24 Aralık 2018 Pazartesi

İKİNCİ YENİ YAHUT DİRİLİŞ: SEZAİ KARAKOÇ NEREDE?

İkinci Yeni pek çok bakımdan tartışmalara maruz kalmış bir edebiyat olayıdır. Bu hareket kuruluşundan oluşumuna, öncülerinden temsilcilerine, özelliklerinden etkilerine, bitişinden sürekliliğine birbirine zıt yönleriyle farklı nitelikte münazaraların konusu olmuştur.[i]
Sezai Karakoç’un İkinci Yeni şairi olup olmadığı da bu tartışmalardan birisidir. Şöyle ki, İkinci Yeni şiiri bahis mevzuu olduğunda, bu şiirin kadrosunu kimlerin oluşturduğu önemli bir sorun olarak gündeme gelir. Bizim de Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri adlı kitabımızda birkaç dipnotta ele aldığımız bir konu olmuştur bu. Kimlerdir bu isimler? Birisi Oktay Rıfat’tır, diğeri Sezai Karakoç. Tabii ki farklı sebeplerle. Oktay Rıfat bir önceki hareketin temsilcisidir. Fakat İkinci Yeni’den de pay sahibi olmak ister. Nihayet Perçemli Sokak İkinci Yeni havasında bir kitaptır.
Sezai Karakoç’un İkinci Yeni’ciliği ise daha farklı sebeplerle gündeme gelir. Şöyle ki Sezai Karakoç’un böyle bir konuyla gündeme getirilmesi İkinci Yeni ‘öncü’lüğüyle ilgili değildir. Zira başlangıçta şairin bu harekete dâhil olduğu konusunda kimsenin bir itirazı yoktur. Bu konuda sonraki zamanlarda oluşan tartışmaların bir kısmı –ki buna şairin kendi görüşleri de dâhildir- edebiyat harici bakışların eseridir. Özellikle de Karakoç’un İslam medeniyetinin şairi oluşu İkinci Yeni şairi olamayacağı şeklinde zanları ve bu yolda itirazları doğurur. Meseleye şiirin iç dinamikleri açısından bakanlar ise, bu itirazları savuşturmaya çalışırlar.

Sezai Karakoç ne diyor?
Sezai Karakoç bizzat kendisi bu konuda bir fikir sarf etmiş midir? Kuşkusuz şairin kendi edebî mensubiyeti hakkında dile getirecekleri önemlidir. Öyle ki, onun fikri, diğer fikir sahiplerinin bir kısmını daha ileri götürürken bir kısmını da geri adım atmaya zorlayacaktır. Olaya bu açıdan bakarsak, “Sezai Karakoç İkinci Yenici değildir.” görüşünü savunanlar sevinecektir! Öyle ya, üstad bu bahsi birkaç yazısında gündemine almış, açıkça tarafını belli etmiştir. 
Konuyu 1957’de Pazar Postası’nda yayımlanan “Dişimizin Zarı” adlı makalesinde gündemine alan Karakoç bir mısradan hareketle klâsik şair ile o tarihlerde gelişmekte olan şiiri mukayese eder. O dönemin şiirini ‘yeni gerçekçi akım’ (‘neo-realist akım’) gibi ifadelerle adlandırırken, kendisini dışta tutar. İkinci Yeni’nin kuruluş yıllarına denk sayabileceğimiz bir dönemde şairin böyle bir tercihte bulunması hayli ilginçtir. Bağlanmanın İkinci Yeni karşısında ‘klâsik şiir’ adıyla geleneksel şiire olması bu doğrultuda sonraki dönemlerde görüş beyan edecek olanların elini güçlendirir. İşte Karakoç’un söyledikleri:
‘Lâleliden dünyaya doğru giden bir tramvaydayız’. İşte yeni şiiri özetleyen bir mısra. Bu artık klâsik şairin yolculuğuna benzemiyor. Klâsik şair, ‘azgın bir dâvet’le ‘nerdeyse toprağın sonu’na gider.  ‘Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek’ şartiyle. Orhan Veli Akımında ise insan, Lâleliden çıkr bir yolculuğa ve tramvaya atlar; ama mutlaka Sirkeciye gider. Yeni gerçekçi akımda ise (çünkü bence, yeni akım, bir çeşit neo-realist akımdır), Lâleliden çıkar yolculuğa, tramvayla, ama dünyaya gider. (Ben)in en küçük davranışı bile büyük bir haber gibidir. Yaşama vardır ve önemlidir, ama bir haber olarak. Neyin haberi? Bunu şair de bilmez.[ii] Şair yazısının devamında ayrıntılara girer. Yeni şiirin bazı özelliklerine değinir. Bu değiniyi eleştirel bir üslupla yapar. Deyim yerindeyse İkinci Yeni adıyla anılacak şiiri ötekileştirir. Ötekileştirmede yeni şairlerin insanı, pragmatizmi, formal olanı, vb. öncelemelerini, bütün bunlardan sonra ‘din’ dışı (‘lâik’) bir şiiri yazmaları Karakoç için önemli sebeplerdir. Bu arada Turgut Uyar, Cemal Süreya ve Ece Ayhan’dan, onların kimi eserlerinden verdiği örnekler ise Karakoç’un tavrının netliğini gösterir:
Bu şiire göre her şey insanla başlar ve biter. (Mutlak) yoktur, hiç olmazsa şimdilik bunun üzerinde durulmamalıdır. Örnek olarak diyelim, ölüm değil, varlık söz konusudur. Yeni şair ancak, varlık üzerinde konuşur. Pratik olarak, bu, önemli ve olumludur. Yani yeni şair pragmatiktir. Tezlerden ve soyut kavramlardan çekinir. Bunun için, hep ‘meselesiz’, ‘formalist’, ‘öz düşmanı’ ithamlarına uğrama tehlikesiyle karşı karşıyadır.(...) Dinazorusların modern bir Amerikan evinde yeri olması cinsinden, yeni şiir, eski büyük yaşayışları aktüel yapar. Ruhsal oluş, bu şiirde, temel yapıdır. Bakarsınız, Akçaburgazlı Yekta, Davutu yaşar. Zaman önemini kaybetmiştir, insandır hep bu şiir. İsa ve İncil varsa bu şiirde, mistik ya dinî sanmayın. Tam anlamıyla lâik bir şiirdir. Din bir dekor, ya bir benzetim ya bir sonra aletidir. Yaşamayı çekip çıkarmak için bir alet. Alelâde kadınlar konuşur, ama mutluluğu. Bir kantar memurunun sıkıntısı, varoluş sıkıntısı konu olur. Sevişme vardır aşk yerine daha çok. Tanrıyı, aşkı, ölümü anlamaz bu şairler; toplumu, kadını, varlığı anlarlar. En pragmatik ispat, dokunmaktır. Bu şairler insanı şiire dokundurur. Turgut Uyarda şiir bir ağaç gibi büyük, gelişir, bir orman gibi uğuldar. Tüyleri tenimize değdirir Turgut Uyar. Cemal Süreya resimler çizer. Heykel figürleriyle işler. Bir şarkıcı, bir dans şairidir. Yeni şair, hep somutun somutuna, plâstike gider. Bir kavanoz, bir ayışığı evreni kurar. Turgut Uyar, Cemal Süreya, bir hehovior şiirini yürütür. İlhan Berk, tarih öncesinden ekzotik ve hayalî bir ülkeden, bazı toplumdan renkli evrenler getirir. Ece Ayhan -ki yeni şiirin Necatigilidir- insanın, çarpık ve negatif realitesini olduğu gibi anlatır, kelimeyi bundan dolayı çarpıtır.”[iii]
Karakoç’un İkinci Yeni şiirini, bu adı da telaffuz ederek eleştirdiği bir başka makalesi “Galile Denizi” başlığını taşır. Bu, bilindiği gibi aynı zamanda İlhan Berk’in İkinci Yeni formatında kabul edilen ilk şiir kitabının adıdır. Makalede Karakoç, Birinci Yeni (Garip) şiirinin eskimesi, hatta kendisine tepki olarak doğan Attilâ İlhan şiiriyle tamamen bitmesi, yerine yeni bir şiirin doğduğu bilgisini söyledikten sonra, sözü yeni şiirin adına, adlandırılmasına, kimi özelliklerine ve kendinden önceki şiirle ilişkisine getirir: “Bu şiirin vaftiz adı: İkinci Yeni.. Ben, bu şiire, ‘Yeni gerçekçi şiir’ diyorum. Orhan Veli şiiri, şiirimizin gerçekçi (realist akımıydı, bu akım ise, yeni gerçekçi (neorealist) akım. Orhan Veli ve arkadaşlarının şiiri, yeni şiir ise, bu yeni şiir için, yeninin yenisi farkına, ikinci yeni demek kadar doğru ne ola? Böyle hüküm, böyle hipotezin başından artık. Bazıları, yeniliği, böyle, 1, 2, 3, ... v. s. numaralamanın saçma olduğunu, bunun bir hayal kıtlığından doğduğunu söylemeğe kadar vardırdılar işi. İşin içinde bir saçmalık, bir hayal kıtlığı varsa bu, Orhan Veli ve arkadaşlarının şiirine ‘yeni şiir’ demekteydi. Zaman ve eşya boyunca daha başka bir şiir yokmuş ve olamazmışçasına bir şiire yeni şiir ismini verenlerin, onun yenilenişinden ibaret ikinci bir akıma ‘ikinci yeni’ sözü, bir birincisini, bir üçüncüsünü hatırlatmak bakımından, ‘yeni şiir’ sözünün mutlak deyişine göre, daha alçakgönüllü ve daha namuslu değil miydi? Hem, alt tarafı bu bir isim değil miydi?[iv]
Makalenin devamında Sezai Karakoç, İkinci Yeni’nin özellikleri üzerinde durur. Burada, daha önce bahsettiği bazı hususları tekrar eder. Yeni şiirin insanı merkeze yerleştirmesi, salt yaşama şiiri olması, anlama, hatta anlamsızlığa önem vermemesi, ‘Tanrı’yı sıradan bir kimlik durumunda algılaması Karakoç’un tespitleri arasındadır: “... bir ‘salt yaşama’ şiiri. Apriori bir tekvin teorisi ve ona dayalı bir hükümler mecellesi olmayan, postulasız bir yaşama demektir bu salt yaşama. Realist, pragmatik, plüralist.  ‘Evrende insan’ sözü bu şiiri özetler. Bu akım, insanın insanlar arasındaki yeriyle birlik, kainattaki yerini de arayan şairlerin geçidi. Arıyan, fakat bulmaya niyeti olmayan. Bir pasaj, bir bulvardır bu akım. Forum daha sonra gelecek, metropol daha sonra olacak. Bir imar olayı olmaktan çok, bir istimlâk olayı yâni bu şiir. Yer yer akıl dışına kaçar, düşlerde gezinir. Bazı bazı düşüncenin sansüründen kurtulur. Bir parça ekmek, bir parça hayal ve biraz da fantezi şiiridir. Dekart insanı bu şairleri pek ilgilendirmez; ondan çıkarlar ama o, artık bir natürmorttur. Yaşama ilk prensiptir. Yaşamayı yaşama açıklar. Yaşama kendi kendine yeter. Akıl ve düşünce onu içermez. Belki ona dahil, ona aittir... Düşünce, tarihî bir perspektiftir. Bu yüzden, şiirin temeli ne düşünce, ne anlamdır. Anlamsızlığın da olmadığı gibi. ‘Anlam’ı varlığını ve şiirin cevheri kabul etmeyen, bir şart bir tarz sayan, onun yanına ‘akt’ı da ekleyen şairlerdir bunlar. Bu şiir, metafizik ve mistik dünyanın kürevî çevepire bir kaç noktada dokunmuyor değil. ‘Mutlak’la ilgili her güç, silâhlarından tecrit edilmiş olarak, her vahşi hayvan, dişleri, tırnakları sökülmüş, pençeleri koparılmış olarak bu sirkte uslu uslu yaşar. Aslanlar görürsünüz, belki bir kediye dönmüştür. Hz. İsa, canı sıkıldığı için din icat etmiş bir adamdır, bu şairlere göre: Sent-Antuvan gökte don gömlek dolaşır; ‘Sayın Tanrı’, günah çıkartan, daha doğrusu günah sayan, günah numaralayan bir papazdır! Karakoç, “bu akım”ın  “dünya nimetlerine övgü ve imreniş, ya da nefret ve kaçış” duygusu taşıdığını belirtir. Bu çerçevede şair, “bir dünya nimeti olarak kadın (yasak yemiş) çevresinde bir pervane gibi dönüp dolaşacaktır. Şair, cemiyette sıkıştıkça kadına sığınacaktır. Kadın, bu şiirde, putperest bedevinin hurmadan putudur.[v]
Görüldüğü gibi, Sezai Karakoç İkinci Yeni şiirini bu şiirin muhtevasına mahsus değerlerden ötürü eleştirmekte, kendisini de hariçte tutmaktadır. Karakoç’un muhtevaya yönelik hassasiyeti şiirin diğer unsurlarına karşı fazla dikkate alınmaz. Mesela dizenin yapısı, imge anlayışı, vb. hususlar üzerinde durmaz Karakoç. Buraya bir mim koyarak konuya yönelik başka kimler ne diyor, edebiyat araştırmacıları, eleştirmenler ne diyor, bunlara bakalım.

İkinci Yeni şairleri ne diyor?
Sezai Karakoç’un İkinci Yeni şairi kabul edilip edilmeyeceği hususunu müzakere edeceğimiz kişiler arasında adı bu hareketle anılan şairler gelmektedir. Onların meseleye bakışı bizi ufuk açıcı bilgilere ulaştıracaktır.
İkinci Yeni’nin önemli isimlerinden Ece Ayhan bu konuda farklı zamanlarda değişik görüşler öne sürmüştür. Ece Ayhan, İzzet Yasar’ın kendisiyle yaptığı bir mülakatta İkinci Yeni’nin kapalılığı üzerinde dururken şunları söyler: “Bugün, okullara, öğrencilere satılan sözlüklere, kitaplara, seçkilere bakalım açıp; hepsi de İkinci Yeni’ye ‘kapalı şiir’ dendiği için ‘kapalı şiir’ derler bu şiirin üzerinde durmadan. Özellikle de, -bunu kesenkes yazıyorum- ‘İkinci Yeni’den hiçbir zaman olmamış ya bizden çok yaşlı ya da bizden çok genç şairlerin şiirlerine bakıp. Oysa, (hadi diyelim ki dar anlamdadır anlamındadır) ‘İkinci Yeni’ denilen şey Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’dır!..”[vi] ifadesini kullanır. Ece Ayhan bu görüşünü destekler mahiyette bir başka yerde şunları söyler: “Sezai Karakoç İkinci Yeni’de topu topu bir hafta kaldı. Ama İkinci Yeni’nin karkas, oluşum ve çıkış günlerinde o da vardı. Cemal Süreya ile yatakhanede ya da kantinde saatlerce şiirden konuşurlardı.[vii]
Turgut Uyar da açık bir ifadeyle olmamakla birlikte Sezai Karakoç’u kendi mensubiyet ailesi (İkinci Yeni) içinde sayar. A. Turgut imzasıyla kaleme aldığı “Şiirde 1959” başlıklı yazısında İkinci Yeni’ye atıflar yapan yazar, belli bir anlayışa sahip şairlerinin yıl içinde yayımladıkları kitaplara temas eder. Salah Birsel, Edip Cansever, Arif Damar, Kemal Özer, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Ülkü Tamer gibi şairlerin o tarihteki son kitaplarıdır Uyar’ın İkinci Yeni bağlamında değerlendirdiği eserler. Sezai Karakoç’un Körfez’i üzerinde duran yazar bu kitaptaki bazı şiirleri öne çıkarır.[viii]


Hem öyle hem değil…
Sezai Karakoç’un İkinci Yeni şairi olup olmadığı hususunu gündeme getirenlerin başında Doğan Yel gelir. Yazar 1964’te Türk Dili dergisinde yazdığı “Şahdamar” başlıklı yazısında Karakoç’un şiirlerindeki biçimsel özellikler üzerinde durur ve onun şiirini İkinci Yeni şiiriyle bu açıdan karşılaştırır. Doğan Yel, Karakoç’un daha ilk şiirlerinden itibaren “bir deyiş rahatlığına eriştiği”ni söyler. Fakat o ‘biçimci bir ozan’ değildir. Zira yeteneğinin kendisine verdiği “deyiş rahatlığı”ndan ‘us’uyla hemen kurtulabilmektedir. Bu anlamda “halk deyimlerinden çok yararlan”mış olsa da bu onun elinde başka bir nitelik almaktadır: “Bu yararlanma ona görüntülerinin değişikliğini, birdenbireliğini yumuşatmayı sağlıyor. Ne ki, halk deyimlerinin bu bol kullanılışı bile onun başlıca özelliğinin, kendine özgü bir dili, jargon’u olduğunu söylememize engel değil.” Karakoç’un “töresel” kaygılar güttüğünü de belirten Doğal Yel, fikrin onun şiirlerinde “ana nokta, bir ağırlık noktası” olduğunu söyler. Yazısının sonunda şairi “son kuşak” şairleriyle de mukayese eder. Onu bazı İkinci Yeni şairleriyle birlikte anabileceğimizi, fakat bir diğer yandan onlardan ayrı da değerlendirebileceğimizi belirtir: “Sezai Karakoç’un son kuşak ozanları arasındaki yeri de ayrı. Bir bakıma, şiirimizi yenileyen Cemal Süreya, Turgut Uyar, İlhan Berk, Edip Cansever, v. b. ile birlikte anabiliriz adını. Ama onun İkinci Yeni ile ortak yanları kadar, kendine bu akım dışında özel bir köşe ayıran nitelikleri de az değil. Kısaca, Karakoç ne ikinci yeni akımının dışında düşünülebilir, ne de bütün bütün içinde. Şiir tutumuna bir ad koymak istenirse, neo-klâsik en uygunu olur.[ix]
Görüldüğü gibi, Doğan Yel bir eserine bakarak şairi hem İkinci Yeni’nin içinde hem de dışında sayıyor. Bu yaklaşım makul gerekçelerle izah edilebilir. Zira yazar edebî kıstaslara başvurarak mutedil bir araştırmacı tutumu sergilemiştir.

Şairle görüş birliğinde olanlar…
Sezai Karakoç’un İkinci Yeni şairi olmadığı konusunda görüş ileri süren ciddi bir kesim vardır. Onlar bu kanaati genellikle şairin baktığı yerden, yani muhteva unsurları açısından bakarak edinmişlerdir.
Şakir Diclehan Sanat ve Düşünce Dünyasında Sezai Karakoç adlı eserinde Sezai Karakoç’la İkinci Yeni şairlerini “maddeci yahut ruhçu” oluşları yönüyle ele alır. “İkinci Yeni ve Marksistlerin maddeci, Sezai Karakoç’un ise ruhçu oluşu[x] olduğunu belirten Diclehan başka ayrıntılar üzerinde de durur. Hayata bakıştaki farklılıklarını “II. Yeniler karamsarlığı, sıkıntıyı ve kötümserliği dile getirmelerine karşılık Karakoç, iyiliğe ve iyimserliğe taraftardır.[xi] şeklinde açıklayan yazar bu konuda şu tespitte bulunur: “İkinci yenilerin ağızbirliği ettiği sıkıntı, karamsarlık ve bunalım gibi duyguların moda haline getirilmesine karşılık Karakoç, sevincin insan hayatında önemli bir etken olduğuna inanmaktadır. Çünkü sıkıntı ve karamsarlık madde ile sınırlanmış duygulardır. Halbuki Karakoç, maddeyi aşmış ve ruh değerlerine bağlı bir şâir olarak hareket etmiştir.”[xii] Sezai Karakoç’un ölüm ve dirime bakışını da İkinci Yeni şairlerinden ayıran Diclehan, onun bu konuda Divan edebiyatı şairlerine yaklaştığını düşünür. Divan şairlerinin ölümü “genellikle dirilme ve diriltme mefhumları etrafında[xiii] algıladığını belirten yazar Sezai Karakoç’la birlikte ‘ölüm’ün yeniden dirilmeyle birlikte anılır olduğunu belirtir: “Şiirmizde bazı şâirlerin biyolojik bir olaya indirgedikleri ölüm, Karakoç’ta yeniden ve değişik bir anlayışla ‘Metafizik’ kimliğine bürünür. Sezai Karakoç’a göre ölüm bir vâizdir. Yeniden doğup dirilmektir.[xiv]
Sezai Karakoç’un Şiiri adlı çalışmasında Ebubekir Eroğlu[xv] Karakoç’un İkinci Yeni’yle bağı çerçevesinde önce şairin daha önce de değindiğimiz “Galile Denizi” adlı eleştirel metnine atıfta bulunur.[xvi] Eroğlu daha sonra Sezai Karakoç’un kendisini İkinci Yeni şairi saymamasının gerekçeleri üzerine yorum yapar. Burada en önemli nokta, Sezai Karakoç’un kuşağının diğer şairlerinden daha büyük bir ‘atılım’ yapmış olmasıdır: “Bu yıllar (Şahdamar’ın yayınlandığı yıllarda, C.A), İkinci yeni şairlerine yönelik eleştirilerin çoğalmaya başladığı, çıkışlarını bu akımla yapan şairlerinse kendilerine yeni yollar aradıklarının gözlenebildiği yıllardır. Bu akım içinde adları duyulmuş ikinci derecedeki şairlerden pek çoğu, ‘döneminin şairi’ olarak orada kalır. Turgut Uyar’ın giriştiği deneyler, ona yeni bir açılım sağlayamaz. Edip Cansever ve bütün özgünlüğüne rağmen Ece Ayhan önü kapalı bir alanda ürünlerini çoğaltmayı sürdürürler. Eleştirilere aldırmayan ve ‘kendilerinin farkında’ bir tutum izleyen Ece Ayhan ile İlhan Berk’ten, Ece Ayhan hep tıkanık bir alanda gider; İlhan Berk ise kendi yolunu kendisi açar. Ve hep aynı yoldadır. Bu kuşak şairleri içinde en büyük atılımı Sezai Karakoç yapacaktır.[xvii]
Sezai Karakoç’un atılımı “yaşamın dinamitlendiği noktaları aramaktan ve belirlemekten doğan imgeler” sayesinde olmuş ve ‘düşünce’ şiirine ulaşmasıyla olmuştur. Şair bu yıllarda ‘Diriliş’ olarak adlandırdığı görüşleri de ilk kez dillendirmektedir. “Geçmiş uygarlıklara yeni bir bakış yöntemi, bu arada İslâm uygarlığına kendi mantığı doğrultusunda bakma girişimi” Sezai Karakoç’u klâsik İslam şiirine yaklaştırmıştır. Bu arada aynı yıllarda bazı şairler ‘gelenekten yararlanma’ kaygısı içinde olmuşlar, böylece şiirde yeni bir çıkış kapısı aramaya başlamışlar yahut batıdaki örnek gelenekçi yaklaşımlara benzer bir denemeye girişmişlerdir. Ebubekir Eroğlu, Sezai Karakoç’un dönüşümünü kuşağının diğer şairlerindeki ‘gelenek’ arayışlarının sebepleriyle bağlantılı bulmaz. Tersine, ondaki atılımın diğer şairlerin de gelenek arayışı içine girme sebebi olabileceğini düşünür: “Kendisinin İkinci Yeni şairleri ile bir arada sayılmasını doğru bulmayan Sezai Karakoç’un bu sıralardaki dönüşümünün ise, bu sorunların (gelenekten yararlanma kaygılarının- C.A) doğuş nedeni ile bir bağlantısı olduğunu sanmıyorum. Hatta bunun tersinin doğru olabileceğini, Sezai Karakoç’un girişiminin böyle bir tutumun doğmasında rolü olabileceğini düşünüyorum. Çünkü, batıdaki gelenekçi şiir anlayışına bizde karşılık aransa her halde ilkin Yahya Kemal’le Sezai Karakoç’u bulacağız. Genel gidişteki birikim yokluğuna rağmen, Sezai Karakoç’un kendi yolunu çizerken gereksindiği edinimleri kişisel olarak elde ettiği de anlaşılmaktadır.[xviii]
Yedi İklim dergisinde “Sezai Karakoç Üzerine Bir Oturum” başlığı altında yayımlanan bir açık oturumda bu konuya değinilir.[xix] Bu konuşmada Akif İnan ile Rasim Özdenören’in söyledikleri hayli önemlidir. Akif İnan, şairin İkinci Yeni ile ilişkisine değinir. İnan’a göre Karakoç’un şiiri İkinci Yeni şairleriyle kimi benzerlikler gösterir. Fakat muhtevada onlardan ayrılır: “Şimdi Sezai Karakoç’un şiiri tabi kuşakdaşlarının şiiriyle bir benzerlik, beraberlik gösterir. İşte İkinci Yeni hareketiyle birlikte şiirimizdeki o yeni zıplama, yeni şekil, yeni söylem Sezai Karakoç’ta da var. Ama muhteva itibarı ile Sezai Karakoç’u ondan da ayıracağımız yığınla özellikler var.”[xx] Bununla birlikte Akif İnan, Karakoç’u İkinci Yeni’den ayıran ‘yığınla özellik’ hakkında ayrıntıya girmez. Fakat ayırıcı bir özellik anlamında şu cümleleri söyler: “Sezai Karakoç’la şiirimize, adeta yeni bir ufuk çizgisi girdi. Bu ufuk İslamdı. (…) Onunla birlikte bizim şiirimize ilk defa olarak islam coğrafyası girmiştir.”[xxi]
Rasim Özdenören ise önce Garip şiirine karşı gelişen oluşumlar üzerinde durur. Karakoç ve arkadaşlarının tavrı da bunlardandır. Fakat o İkinci Yeni şairlerinden bir şekilde yine ayırır Karakoç’u: “Sezai Karakoç döneminin belli bir söylemi vardır. Nedir o söylem? Lirikleşme. Orhan Veli şiirini hatırlarsak 1940’lı yılların, şiiri alabildiğine basitleştiren, şairanelikten kaçan, şairaneliğe düşmanlık besleyen bir şiirdi Orhan Veli’nin, ve arkadaşlarının yazdığı... İşte, ‘Cep delik/cepken delik/kevgir misin be kardeşlik’/ gibi tekerlemeleri bile şiir adı altında lanse eden bir anlayışa Sezai Karakoç’la beraber karşı çıkan bir şiir anlayışı, zaten mevcuttu. 1950 yılında. Attila İlhan’la başlamıştı, nihayet işte adına ikinci yeni denilen şiir, (...) var. Şimdi Sezai Karakoç’un pozisyonu çok farklı. Bir defa muhteviyatı itibariyle farklı, ona ayrıca değinmek lazım. İkincisi, bu adamlarla, bu ikinci yeni denilen adamlarla beraber, şiiri kurtarma cehti var. (...) Olayın bir yönünü bu şekilde açıklayan Özdenören, Sezai Karakoç’u ‘Müslümanca’ bir duruşun sahibi olarak da diğerlerinden ayırır ve şöyle der:Orhan Veli ve arkadaşları doğrudan doğruya cumhuriyet zihniyetinin getirdiği telakki tarzını, bu şiirle dile getiriyorlardı, dışa vuruyorlardı diyebiliriz. Ki bu ayrılış iki yönüyle, iki taraflı bir tepkiye yol açtı. Birisi bahsettiğimiz, ikinci yeni bir diğeri de müslümanların karşı koyuşu, Sezai Karakoç’un öncülüğünde.[xxii]
Yedi İklim dergisinin aynı nüshasında yer alan bir başka yazıda[xxiii] Ali Haydar Haksal da konuya temas eder. Şiirde görülen yeni çıkışın Sezai Karakoç ile başladığını söyleyen Haksal, şairin İkinci Yeni’yle birlikte anılması tamamen tesadüfidir: “Her ne kadar II. Yeni diye tanımlanan bu hamlede sık sık adı yineleniyorsa da Sezai Karakoç’un, O’nu bunlardan ayırmak gerekir. Kendi ifadesiyle ‘Onlarla aynı dönemi yaşama rastlantısından başka bir şey değildir’ bu durum. Sezai Karakoç şiiri bu bağlamda daha bir önem kazanır. Çünkü Sezai Karakoç şiiri sırf bir ses ve ritimden de ibaret değildir. Şiirinin burada bir başka önemi daha vardır. Batı şiirini çok iyi bilen şair, bu şiirin bütün imkanlarından yararlanır. Medeniyetimizin şiirini çok iyi bilir ve ikisinin bir dönüştürümünü gerçekleştirir.[xxiv] İslam medeniyetine mensubiyet dışında Haksal, üstadın şiirindeki anlam zenginliğini de kuşağı şairlerden ayırıcı bir unsur olarak görür: “Sezai Karakoç’u II. Yeni şairlerinden ayıran bir diğer yanı da şiirindeki anlamsal zenginliktir. Bir medeniyet şiirini yeniden kuruyor olmasıdır özelliği. Ama has bir şiirdir yazdığı. Şiir dünyamıza hem tek tek şiirleri, hem bütün şiirleri bir gücü ortaya koyar.”[xxv]
N. Ahmet Özalp, “Şiirimizin Ağa Ustası” başlıklı yazısında[xxvi] İkinci Yeni’nin Garip’i aşan bir hareket olduğunu söyledikten sonra, bu yeni hareketin özelliklerine getirir sözü. İkinci Yeni’nin özelliklerini Sezai Karakoç’a bağlanarak sıralayan Özalp, şairin yukarıda iktibas ettiğimiz görüşlerinin bir özetini sunar ve bu şiirin ‘mutlak’la ilgilenmediğini, ‘salt yaşama şiiri’ olduğunu belirtir. Dolayısıyla Özalp, Sezai Karakoç’un kabullerine yaslanarak, onun İkinci Yeni şairi olmadığını söylemiş olur.[xxvii]
Kemal Bek, Taha’nın Kitabı adlı eseri üzerinden Sezai Karakoç’un şiir serüveni üzerinde durur.[xxviii] O, ilk şiirlerini 1950’lerin başlarında yazdıysa da kimliğini İkinci Yeni döneminde bulmuştur: “Karakoç’un asıI şiir serüveninin, Il. Yeni’nin serüvendeşi ya da zamandaşı olarak başladığı ileri sürülebilir. Hızırla Kırk Saat, Taha’nıın Kitabı ve Gül Muştusu’nun yayımlandığı 1967-68-69 yıllarında şiir dünyasına artık Il. Yeni şairleri egemen olmuşlardır; bundan sonra şii­rimizin serüveni ı98o’lere dek sürecek olan bambaşka bir nitelik alacak, şairler artık şiirlerindeki konulara ve biçeme göre değil, ‘dünya görüşlerine göre’ ‘kümeleşme’ye başlayacaklardır.” Kemal Bek, Sezai Karakoç’un bu dönem şiirlerini şekil, üslup ve muhteva bakımlarından İkinci Yeni şiiriyle karşılaştırır: “Genel olarak, Sezai Karakoç’un bu dönem şiirlerinin biçim bakımından değilse de, biçem ve içerik bakımlarından Il. Yeni’den oldukça farklı olduğu açıkça görülebilir. II. Yeni şairlerinin, dilin ve şiirin kurallarına Garip’ten daha köktenci olarak ‘başkaldıran’ biçemlerine, ‘referanslarını’ yaşamın ‘traji-komik’ çelişkilerinden alan içeriklerine karşılık; Sezai Karakoç’un dili ve biçemi daha ‘uslu’, içeriğindeki ‘geleneksel’ öğelerle daha ‘dramatik’tir ve Il. Yeni’nin çoğu kez kaçındığı ‘anlatı’yı gözüpek bir tavırla kullanmaktan çekinmez. Bunun sonucu olarak da, Sezai Karakoç’un, ‘biçemin arkasında kalan düşünce şiiri’ne yöneleceği daha ilk şiirlerinden bellidir ve bu şiirlerindeki diliyle biçemine de, az çok, sonuna değin bağlı kalır.[xxix]
Şairin şiirsel edasını inceleyen Kemal Bek Karakoç’un Dede Korkut’taki bazı söyleyiş özelliklerine yaklaştığını belirttikten sonra şöyle der: “… bu edanın, Karakoç’un bilinçli bir yeğlemi (tercihi) olup olmadığını bilmiyorum; ama bende, çağdaşlarının tersine, onun, ‘içerik bakımından gelenekten kopmama kaygısı’na koşut olarak, bilinçli ya da bilinçsiz, dilde de böyle bir kaygısının bulunduğu izlenimi uyandırıyor. Bu tutumun, Türkçe’nin ‘geleneksel ses’inin yaşatılması bakımından çok önemli olduğunu belirtmek gerekir. Çağdaşlarının ‘geleneksel ses’e hemen hiç bağlanmadığı, buna karşılık, açık söylemek gerekirse, Fransız şiirinin adilimize yabancı edasını şiirleriyle Türkçe’ye taşıdıkları düşünülürse, Karakoç’un biçeminin önemi daha da anlaşılır olacaktır.”[xxx] Kemal Bek’in bu tespitleri, Sezai Karakoç’u İkinci Yeni şairlerinden ayıran bir husus olarak kaydedilmelidir.
Kemal Bek yazısında şairin ‘anlam’ ve ‘imge’yle olan ilişkisini İkinci Yeni’nin anlamı öteleyen ve imgeyi anlaşılmaz kılan yaklaşımıyla karşılaştırır. Bu noktada Sezai Karakoç İkinci Yeni’yle ortak özellikler göstermektedir. Fakat Karakoç’un şiirlerini yeniden okuduğunda, bu şiirin söz konusu açılar bakımından da kendine özgü bir yanı olduğunu görür Kemal Bek: “II. Yeni’nin görünürde birbiriyle anlam ilişkisi bulunmayan ya da ilk bakışta sezilemeyen imgeleri arka arkaya kullanma yöntemi, Karakoç’un ‘yazma yöntemi’nin de öğelerinden biri olarak görülüyor. (…) Ne var ki, dizeler ‘gereğinden çok’ uzayınca, başka bir deyişle ‘az sözle çok şey anlatmak’tan uzaklaşınca, âhengin ve özgün imgelerin bu tutumun altında ikinci plana düşmesi de kaçınılmaz oluyor; Karakoç’un şiirini yeniden okurken, ilk okuyuşumda olduğu gibi, aldığım ‘kendisine özgü’ şiir zevkinin yanı sıra, beni sürekli rahatsız eden, onun dize yapısıyla mimarisini özgürce kurmasını engelliyor gibi geliyor bana; ya da bu iki şiir öğesi öylesine kendilerine özgü ve alışılmadık bir tad taşıyor ki, Karakoç şiirinden (kendi hesabıma) ilk elde zevk alamadığımı ve ‘ne dediği’ni tam olarak anlayamadığımı, zevk almak ve tam olarak anlamak için de, bu şiirle çok uzun süre ‘haşır neşir’ olmam gerektiğini düşünü­yorum.”[xxxi]
Arif Ay da Sezai Karakoç’un İkinci Yeni şairi olmadığı kanaatindedir. Yazar, “Sezai Karakoç’un Şiiri İkinci Yeni ile Akraba mı?”[xxxii] başlıklı yazısına, tarihi kırılmalar yaşanan toplumlarda kırılmayı gerçekleştiren zihniyetin topluma dayatmacı bir yaklaşımla yaklaştığını söyleyerek girer. Arif Ay, bunun Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi, Türk Edebiyatı öğretiminde de vuku bulduğunu söyler. Bunun somut bir örneği olarak Edebiyat Tarihi tasniflerini öne süren Arif Ay, meselenin bir yanıyla Sezai Karakoç ve şiiriyle de ilgili olduğunu dile getirir: “Tüm bunların Sezai Karakoç’u şiiriyle ne ilgisi var diyeceksiniz. Şöyle ilgisi var: Şiir değerlendirmeleri yapılırken, değerlendirilen şiirin, öteki şairlerin şiiriyle akrabalığı araştırılır genellikle. Bu yaklaşım daha çok, yorumu, kültürel birikimi, zihnî yoğunlaşmayı ve tecrübeyi gerektiren şiirler karşısındaki tıkanmadan dolayı yorumu kolayca yapılıveren şiirleri yardıma çağırarak tıkanıklıktın kurtulmak içindir. Ya da, çağdaşları arasında her yönüyle özgün bir şiir ortaya koyan, farklılığıyla ayrıcalıklı bir duruşu olan şairi, diğerleriyle şiir akrabalığı kurdurarak onu okura ortalama bir şair olarak sunmanın bir yoludur belki de bu yaklaşım.” Arif Ay’a göre, bu yaklaşımı Sezai Karakoç’u ve şiirini değerlendirenlerin pek çoğunda görmek mümkündür. Özellikle de onun şiirimiz içindeki yerini İkinci Yeni’yle açıklayanlar bu yola müracaat ederler:  “Bu yaklaşımı, Sezai Karakoç’un şiirini değerlendirenlerin çoğunda görmek mümkündür. Ona (Onun?-CA) Türk şiirindeki yerini İkinci Yeni’yle açıklamaya çalışanlar çoğunlukta ve nerdeyse kabul de görmüş bir değerlendirmedir bu. Oysa Sezai Karakoç’un şiirinin, bugün dolaşımda olan hiçbir şiirle akrabalığı yoktur. Nasıl ki, Şeyh Galib gelenek içinde kalarak yeni bir söyleyişle, yani bir tarzla şiiri zirveye taşımazsa, (taşımışsa?-CA) Sezai Karakoç da bugün aynısını yapmıştır. Eğer, bugünkü şiiri gelenekle irtibatlandırmak gerekirse, buna tek örnek Sezai Karakoç’un şiiridir. Onun şiirini İkinci Yeni’yle irtibatlandırmak, İslâm medeniyetini ve onun oluşturduğu edebiyatı anlamamaktır. Zaten, onu anlamayanlar, Sezai Karakoç’un şiirini ya ‘çöl şiiri’ ya da ‘kara ütopyanın şiiri’ diyerek cehaletlerini ortaya koymaktadırlar.[xxxiii]
Sezai Karakoç’u İkinci Yeni hareketi dışında bir ‘akım’ adıyla zikreden ilk isim Şaban Abak’tır. Karakoç’u “Diriliş Akımı”nın şairi olarak adlandıran Abak, Yedi İklim dergisinde kaleme aldığı “Diriliş Akımı mı İkinci Yeni mi?”[xxxiv] başlıklı yazısında kesin ve net çizgiler çizer.
Şaban Abak bu yazısına Sezai Karakoç şiirinin “yaygın bir yanlışlıkla İkinci Yeni akımı içinde” anıldığını, “… bu akımın mensupları sayılırken Üstad’ın adı da ustalıkla araya harmanlanıver”ildiğini söyleyerek girer. Abak’a göre bunu yapanların bazı zaafları vardır. “Sezai Karakoç’un şiirini kavrama yeterliliğinden mahrum oluş”larını gizlemek zaaflardan biridir. Kasıtlı olarak Karakoç’u İkinci Yeni’ye bağlayanların bir başka zaafı ise “İkinci Yeni’ye bir itibar” kazandırmaktır. Bu tür bir “körlük yanılgısı” içinde olanlar arasında yüksek lisans ve doktora çalışmaları yapanlar da vardır ki, Şaban Abak’a göre yalnızca bu yanlışlık bile, onların tezinin kabul edilmemesini gerektirir.
Şaban Abak, İkinci Yeni ile Sezai Karakoç ilişkisinin sınırlarını da çizer: “İkinci Yeni’ye mensup olarak meşhur olmuş şairlerin şiiriyle Sezai Karakoç şiiri arasındaki benzerlik eş zamanlılık, dil ve kimi içim unsurlarından ibarettir. Yalnızca bu unsurlara bakılarak elbette bir akım beraberliğinden söz edilemez. Zira ne İkinci Yeni şiiri bu unsurlardan ibarettir, ne de Sezai Karakoç’un şiiri. Bir ileti olarak şiir, onu doğuran ve var eden inanç ve düşünce dünyasından, hayat görüşünden bağımsız olarak ele alınamaz. Bu basit gerçek hatırda tutularak bakıldığında sözü edilen akımla Karakoç’un şiirinin düpedüz ‘ayrı dünyaların’ şiirleri olduğu görülecektir.” Abak, bu açıklamalardan sonra Karakoç ekolünü neyle adlandıracağımızı da belirtir. Hatta herhangi bir dayanak göstermeden, Karakoç’un tercihinin de bu yönde olduğunu öne sürer: “… Üstad Sezai Karakoç, sanat, düşünce ve eylem alanlarını da kapsayan ‘Diriliş’ akımının kurucusu ve mensubudur. Bu akıma kimi eleştirmenlerce ‘Yeni İslâmcı Akım’ ya da ‘İslâmî Edebiyat’ denilmişse de, doğru adlandırmanın ‘Diriliş Akımı’ şeklinde olması gerektiği kanaatini paylaşıyoruz. Sezai Karakoç’un da tercihi bu yöndedir.”
Daha sonra “Diriliş Akımı”nın mahiyeti üzerinde durur Şaban Abak, onu tanımlar, tarihi gelişimini ve temsilcilerini sayar. Sezai Karakoç’u akımın son ihyacısı olarak takdim eder: “Diriliş akımı, duyuş ve düşünüşün de kendisiyle şekillendiği İslam’ı ve İslâm Medeniyeti’ni hem malzeme hem de ilham kaynağı olarak kullanan, buna sanatçının kendi devrimi, devrim dil ve malzemesinin yorumlanması ile bizzat sanatçının kendi biricikliğinin keşfinden doğan hasılayı da ekleyerek kullanan bir akım olarak tanımlanabilir. Bu manada Diriliş akımı yeni bir akım değil; kendi devirleri için Şeyh Galib’in de, Fuzûlî’nin de Hz. Mevlâna’nın da birer ihya edici öncüler oldukları göz önünde bulundurulunca adı geçen akımın da günümüzde ihya edilerek yeniden kurulduğunu, bu yüzden Sezai Karakoç’un aynı zamanda Diriliş akımının mensubu da olduğunu söyleyebiliriz.”
Yer yer Sezai Karakoç’a atıflar da yapan Abak, aşinası olduğumuz bazı maddeleri sıralar. Bunlar Karakoç’un İkinci Yeni hakkında söylediği cümlelerden seçilmiştir: “İkinci Yeni olarak tanınan şiirin genel olarak ‘meselesiz, formalist ve öz düşmanı’, ‘Tanrıyı, aşkı ve ölümü anlamayan’, medeniyetimize ait herhangi bir renk, koku ve ses taşıma kaygısından mahrum bir anlayışın ürünü olduğu”…  Bunlara dair örnek metinler vermeyi gereksiz gören Abak,   Sezai Karakoç’un aynı “inanç, duygu ve düşünce” bağıyla iç içe düşündüğü şairlerle ve onların oluşturduğu “büyük gelenekle olan ruh ve gönül akrabalığı”nı da örneklemeğe lüzum görmez.[xxxv]
Şaban Abak daha sonra ‘Hamse geleneği’ ile Karakoç’un eserlerinin bu geleneğe nasıl bağlanabileceği hususunu açıklar. Yazar, “Üstad Sezai Karakoç’un hamse geleneği ile ilişkisinin boyutları” ortadayken “O’nun İkinci Yeni’ci olduğu komik sanısından” vazgeçmeyenlere şaşırdığını; bu zandan kurtulacak akademisyenlerin yolunu gözlediğini belirtir.[xxxvi]

“Hayır, Sezai Karakoç öncelikle bir İkinci Yeni şairidir” diyenler…
Böyle diyenler peşinen Şaban Abak’ın zılgıtını yemişler taifesini oluşturuyor! Bakalım bu kategoride kimler var? Ve dayanaklarını neler oluşturuyor?
Bu konuda en iddialı yazı Turan Karataş’a aittir. Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç adlı monografisinde “Zorunlu Bir Çıkma: Sezai Karakoç, İkinci Yeni’nin Neresinde?”[xxxvii] başlıklı özel bir bölüm ayıran Turan Karataş, meseleyi ayrıntılarıyla ele almıştır. Karataş, bu meselenin İkinci Yeni ve Karakoç merkezli yazıların birçoğunda ele alındığını, hatta makul cevaplara ulaşıldığını belirterek girer yazısına. Fakat bunlar dağınık halde olup meseleye farklı açılardan bakmaktadırlar. Dolayısıyla söylenenleri derlemek toparlamak,  meseleyi “daha açık ve objektif” olarak ortaya koymak gerekir. Karataş, bunu yaparken “Sezai Karakoç’un bilinen ve var olan edebî kariyerinden, kıymetinden bir şey eksiltmek” amacında olmadığını, “tarihî bir olguyu yerli yerine oturtma” gayesi güttüğünü de belirtir.[xxxviii] Meseleyi bu şekilde ortaya koyduktan sonra şöyle devam eder Karataş: “Sezai Karakoç’a sorarsanız; ne İkinci Yeni şiiri hakkıyla tanınmış, ne de kendi şiiriyle bu şiir arasındaki ortak nokta ve farklılık anlaşılabilmiş ve ortaya konulabilmiştir. Bu belirleme, bir bakıma doğrudur. Sebebine gelince; bu konuda kalem oynatanların çoğu, hatalı çıkış noktalarını tercih etmişlerdir. Mesela kimileri, çok genel hatlarıyla ‘Sezai Karakoç mümin ve münezzeh bir şairdir -elhak öyledir-, öyleyse onun böyle ‘ne idüğü belirsiz’ bir hareketin içinde yeri olamaz’ düşüncesini savunur ve meseleye hissiyâtını bulaştırır. Bir grup isim, sırf Sezai Karakoç’un şairliğini görmezden gelmek için O’nu İkinci Yeni’nin içine almaz ve meseleye kinlerinin/kıskançlıklarının tazyiki altında yaklaşırlar. Bir taife de, bir savunma içgüdüsüyle, Karakoç’un ‘bal gibi, ikinci Yeni içinde yer aldığını’ söyler. Bu yaklaşımların objektif olmadığını söylemeye gerek var mı?”
Karataş, Sezai Karakoç’un ‘İkinci Yeni’ şairi olup olmadığı hususuna edebiyat dışı açılardan bakanların sübjektif tutumlarını mahkûm ettikten sonra bir başka yaklaşım çeşidine getirir sözü. Bu, zamanla görüş değiştirip birbirinden farklı sonuçlara varanların dikkatlere sunumudur. Ahmet Kabaklı bu tipin örneğidir. 
Daha sonra ayrıntılara inen Karataş, meseleye hissiyatla bakanların en bariz tepkisinin “Sezai Karakoç’u İkinci Yeni’ye hiç yaklaştırmamak gerekir.” ana fikrine sahip olduklarını söyler ve örneklendirir. Karataş’ın örnek kişisi Mehmet Ragıp Karcı’dır. Karcı, “Sezai Karakoç’u yüceltmek” kaygısıyla bu tavrı sergilemektedir. Bu arada hissi bir yaklaşım sergilediği kadar, polemik yapma amacı da taşımaktadır.”[xxxix]
Bu mahkûmiyet kararlarından sonra Karataş, Şiirler III (Körfez, Şahdamar, Sesler)’teki şiirler varken Karakoç’u İkinci Yeni’nin dışında tutmanın doğru olmayacağını söyler. Tam aksine, bu kitaptaki şiiriyle Karakoç, bir İkinci Yeni şairidir. Hükmünü şu cümleyle netleştirir Karataş: “Şiirlerin tekniği ve özdeki soyutlama, söylediklerimizin kanıtıdır.”[xl]
Turan Karataş, İkinci Yeni’yi “evrensel bir özle ilgisi ve Tanrı’yla, zamanla hiçbir alış-verişi olmadığı” zannıyla eleştirip, buradan Sezai Karakoç’un böyle bir şiire bağlanamayacağı hesabını güdenlere de cevap verir. Bunların temsilcisi Rasim Özdenören’dir. Karataş, İkinci Yeni’nin bu ifadelerle yaftalanmasına itiraz ederek çürütür Özdenören’in görüşlerini. Bu şiirin sonraki dönemlerin şairlerine kaynaklık yaptığını eklemeyi de unutmaz.[xli]
Karataş, Doğan Yel’in yukarıda bahsettiğimiz “neo-klasik” nitelemesini de gündemine almıştır. Bunu “biraz muğlak ve tartışmaya açık bir ifadedir.” şeklinde ele alır ve devam eder: “Karakoç’un şiirinde elbette klasik ögeler mevcuttur. Fakat, hiçbir zaman bu ögeler, Karakoç şiirinin birincil nitelikleri değildir ve bu şiir toplamının temel belirleyicileri olamazlar. Doğan Yel’in klasik dediği şey, aslında, bir bakıma geleneğin yeniden keşfi ve şiir damarına zerkedişilişidir. Kaldı ki Karakoç’tan önce, farklı biçimlerle de olsa, geleneği şiir ufkumuza uzatanlar vardır. Karakoç’un şiirini ‘neo-klasik’ şeklinde adlandırmak yeterli değildir. Bu, eksik ve kusurlu bir vasıflandırma, ad koyma olur. Karakoç’un şiiri, yeni bir şiirdir; geleneğin ve medeniyetimizin bağrından kopan ve onları yeşerten yeni bir şiir.[xlii]
Karataş, Mehmet Erdoğan ve Selahaddin İpek’te temsilciliklerini bulduğu birbirinin tamamen zıddı, fakat tek yönlü görüşleri de ciddi bulmaz. Konuyu çok boyutlu ele almanın gerekliliği üzerinde durur ve şu hükmü verir: “Karakoç, İkinci Yeni Türk şiirinin hem içindedir, hem dışında, değişik bir ifadeyle ne büsbütün içindedir, ne de tamamen dışında.[xliii] Karataş, bu düşüncesini şu ifadelerle daha net hale getirir: “ Sezai Karakoç’u İkinci Yeni şairleri arasında zikretmek, yanlış bir düşünce değildir. Şairlerin çıkış yaptığı dönem, kısa bir süre de olsa aynı dergi etrafında toplanmaları, üslup ve biçimdeki benzerlikler göz önüne alındığında, Karakoç, şüphesiz bir İkinci Yeni şairidir. İkinci Yeni dediğimiz şiir hareketinin dal budak saldığı Pazar Postası’nda Karakoç’un 19 ürünü (şiir ve yazı) çıkmıştır. Başka bir deyişle Sezai Karakoç imzası 19 defa Pazar Postası’nda görünmüştür. Bu, azımsanacak şey midir? Üstelik, bu şiir ve yazılar, şairin edebî hayatına ve kıymetine ışık tutacak nisbette önemlidir.[xliv]
Karakoç’u sadece dünya görüşüne göre ele alıp onu İkinci Yeni şairi saymayanların aksine –ki bunlara bizzat Karakoç da dâhildir- Turan Karataş çok boyutlu bir tetkik yapmış. Karakoç’u şiir sanatının olmazsa olmazları açısından İkinci Yeni şairi olarak gördükten sonra, sözü onun “dünya görüşü”ne getirmiştir. Turan Karataş, bu bağlamda çok da farklı bir düşünce ileri sürmez. Genel yaklaşımların benzeri bir tutum sergiler: “… dünya görüşü bakımından elbette farklı bir çizgidedir Karakoç. (…) Elbette, Karakoç, medeniyetimizi, kültürümüzü ve inancımızı sahiplenmesiyle İkinci Yeni şairlerinden ayrılacaktır. Ama dediğimiz gibi, bu ayrım 1965’ten sonra (iyice) gözlenebilir hale gelmiştir.”[xlv] diyen Turan Karataş, “Sanıyorum çıkmazımız, İkinci Yeni şiirine topyekün bakamayışımız ya da bu şiir hareketini bu güne kadar gelen bir şiir damarı olarak görmemiz ve çoğu kez kötü örneklerden hareket edişimiz; söz konusu ettiğimiz şeyin şiir olduğunu unutuyor oluşumuzdur.[xlvi] şeklindeki ifadelerde sonuca gider.
Bir yazısında[xlvii] İkinci Yeni şairlerini “resmî olanın karşısında” duruşlarına göre mukayese eden Orhan Kahyaoğlu, iki şaire işaret eder: “Ece Ayhan ve Sezai Karakoç”. Bu iki şair “yazdıklarıyla bir ideolojik karşıtlığı temsil et”mektedirler.  Fakat bu konuda bu iki şair arasında da farklılıklar vardır. Örneğin Ece Ayhan “dil ve kurgu biçimi” bakımından karşıt bir duruş sergilerken, Karakoç “metafizik şiir tezleri ve ürünleriyle resmi duruşla tam kesişmeyen bir mistik tavrı temsil et”mektedir. Üstelik Karakoç 1960’ların ortalarından itibaren “resmi din ve laik ideolojiyi” tümüyle dışlamıştır. İkinci Yeni şairleri arasında “resmî olanın karşısında” oluş bakımından bir birliktelik yokken, hatta bu açıdan birbirine yakın gibi gözüken iki şair arasında dahi pek çok farklılıklar söz konusu iken, Kahyaoğlu’nun Sezai Karakoç’u İkinci Yeni şairi sayması dikkat çekicidir.
Konuya Kahyaoğlu gibi farklı bir sebeple konuya temas eden Cem Taylan, Turan Karataş’ın görüşlerine yaslanarak şairimizi ilk şiir kitapları (Körfez, Şahdamar, Sesler) itibariyle “tam bir İkinci Yeni şairi” (olgun bir neo-realist) şeklinde niteler.[xlviii]
Karakoç’un Körfez adlı ilk kitabını “İkinci Yeni” bağlamında ele alan bir makalesinde[xlix] Ahmet Ada, İkinci Yeni’nin ‘merkezi’ne Ece Ayhan, Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’yı yerleştirir. Makalesinde İkinci Yeni hareketiyle ilgili bilinen genel bilgileri kısaca aktaran[l] Ahmet Ada, şairin “İkinci Yeni’yle ilgili poetik görüşleri”ni 1957-1960 yılları arasında yazdığını, Körfez’i ise 1959’da yayımladığını belirterek Karakoç’un o dönemde İkinci Yeni şairi olduğunu söylemeye çalışır. Karakoç’un İkinci Yeni’den kopuşu ise Hızırla Kırk Saat’le gerçekleşmiştir.[li] Bu tespitinden sonra Körfez’i ayrıntılı bir incelemeye tabii tutan Ada, 1953-1959 yılları arasında yazılmış şiirlerden müteşekkil olduğunu söyler ve şu hükmü verir: “Demek ki, İkinci Yeni, şiirinin dil ve söylemini oluşturucu bir işlevi de var.” Körfez’i aynı yıl yayımlanan Ece Ayhan’ın Kınar Hanımın Denizleri kitabıyla da karşılaştıran Ada, Ahmet Oktay’dan da esinlenerek, iki kitabın aynı “semantik doğrultuda” olduğunu belirtir. Ahmet Ada daha sonra Körfez’deki şiirlere yönelir: Anneler ve Çocuklar, Festival, Balkon, Şehrazat, Liliyâr, Karaçayın Türküsü: Danseden İki Kardeş, Ping Pon Masası, Çay, İnci Dakikaları, Sessiz Müzik, Veda, İlk, Ben Kandan Elbiseler Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim… Ahmet Ada, bunların tamamının İkinci Yeni özelliği göstermekte olduğunu söyler.

Sonuç olarak…
Sezai Karakoç’un İkinci Yeni şairi olup olmadığı ile ilgili tartışmaların gerek Sezai Karakoç gerekse İkinci Yeni hareketi açısından tali bir konu olduğunu düşünüyorum. Bunu, şuradan da anlamak mümkün; başlangıçta böyle bir problem yoktu. Dahası, sonradan ihdas edilirken edebiyat dışı kaygıların ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Bu kaygıların merkezî olanı ise topluluğu oluşturan şairlerin ‘zihnî’ tercihlerindeki farklılıklardır. Daha doğrusu diğer İkinci Yeni şairlerinin batıcı yahut ulusalcı tercihlerine rağmen Sezai Karakoç’un köklü bir medeniyet zincirine bağlanmış olmasıdır.
Oysa, şiirde temel unsur sözün kullanılış biçimi, mısra kurgusudur. Sözün ele alınışı, yoğuruluşu, okura sunuluşu bakımından Karakoç ile diğer şairler arasında, en azından yola çıkışları itibariyle bir farklılık yoktur.
Şu halde, İkinci Yeni ile Diriliş Akımı karşılaştırması mihenkleri ayrı iki unsuru birbirine karıştırmak anlamına gelir.



[i] Bu konularla ilgili farklı görüşleri Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri (Kültür Bakanlığı Yay., Ank., 2002; Okur Kitaplığı, İst., 2012) adlı çalışmamızda ayrıntılı olarak bulabilirsiniz.
[ii] Sezai Karakoç, Edebiyat  Yazıları II, Diriliş Yay., İst., 1986,  s. 27
[iii] Age.,  s. 28-29.
[iv] Age., s. 31
[v] Age., s. 31-32
[vi] Ece Ayhan, Dipyazılar, YKY, İst., 1996, s. 49.
[vii] Ece Ayhan, Sivil Denemeler Kara, YKY, İst., 1998, s. 22.
[viii] Turgut Uyar, Korkulu Ustalık (Haz., Alaattin Karaca), İst., 2009, s. 315.
[ix] Doğan Yel, “Şahdamar”, Türk Dili Dergisi, S. 149, [ Şubat 1964], s. 319.
[x]Şakir Diclehan, Sanat ve Düşünce Dünyasında Sezai Karakoç, Pîran Yay., İst., 1980,  s. 49
[xi] Age., s. 60
[xii] Age., s. 61
[xiii] Age., s. 63
[xiv] Age., s. 65
[xv] Ebubekir Eroğlu, Sezai Karakoç’un Şiiri, Bürde Yayınları, İst., 1981, 88 s.
[xvi] Age., s. 21
[xvii] Age., s. 31
[xviii] Age., s. 32-33.
[xix] Yedi İklim Dergisi, “Sezai Karakoç Üzerine Bir Oturum” (Katılanlar: Rasim Özdenören, Akif İnan, Erdem Bayazıt, Ali Haydar Haksal, Ali Göçer, Osman Bayraktar), S. 44-45 (Kasım-Aralık 1993), s. 52-77.
[xx] Age., s. 60
[xxi] Age., s. 61.
[xxii] Age.,, s. 63.
[xxiii] A. Haydar Haksal, “Köşe Şiirinde Gelenek ve Modernin Buluşması”, Yedi İklim Dergisi,   S. 44-45 (Kasım-Aralık  1993), s. 36-38.
[xxiv] Age., s. 37
[xxv] Age., s. 38
[xxvi] N. Ahmet Özalp, “Şiirimizin Ağa Ustası” Kitap Dergisi, S. 93, [Aralık, 1998], s. 10-14.
[xxvii] Age., s. 12
[xxviii] Kemal Bek, “Taha’nın Kitabı Üstüne Okuma Notları”, Ludingirra Dergisi, S. 9, [Bahar 1999], s. 68-75.
[xxix] Age., s. 68.
[xxx] Age., s. 72-73.
[xxxi] Age., s. 74-75.
[xxxii] Arif Ay, “Sezai Karakoç’un Şiiri İkinci Yeni ile Akraba mı?”, Yedi İklim dergisi, S. 126  (Eylül 2000), s. 49-50.
[xxxiii] Age., s. 50
[xxxiv] Şaban Abak, “Diriliş Akımı mı İkinci Yeni mi?”, Yedi İklim Dergisi, S. 126  (Eylül 2000), s. 65-66.
[xxxv] Age., s. 65.
[xxxvi] Age., s. 66.
[xxxvii] Turan Karataş,  Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç, Kaknüs Yay., İst., 1998, s. 237-244.
[xxxviii] Age., s. 237.
[xxxix] Age.,  s. 238.
[xl] Age., s. 239.
[xli] Age., s. 240.
[xlii] Age., s. 241.
[xliii] Age., s. 241.
[xliv] Age., s. 242.
[xlv] Age., s. 242
[xlvi] Age., s. 242-243.
[xlvii] Orhan Kahyaoğlu, “İnsan Ölmeden Önce”, Ludingirra, S. 9 (Bahar 1999), s. 76-81.
[xlviii] Cem Taylan, “Sezai Karakoç: Neorealizm ve İmgecilik”, Ludingirra dergisi, S. 9 (Bahar 1999), s. 89.
[xlix] Ahmet Ada “İkinci Yeni ve Sezai Karakoç’un İlk Şiir Kitabı: Körfez”, Hece dergisi, S. 73 (Ocak 2003; Eklerle 2. Baskı: Aralık 2010), s. 157-162.
[l] Ahmet Ada aktarımları sırasında bazı kaynaklarla ilgili maddi hatalar yapmıştır. Bunlardan birisi yazısının ikinci dipnotunda karşımıza çıkar. Burada alıntının yapıldığı makale “Yeni Gerçekçi Şiir: ‘İkinci Yeni’” (s. 162) şeklinde verilmiş. Dipnotta belirttiğine bakılırsa Ahmet Ada bu makaleyi bir şiir antolojisinden okumuş. Oysa Karakoç’un bu başlığı taşıyan bir makalesi yoktur. Bahsedilen makale, yapılan alıntıların izi sürülürse, Edebiyat Yazıları II kitabı içinde (Diriliş Yay., İst., 1986, s. 30-35) yer alan “Galile Denizi” olmalıdır. Ahmet Ada’nın işbu makalesinde verdiği ilk dipnotun Edebiyat Yazıları II’deki bir önceki yazı olan “Dişimizin Zarı”na olduğu, bununla birlikte akabinde gelen yazıyı görememesi kendisinin dersini iyi çalışmamak bir yana, başka kuşkuları da beraberinde getirmektedir.
[li] Age., s. 158.

Hiç yorum yok: