12 Ocak 2019 Cumartesi

DİDEM MADAK ŞİİRİNİN HACER'ÜL ESVED TAŞI

Didem Madak’ın ‘Ah’lar Ağacı (Everest Yay., İst., 2002) adlı kitabını yayınlandıktan on yıl sonra, fakat üst üste iki kez okudum. Şiir gündemlerini takip eden benim için on yıllık gecikme kötü puan olarak kaydedilebilir. Benden savunma bekleyenler için küçük bir m/izah denemesine girişmekte fayda var: Demek ki Didem Madak şiiri bende yeterli bir karşılık bulmamış. Ayrıca şairenin ve mensubu olduğu edebî camianın bu kitap bağlamında bana ilginç gelecek yeterli bir oyun sergilemedikleri de söylenebilir. Son cümlem bir yana, Didem Madak’ın şiirine Ludingirra ve Sombahar dergilerinden aşinaydım. Grapon Kağıtları (2000) kitabını da elime almış, dikkatle okumuştum. Ah’lar Ağacı ile Pulbiber Mahallesi (2007)’ni ise daha yenilerde…

Niçin “yenilerde” peki? Böyle bir soru sormakta haklısınız. Bunun da altını doldurmalıyım. Sanırım vuku bulan bir ayrılık; yani Didem Madak’ın geçtiğimiz yıl bu günlerde (23 Temmuz 2011) vefat edivermesi… Bilinen bir şey, biyografimizi bir şekilde ‘renklendiren’ kimi olaylar, diğer rol kişilikler gibi biz şairleri de başkalarının gözünde ‘enteresan’ kılıveriyor. Bu biyografik son durum elbette müteveffanın şiirine ilgi uyandırdı, fakat Didem Madak’ın Ah’lar Ağacı’nı sahafa yeni düşmüş özel bir ‘şiir kütüphanesi’nin kitapları arasında görüvermeseydim acaba ‘ölümcül’ bir alaka duyar mıydım? Belki… Nisan 2012’de düşmüş sahafıma bu kitap. Hatırlıyorum, içinde bulunduğu koliden ayırdığım ilk eserlerdendi. Ah’lar Ağacı’nı okumayı 3 Mayıs 2012 tamamlamışım. Bu okumadan kısa bir süre sonra, Maraş’a yaptığımız kültürel bir seyahatte, şair Ahmet Murat’la şehrin sokaklarını keşfederken, nedense Didem Madak’ın bu kitabı gündemimize giriverdi. Ah’lar Ağacı’ndaki kimi ‘dinî’ motifler benim gibi, Ahmet Murat’ın da dikkatini çekmişti. Kitabı bu minval üzere bir yazıyla gündemime alacağımı söylemiştim. İşte bu odur…

Ah’lar Ağacı’nı ikinci kez okuyuşum geçtiğimiz hafta yaptığım İzmir yolculuğumda gerçekleşti. Bu daha bilinçli bir okuyuştu. Zira 1970 İzmir doğumlu bir şaireydi Didem Madak. Bildiğim kadarıyla üniversite öğreniminin sonuna kadar bu şehirde yaşamıştı. Şiirinde İzmir’e mahsus unsurlar vardı. Bunların peşine düşebilir; bu şehri bir miktar da Didem Madak’ın mısralarını izleyerek gezebilirdim. Gezdim. 

Bu gezinin ayrıntılarını bir tarafta tutup, başlığa çıkardığımız ‘dinî’ tezahürata bakalım: 

Bu noktada önce birkaç biyografik renk unsurunu paylaşmalıyız. Ah’lar Ağacı’nın başında kendisi “Ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi sevdiğinden hiçbir zaman yeterince ‘düzgün insan’ olamadı.” şeklinde takdim edilir. Ölümünden sonra yazılan vefayatnamelerde (nekrolojik yazı) de şaire bu minval üzere anıldı: Mesela Müge İplikçi, onun ‘kurallarla çevrili’ bir hayata ‘serinkanlı’ bir şekilde yahut ‘çığlıklarıyla susa’rak tepki verdiğini yazmıştı. Ali Topuz ise onun “isyanını, itirazını, restini, arkasını dönerek, masanın altına saklanarak, kırık dökük evine çekilerek, kedisi, sözcükleri, arkadaşlarıyla kurduğu dünyaya taşı”yarak yansıttığını belirtir. Bu bağlamda şiir, onun “kendi acılarıyla boğuşma tarzı” olmuştur. Aynı kalem, Madak’ın hastalıktan ötürü Allah’a yaklaştığını da söylemek ister: “Didem Madak, iki şeye sürekli kur yapar: Tanrıya ve hayata. (…) Kendisini tanrıya ve tanımlı hayata beğendirmeye çalışmaz, tanımlı hayatla didişirken, tanrıya sessiz gözyaşı yerine geçen şiir harfleri yollar.” Demek ki Didem Madak’ın ‘Allah’a’ sarılmasını ilk fark eden Ahmet Murat’la biz değiliz. Radikal Kitap yazarı Topuz şöyle devam ediyor: “Kısacık yaşamı boyunca sürekli kendisine kur yapan ölüm, tanımlı hayata karşı kurtarmaya çalıştığı hakiki hayatın bir boyutu olarak, şiirinin önemli bir motifidir Didem Madak’ın.” 

Şimdi, uzun süre kanser tedavisi gördükten sonra 41 yaşında vefat eden Didem Madak’ın Ah’lar Ağacı kitabında karşımıza çıkan dinî unsurlara göz atalım. Bunu, öncelikle alıntılar yaparak gerçekleştireceğiz. İşte kitaba adını veren ilk şiirden birkaç örnek: 

“Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya/Tanrım bana hiç erimeyen/Kırmızı bir bonbon şekeri yolla./ (…) Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:/Olanlar oldu tanrım/Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!” (s. 3) 

“Kaybolmak istemiştim bir zamanlar/Beni kimse bulamazdı/Tanrı’nın arkasına saklansam.” (s. 4) 

“Ne çok dikenin vardı Tanrım!/Ne çok isterdim,/Sana sarılamazdım.” (s. 7) 

Siz Aşktan N’Anlarsınız Bayım? adlı metinde: 
“Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca/ (…) Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım/ Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı” (s. 23) 

“Ben işte miraç gecelerinde/Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım” (s. 25) 

Kalbimin En Doğusunda adlı metinde: 
“Avuçlarımla konuştum,/Allah büyüktür diyen insanlar gibi.” (s. 29) 

Samson ve Dalila şiirinde: “Heceleme beni artık Allah’ım/Bırak okunaksız kalayım” (s. 31) 

“Zamanı sarışın bir kedi olarak yarat baştan Allah’ım/Bırak okşayayım./Esirge ve bağışla beni gerçekten/Bırak düşlerimde koybolayım.” (s. 33) 

“Bir ağıt olarak yak beni Allah’ım/Parmaklarına kına olayım hayatın.” (s. 34) 

Pollyanna’ya Son Mektup başlıklı manzumede: “Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları” (s. 36) 

“Secde eden alnımı,/Şarap içen dudağımla öpmek isterdim.” (s. 37) 

Müsveddeler şiirinde: 
“Tekke ve zaviyeleri kapatıldı kalbimin” (s. 42) 

“Ölülerin anlattığı hikâyeler/İnşirah suresi gibi insanı ayartır” (s. 42) 

“Köpekler koşuyor sağımda sulumda/Tanrım!/Diyorum sadece/Başka bir şey diyemiyorum zaten o an.” (s. 44) 

Ağlayan Kaya şiirinde: 
“Kalbim!/ Şiirimin Hecer’ül esved taşı” (s. 54) 

Paragraf Başı adlı metinde: 
“Sanırdım/ Tanrı bırakmış beni kocaman parmağıyla/bu yumuşak çiçeğin ortasına” (s. 58) 

“Nedendir diyordum durmadan/İnsanın derisine bu kadar güzel bir resim çizmiş Allah/Sanırdım/Allah olmasa çöpten adamlar gibi yakışıksız çıkardık fotoğraflarda.” (s. 61) 

Sonuç: 
Didem Madak şiirinde dinî nitelikli başka unsurlar da var. Fakat tamamında görülen genel tutum, şairenin dinî algısının sahihlikten ziyade çocukçuk çağına mahsus masalsı ve saf bir nitelik ile izah edilebilir. Yer yer bilgi yanlışlarına, hatta tahrif olmuş algı normlarına (örneğin “Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara” derken) rastlansa da, genel olarak Didem Madak, belki de çektiği sağlık sorunlarının da tabii etkisiyle, samimi bir dil kullanıyor. Tam da burada şunu söylemekten çekinmeyelim: Solda bir yerlerde olduğu düşünülen Didem Madak hakkında ve şiiri üzerine birkaç istisnayı hariç tutarsak (Haydar Ergülen’in geçtiğimiz ay bir dergide yazdığı mektup gibi) ciddi bir şeyler yazan vefalı birilerini pek göremedik. 

Merhume Didem Madak’ın örneklerle de gösterdiğimiz saf ve samimi dinî söylemleri bunda etken midir acaba? 

(İlk Kez 19 Temmuz  2012 tarihli Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: