia Hatun)[l]
Halk şiirinden:
 Toprağın Habil’i kabul ettiği
Şüphesiz yüzünün yumuşaklığından.[li] (Seyranî)

Bugün ağam sudan soğuk bakıyor.” (Halk Türküsü)[lii]

Ben dünyayı al Osman’ın sanırdım
Meğer dünya dört sultanlık yer imiş.
                                                                                   Dadaloğlu[liii]

Benim dostum karşımızdan geliyor
Yenisi de eskisine gülüyor.
                                               Karacaoğlan[liv]

Ağamı düşman vurdu
Komşular memnun oldu.
                                               (Halk Türküsü)[lv]

Kaymakam çağırmış azgındır yüzü
Murat eder ise asdırır bizi
İşlerin başı da bir kral kızı.

Kırk kişiydik bir odada bastılar
Kolumuzu kelepçeyle ezdiler
Künyemizi istiklale yazdılar.

Nezaretten çıktık okundu emir
Boynumuza attılar beş batman demir
Karaçay’a varmadan tükendi ömür.
                                                           (Halk Türküsü)[lvi]

Saat sekiz buçukta oradan kaçtık
Ay karanlıkta yolları şaştık
Ağzımız dolarak ırmağı geçtik.[lvii]

“Güzel olduğuma ben de pişmanım,
Kayseri’nin bir yarısı düşmanım.
                                                           (Halk türküsü)[lviii]

Görülen rüyalar geliyor başa.[lix]

Yanarım yanarım tütünüm tütmez
Çıkarım bakarım bülbülüm ötmez
Çalındım çırpındım ellerim yetmez.
Dibi bir kararsız göllerde kaldım.

(...)

Gider isen bu il sana yurt olsun.
Münafıklar aramıza kurt olsun
Ben ölürsem yüreğine dert olsun
Geçti dost kervanı eğleme beni.”[lx]
Bütün bu sayım dökümden sonra, Cemal Süreya’nın gelenekle ilgili duygu ve düşüncelerinin birbiriyle tenakuz oluşturacak mahiyetler taşımakta olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat, bu sonucu, onun şiirlerini gelenek incelemesine tâbî tuttuktan sonra da söyleyebilecek miyiz?  İşte bir başka mesele de bu.


[i] Attilâ İlhan, İkinci Yeni Savaşı, Bilgi Yay., 3, Bas. İst., 1996, s. 150.
[ii] Enis Batur, “Dört Şair, Dört Fatih”, Kitap-lık dergisi, S. 38 (Güz 1999), s. 188.
[iii] Enis Batur, E/Babil Yazıları, YKY, İst., 1995,  s. 98-101.
[iv] Enis, Batur, Yazının Ucu, YKY, 2. Bas. İst., 1995, s. 86.
[v] Ramazan Kaplan, Şiirimizde İkinci Yeni Hareketi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara Üniversitesi, Ank., 1981,  s. 22.
[vi] Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Mehmet Rifat, Gösterge Avcıları, YKY, İst., 1997, s. 37-62; “Folklor Sanata Düşman mı?” (Soruşturma, Cevaplayanlar: Mehmet Bayrak, Türker Acaroğlu, Hikmet Altınkaynak, Recep Bilginer, Eray Canberk, Hüseyin Haydar, Necati Mert, Celâl Özcan, Tuncer Uçarol, Muzaffer Uyguner, Süleyman Yağız, Pertev Naili Boratav), Yazko Edebiyat dergisi, S. 37-39-41 (Kasım 1983-Ocak1984- Mart 1984);  “Yaş ve Şiir Üstüne Söyleşi”, (Açık Oturum: Yöneten: Tomris Uyar, Katılanlar: Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar), Varlık dergisi, S. 906, (Mart 1983), s. 16-22. Burada sözkonusu yazının tekrar yayınlandığını da görürüz.
[vii] Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, Yön Yay., 3. Bas., İst., 1991,  s. 72.
[viii] age.,  s. 82; Cemal Süreya, “Cemal Süreya”, (Konuşan: Can Kolukısa), Güvercin Curnatası, (Haz: Nursel Duruel), YKY, İst., 1997, s. 26.
[ix] Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s. 72.
[x] age.,  s. 136.
[xi] age., s. 82; Cemal Süreya, “Cemal Süreya”, (Konuşan: Can Kolukısa) Güvercin Curnatası,  s. 26.
[xii] age.,  s. 72-73.
[xiii] age., 184.
[xiv] Şair bir mülâkatta, kendisinin de böyle ‘sözcüğün dış yapısına’ bağlı bir faydalanmaya yöneldiğini, örneğin, ‘Külliyetli miktar, dahil, seda, kıyamet, hüzün, nehir, allah, garanti, mahzun, şahane...’ gibi ‘eski ve yabancı sözleri’ kullandığını, fakat bunlara yüklediği özel anlamlarla, bir derinlik, bir yoğunluk, hatta bazan ‘humour’ kazandığını söyler. (Cemal Süreya, “Üvercinka Dedi ki...” (Konuşan: Halis Acarı), Güvercin Curnatası, s.16.)
Süreya, ‘Beni Öp Sonra Doğur Beni’ kitabında da geleneğe ‘en çok öykünülmüş şiirler’in bulunduğunu söyler. Bkz: Cemal Süreya, “Cemal Süreya” (Konuşan: Doğan Hızlan), Güvercin Curnatası, s. 40.
[xv] Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, Yön Yay., 2. Bas., İst., 1992,  s. 227.
[xvi] Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s. 15.
[xvii] Cemal Süreya, “Şair Bir Tavırdır ve Şiirinin de Üstünde Bir Yerdedir...”,  (Konuşan: Enver Ercan), Güvercin Curnatası,  s. 96.
[xviii] Cemal Süreya, “Şiir, Bir Karşı Çıkma Sanatıdır”, (Konuşan: Ali Koçman), Güvercin Curnatası, s. 193-194.
[xix] Cemal Süreya, “501. Gün”, Günler, YKY, İst., 1996, s. 214.
[xx] Cemal Süreya, 100 Aşk Şiiri, Yön Yay., 2. Bas., İst., 1991.
[xxi] Cemal Süreya, “Cemal Süreya ile...”,  (Konuşan: Yusufçuk dergisi), Güvercin Curnatası,  s. 36.
[xxii] Cemal Süreya, Folklor Şiire Düşman, s. 79.
[xxiii] Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s. 16.
[xxiv] age.,  s. 37.
[xxv] age.,  s.  45.
[xxvi] age.,  s. 67.
[xxvii] age.,  s. 87..
[xxviii] age.,  s. 122.
[xxix] age.,  s. 183.
[xxx] age.,  s. 148.
[xxxi] Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s. 56.
[xxxii] Cemal Süreya, Folklor Şiire Düşman,  s. 89.
[xxxiii] Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya s. 202.
[xxxiv] Ölçü ve kafiye konusunda da kendisiyle çelişen görüşleri vardır Süreya’nın: Örneğin, bir yazısında “Dilimizin yapısı gereği (...) kafiye yapmanın olanakları sınırlıdır.” (Bkz: Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s. 84); derken, başka bir yerde, “Ben ölçülü uyaklı şiiri aşağılamıyorum ki! Türkçenin bugün kazanmış olduğu kıvamda, çok güzel ölçülü uyaklı şiirler yazılabileceği hatta yazılması gerektiği kanısındayım.” (Bkz: Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s. 200); Daha başka bir yerde: “Bence genç şair doğrudan serbest şiire dalmalı. O şiirde yaşarken er türlü ölçü, uyak çalışması yararlı olur. Ama baştan ölçüye alışma, şiir yazmaya öyle başlamak yanlış.” (Cemal Süreya, “97. Gün”, Günler, s. 46.)
[xxxv]Fuzuli’nin Beng ü Bade’sini bir daha alıyorum elime. Memo Emrah, Develioğlu’nun sözlüğünü götürmüş. Sözlüksüz tam sökemiyorum bu kitabı.” (Cemal Süreya, “963.Gün”,  Günler, s. 409.)
[xxxvi] Cemal Süreya, Folklor Şiire Düşman, s. 23-26.
[xxxvii] Şair bir mülakatında, “Çağdaş şiir nerelere gitti, oysa bizde hâlâ folklor gibi sığ, derinliksiz bir plânda hareket etmek çabasında olan sanatçılar, şairler var demiştim.” der. Bkz: Cemal Süreya, “Cemal Süreya ile Konuştum”, (Konuşan: Hilmi Yavuz), Güvercin Curnatası,  s. 11; “Folklor Şiire Düşman” yazısının yayınlanmasından 25 yıl sonra düzenlenen bir açık oturumda da aynı konu konuşulur. Şair, yazısında “folklorun kötüye kullanılmasında” söz ettiğini, fakat bunun çarpıtıldığını ve kendisinin ‘folklora düşmanmış” gibi gösterildiğini söyler. (Bkz: Yaş ve Şiir Üstüne Söyleşi” (Katılanlar: Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar. Sorular Tomris Uyar), Varlık dergisi, İst., 1983; Cemal Süreya, “Yaş ve Şiir Üstüne Söyleşi”, Güvercin Curnatası, s. 46; Cemal Süreya, konuyla bağlantılı olarak bir günlük yazısında da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Aynadaki Kadın ve Pertev Naili Boratav’ın ‘Folklor ve Edebiyat I’ kitaplarına müracaat eder. (Bkz: Cemal Süreya, “869. Gün”, Günler, s. 355-356.)
[xxxviii] Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s. 15.
[xxxix] age.,  s. 234; Cemal Süreya, “Cemal Süreya” (Konuşan Can Kolukısa), Güvercin Curnatası, s. 27.
[xl] Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s. 169; Cemal Süreya, “629. Gün”, Günler, s. 256.
[xli]Düşündüm ve kendi kendime yinelemeden edemedim: halk türkülerini ve alaturka şarkıları hiç sevmeyen kişi şair olamaz. Şiirden tam bir tat alamaz. Elbet, ülkemizde ve hiç değilse bugün için. En azından bizim kuşaklar için.” (Bkz: Cemal Süreya, “598. Gün”, Günler, s. 246-247); “Türkülere katılırım. Her türkü değiştirir beni. O an bulunduğum konumu perçinler ya da ondan sıyırır beni. Üç beş çağrışım zinciri birden uzamaya başlar. Canlanırım.(...)” Bkz: (Cemal Süreya, “744. Gün”, Günler, s. 295.)
[xlii] Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s. 143.
[xliii] age.,  s. 156.
[xliv] age., s. 160.
[xlv] age., s. 165.
[xlvi] age.,. 174.
[xlvii] Cemal Süreya, Uzat Saçlarını Frigya, s. 50.
[xlviii] Cemal Süreya, Şapkam Dolu Çiçekle, s. 24-26; Cemal Süreya, 100 Aşk Şiiri, s. 5-6.
[xlix] Cemal Süreya, “666. Gün”,  Günler, s. 268.
[l] Cemal Süreya, Onüç  Günün Mektupları, YKY, İst., 1998, s. 35.
[li] Cemal Süreya, “3. Gün”,  age.,  s. 6.
[lii] Cemal Süreya, “385. Gün”,  age., s. .16.
[liii] Cemal Süreya, “458. Gün”,  age., s. 193.
[liv] Cemal Süreya, “586. Gün”,  age., s. 241.
[lv] Cemal Süreya, “592. Gün”,  age., s. 244.
[lvi] Cemal Süreya, “597. Gün”,  age., s. 246.
[lvii] Cemal Süreya, “598. Gün”,  age., s. 246.
[lviii] Cemal Süreya, “621. Gün”,  age., s. 253.
[lix] Cemal Süreya, “629. Gün”,  age., s. 256.
[lx] Cemal Süreya, Onüç Günün Mektupları, s. 55.

Hiç yorum yok: