Ece Ayhan, İkinci Yeni şairleri
arasında gelenekle bağ kurmayı neredeyse hiç denememiş bir şair olarak bilinir.
Bu durum, onun şiirlerini dikkate
alanlarca önemli bir ayrıcalık olarak söylenegelmiştir. Sözgelimi
Enis Batur, Ece Ayhan’ın, form olarak gelenekten faydalanmak bir yana,
ona ‘köklü bir üslûpla diklenmiş’ olduğunu söyler. Batur’a göre bu
övünülecek bir üstünlüktür.[1] Aynı
şekilde, Üstün Akmen de, şairi ‘eski şiirin ipliklerini söken bir ozan’[2] şeklinde
tavsif eder.
Enis Batur, başka
bir yazısında ise, Ece Ayhan’ın kelime seçimi bakımından ‘Yunus
Emre ile oldukça dizgeli bir ilişki kurduğu’nu[3] söyler.
Bu, Ece Ayhan’ın, şiirlerinde Yunus Emre’den kelimeler alıntıladığı anlamına
gelmektedir.
Orhan Kahyaoğlu, Ece Ayhan ile Sezai
Karakoç’u birlikte değerlendirdiği bir yazısında, Ece Ayhan için, ‘geleneği
kökten dışlayan’[4] bir
şair ifadesini kullanır.
Şiir geleneğine karşı pek duyarlı olmayan
Ece Ayhan’ın, ‘tarih’e yönelmeyi başarıyla gerçekleştirdiği ve ‘ölü
geçmiş’e[5] önemli
atıflar yaptığı da ayrıca kaydedilir.
Ece Ayhan’ın Gelenekle İlgili Düşünceleri
“Kurşun ayaklı bir parmak çocuk, kırılır ağlamaz
Denizin altındaki bandolar da çalıyor muydu?
Ece Ayhan, gelenek etrafında fazla görüş
bildiren bir şair değildir. Hatta onun günlük, deneme ve mülakatlarından oluşan
metinlerinde, geleneği yeterince problem edinen, doğrudan doğruya gelenek
üzerine söylenmiş bir yargıya rastlayamayız. Denilebilir ki, İkinci
Yeni hareketi içinde yer alan şairler arasında, konuya en kayıtsız kalan ve
elle tutulacak bir malzeme sunmayanların başında o gelir.
Bununla birlikte şair, birkaç yazısında
Divan ve folklor ile Halk şiirini kendisine konu edinmiş, geleneğin bu
kaynakları hakkındaki izlenimlerini aktarmıştır.
Ece Ayhan’ın Divan şiiriyle ilgili en
kapsamlı yazısı bir günlükte yer alır. Bu yazıda şair sanki Divan şiiri üstüne
yaptığı okumalardan arda kalan bilgileri notlar halinde sıralamıştır. Zira, bu
metin içinde İlhan Berk, Hilmi Ziya Ülken, Murat Belge, Ahmet Hamdi Tanpınar,
İlhan Başgöz, Fahir İz, Hikmet İlaydın, İsmet Zeki Eyüboğlu, Rüştü Şardağ, Âşık
Paşa, Konur Ertop, Namık Kemal, Nurullah Ataç, Sabri Ülgener, İlber Ortaylı,
Murathan Mungan, Turgut Uyar, Selahattin Hilav, Edip Cansever gibi birbirinden
çok farklı disiplinler içinde sayılabilecek isimlerden iktibaslar halinde
derlenmiş görüş ve düşünceler yer alır. Şair, bunca kalabalık bir isim
listesinin görüş ve düşüncelerinden oluşan metninde, kimi zaman çelişkiye
düşerken, kimi zaman da sözkonusu görüş ve düşünceleri aynen kabul eder. Fakat
metinde yer alan tek doğru, şairin “Gelgitler hep...” ifadesiyle
özetlediği, Divan şiiri hakkında kendisinin, kendi başına kesin bir hüküm
verecek bilgi, tecrübe ve cesarette olamayışıdır.[6]
Ece Ayhan’ın Divan şiirinden faydalanma
konusundaki görüşleri de net değildir. Kendisiyle yapılan bir konuşmada, Konur
Ertop ‘klasik şiirimizden’ faydalanmanın mümkün olup olmadığı konusunda
bir soru yöneltir. Şair, faydalanılabileceğini ‘Elbette.” cevabıyla
söylerken, örnek olarak da Turgut Uyar ve Attila İlhan isimleri üzerinde durur.
Faydalanmanın kelime düzeyinde kalmaması, bu şiirin dünya görüşü ve hayat
anlayışının da olduğunu, en azından ‘şiirsel düzende’ de yaklaşmanın
gerektiği yolundaki yargıları, adını andığı iki şaire yüklediği özelliklerden
çıkarabiliriz.[7]
Şairin folklora ait görüşleri de birkaç
cümlelik iktibastan oluşur. Yine bir günlükte Pertev Naili Boratav’ın “Folklor
anlamını yitirdi.” şeklindeki cümlesine iştirak ettiğini bildiren şair,
folklorik niteliklere haiz şiiri de küçümser görünmektedir.[8]
Ece Ayhan, geleneği ve geleneğe
bağlananları, Yort Savul’un üçüncü bölümünü oluşturan “Dipyazıları”ndaki
“Ölümün Arkasından Konuşmak” başlıklı metinde (s. 50) iyice hırpalar:
“...Geleneksel sanatlar. Mollaların
lakırdısıdır. Hal ve gidişine, her anlamdaki evde kalmışlıklarını yüzlerine
vurduğu için, sıfır verdikleri çağdaş sanatlara, özellikle şiire karşı
çıkışlarının, insanı bir ömür boyu güldürecek önerileridir, ki, ilk elde
eytişimsel değişme aykırıdır, bu söz her dile çevrilebilir de onların diline
çevrilemez, sonra da, zayıf akıl erdirmenin, orta irfanlarının tescilidir ve
kalplerinin küt faşizm küt infiratçılık attığının. Dangalaklar kafalarının
kayıtlarını yanık saraylara yaptırmaya alışmışlardır. Bildiğimiz kuraldır,
sanatları imgelemsiz, açılımsız, köksüz kimesneler, kırkından sonra böyle bir
kök aramaya kalkışırlar, meyan kökü, hazırlayın! Ben de geliyorum!”[9]
Bunun yanında, Ece Ayhan, kitabına isim
olarak seçtiği ‘Yort Savul’un kaynağıyla ilgili bir notunda, bunu Yunus
Emre’nin bir şiirinden aldığını açıklar:
“YORT SAVUL’a geliyoruz:
Bir gece, gecenin bir vaktinde o pırıl pırıl
güneşli Türkmen kocası ‘bizim Yunus’un Divan’ını okurken suyu iyi verilmiş ve
dökülmüş bir şiire rastladım. Ya da rastlatıldım. Hayatın özü olan diyalektik
bundan güzel ve kusursuz anlatılamazdı. Sıkı delikanlı gibi. Yani öylesine
sıkı.
Kul padişahsız olmaz
Padişah kulsuz değil
Ama kim bileydi
Halka aytmasa yort savul!”[10]
Sözünü ettiğimiz bu bilgilerden başka, bir
de şairin günlükleri arasına serpiştirilmiş ve geleneksel edebiyat eserlerinden
devşirilmiş iktibaslar vardır. Onun gelenekle kurduğu bağın niteliklerine dair
ipuçları vereceği kanaatiyle, bunları da sıralıyoruz:
Divan şiirinden:
“Tuğra çekmiş dest-i kudret başına
Cefa takmış siyah perçem başına
Taze girmiş on üç on dört yaşına
Gül fidanım henüz bulmuş çağını
Şirin esmer şimdi bulmuş çağını”[11] (Şeyh
Galib)
“Aldı fincan-ı Kütahya yerin fağfurun”
(Nâbî)
“Ol gül endam bir al şâlâ bürünsün
yürüsün”[12] (Enderunlu
Vâsıf)
“Padişah verek olursa veyl halkın
haline”[13] (Nef’î)
Halk şiirinden:
“Bilir misin nedir beyler ağalar
Sürerler daima zevk ü sefalar”[14] (Fakirî)
“Ol dürr-i yetimem ki görmedi beni
ummân
Bir katreyim illâ ummâna benim ummân”[15] (Yunus
Emre)
“Kara kara kazanlar...”[16] (Bir
türkünün yarım dizesi)
Metin incelemelerimizde Zambaklı
Padişah[17], Yort Savul[18], Çok
Eski Adıyladır[19], Çanakkaleli
Melahat’a İki El Mektup Ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi: Düzşiirler[20], Son
Şiirler[21] isimli
kitaplarını kullandığımız Ece Ayhan, Divan şiiri şekil
özelliklerine pek itibar etmez. Onun bu eserlerinde şekil itibariyle dikkati
çeken tek şiiri Yort Savul kitabına adını veren “Yort Savul”
(s. 7) şiiridir. Bu şiir ikilikler halinde
yazılmıştır. Şair her beyti numaralandırmış olup 8 beyit vardır. Bunlarda ölçü,
kafiye, hatta derin bir şiirsellik de yoktur:
“1. Atlasları getirin! Tarih
atlaslarını!
En geniş
zamanlı bir şiir yazacağız
2. Harbi karşılık verecek ama herkes
Göğünde kuş
uçurtmayan şu üç soruya:
3. Bir, yeryüzüne nasıl dağılmıştır
Tarihi düzünden
okumaya ayaklanan çocuklar?
4. İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha
Gerçeği ararken
parçalanmayı göze almış yüzlerden?
....”
Ece Ayhan, Divan şiirinde olduğu
gibi, Halk şiirinin şekilleriyle de pek ilgi kurmaz.
Onun bu mecrada dikkate değer çalışmalarını çok küçük birkaç ayrıntı
halinde Yort Savul’da bulabiliriz.
Bunlardan birisi, “Açık Atlas” (s. 28)
şiirinin ilk dört bölümünün dörtlüklerden oluşuyor olmasıdır. Bu dörtlüklerde
ölçü ve kafiye gibi gelenekle bağlayıcı unsurların olmaması da ayrı
bir durumdur:
“En arka sırada çift dikişliler,
sınavda en öne
İntihara ve denizde nasıl boğulmaya
çalışırlar
Yalnız Orta Doğu’da el altında satılan bir
atlas
Kim demiş on sekiz yaşından küçükler
okuyamaz”
Ece Ayhan’ın “Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıt”
(s. 121) isimli, üç beyit ve bir tek dizeden oluşan şiirinin Halk şiiriyle
ilişkisi ise başlıktaki ‘ağıt’lıktan olduğu kadar, bir ‘ölüm’ü
konu edinmesinden ötürüdür de:
“Peki nasıl oldu da hatırladı denizde
boğulduğunu
nasıl oldu da peki anlatamıyorum
biliyorsun
(...)
Ama yok ne olur ağlama böyle ama yok
Şunun şurasında tramvaysız, çocuk olmak
turunç olmak
Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?”
Yort Savul isimli kitabının
adını Yunus Emre’nin bir mısraından aldığını bildiğimiz Ece Ayhan’ın geleneksel
muhtevayla olan bağını araştırırken karşımıza çıkan hususlar şöyle
sıralanabilir:
Halk ağzıyla söylenmiş ifadeler: Yort
Savul’daki, “Mor Külhani” (s. 15) şiirinde “Dirim kısa ölüm uzundur
cehennette herhal abiler”; “Kendi Kendinin Terzisi Bir Kambur” (s. 22)da
“Geçme oğlum geçme süründürürler/Namık Kemal köprüsünden insanı”;
“Cambazlar Çadırı” (s. 116) şiirinde “ilgisizdim artık denizle
menizle”.
Şair, “Arapların At Koşturmaları” (Yort
Savul, s. 30) şiirinde eski kültürden bir deyiş aktarır: “Bismillah tû
hafız Post”.
Ece Ayhan, eserlerinde
geleneksel kültür coğrafyasından şu isimlere yer verir: Yort
Savul’da ‘İbrahim’, ‘İsmail’, ‘İshak’; Çok
Eski Adıyladır’da, ‘Sinan’, ‘Cem’, ‘Beyazıt’,
‘Şair Yahya’, ‘Talât Paşa’, ‘IV. Murat’, ‘Yunus
Emre’; Son Şiirler’de ‘Şeyh Galib’.
Onun bu tür kullanımına şairin Son
Şiirler kitabındaki “Bir Sivil Şair Öldü” (s. 10) başlıklık metinden
bir örnek verelim:
“Aksi şeytan! Sivil Şiir’in
öncüllerinden sayılan ve pirimiz Şeyh Galip de civan ve nar yanaklı
yeniyetmeliğinde, şıkırdım ve benli arkadaşlarıyla Konya’ya kaçmıştır.”
Şairin Çok Eski Adıyladır’da kullandığı bazı şiir
isimleri de geleneksel kültür dünyasından izler taşımaktadır: “Enel
Hak!” (s. 31), “Ah Minel Aşk!” (s. 33), “Anka” (s.
41), “Ortaoyunu” (s. 50) “Deniz Kıyısında Bir Otağ” (s. 53).
Ece Ayhan’ın şiirlerinde masal unsurlarına
da rastlarız. Bunlardan bazılarını buraya aktarmakta fayda görüyoruz:
Yort Savul’da bulunan “Orta İkiden
Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler” (s. 18) deki masal unsuru şöyledir:
“Erkek ölümden konuşuyoruz yeni
ormanlardan
Dahi ‘dikeni seven gülüne katlanır bir
kadın’dan.
Haramiler ki kırkın üstünde artık sayıları”
Bu metindeki atasözünü geleneksel
muhtevayla ilgili olarak ayrıca anmak gerekir.
Masal unsuru, “Gökyüzünde Bir Cenaze
Töreni” (Yort Savul, s. 34) şiirinde, bu kez bir oyun türküsüyle
birlikte kullanılır:
Ölümü ustaca oyalayan babam öldürülmüş ben
satarım”
Masal unsuruna “Deniz Altındaki
Bandolar” (Yort Savul, s. 35)
şiirinde de rastlıyoruz:
“- Sayın padişahım muhbir
Parmak çocuk sorusu karşılığını da içinde
taşı”
Şairin “Ala Ala Hey” (Yort Savul,
s. 32) şiirinde ise Binbir Gece Masalları’ndan bir kahraman anılır: “Şehrazat!”
Görüldüğü gibi, Ece Ayhan geleneksel
kültür ve edebiyatımızla derinlere inen bir bağ kurmamış, kuramamıştır. Bu bağ
(veya bağsızlık, ‘kopukluk’), onun ‘sivil’ şiirinin belki de
kaçınılmaz bir gerekliliğidir.
[1] Enis Batur, “Dört Şair, Dört
Fatih”, Kitap-lık dergisi, S. 38 (Güz 1999), s. 188.
[20] Ece Ayhan, Çanakkaleli
Melahat’a İki El Mektup Ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi: Düzşiirler, Piya
Kitaplığı Yay., 3. Bas., İst., 1997.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder