İlhan Berk’in Haşeması’nı okudum. Bu, Cevat Akkanat’ın deneme kitabıdır…
Önce kitabın teknik çerçevesini çizelim. Üç bölümden oluşuyor İlhan Berk’in
Haşeması. Birinci bölüm, “Şairin Teşekkür Borcu”nu 12 güzide yazıyla
süslemektedir. Kitaba da ad olan ikinci bölümde 17 yazı yer alırken üçüncü
bölüm “Baş Üstünde Altı Şair”e ayrılıyor. Son bölüm, isminden de anlaşılacağı
gibi 6 yazı yer almıştır.
Cevat Akkanat, ince ince dokuduğu bu çalışmasıyla şiir ve pek çok şair
hakkında seçkin bir eser oluşturmuş. Eseri, Okur Kitaplığı Ağustos 2012’de
yayımlanmıştır. Kitap, 196 sayfadan müteşekkildir.
Şairin Teşekkür Borcu
Metod açısından Kaplan’ın “Şiir Tahlilleri” adlı yazısını okurken güzel ve
sistematik bir yazıyla karşı karşıya olduğunuzu görürsünüz. “Geçtim yine dün
eski hazan bahçelerinden” ve “Ahmet Haşim’in ‘Karanfil’i”, doksanlı yıllarda
yazılmış. “Ziya Gökalp’ten “Asker ve Şair” hem sosyal içerikli hem de suya
sabuna dokunmayanlara; savaş için şiir yazanlarla, savaştan kaçanların
irdelendiği bir şiire ve şairlere yapılan bir eleştiriyi gözler önüne serer.
Akkanat, “Zarifoğlu’nun “Zarif, Çoban” şiiri”ni Cahit Zarifoğlu’nun
biyografisine katkı yapacağını düşünse de, bize evrensel kimliğini
hatırlattığı, Hazreti Muhammed’in, o ‘uzak çağrışım’ın aslında ne kadar da
içimizde ve içimizden olduğunu müşahede etmemize sebep olmuştur. İş bu
denemelerin; emek verilmiş, güzel yazılar olduğunu görüyoruz.
“Şair ve babalarına dair…”de, edebiyatı “anacı” kılmaya çalışan, “şair-i
mâderzâd (anadan doğma şair)” sıfatına sığınanlara, övünenlere Cevat Akkanat,
geniş bir araştırmayla gözler önüne serdiği, edebiyatımızda baba şiirlerinden
güzide örneklerle “babasızlık elbisesi” biçenlere âdeta edebiyata baba elbisesi
giydiren terzileri yani şairleri bir bir gözler önüne sermiştir, bu yazısında. Baba Bu Kitap Sana adlı ‘Baba Şiirleri Antolojisi’yle de kanıtladığını
hatırlatalım.
“İkinci Yeni şiirinde türkü tadı” uzunca bir yazı, türkü tadında… İkinci
Yeni’nin Halk Edebiyatının damarından beslendiğini örneklerle ortaya seren,
okunması elzem olan bu yazıya, doğrusu gıpta ettim. İkinci Yeni, Akkanat’ın
hâkim olduğu bir konu. İşte, Sezai Karakoç’un, “Ninni” şiirinin bir dörtlüğü:
“Gözün göğün siyahından /Göğsün güneş kadehinden /Yüzüne nur saçmış Kur’an
/Desem uyur musun yavrum?” Ülkü Tamer’in, “Ağıt” ve “Üşür Ölüm Bile” şiirleri
de Halk Edebiyatından nasiplenmiştir. “Üşür Ölüm Bile” şiirini Zülfi Livaneli
yorumlamıştı. Daha nice örneklerle doludur bu yazı...
İstanbul’u şarkılı bilenlerimiz hayli çok olsa gerek. Yazar, “Türkülerle
İstanbul gezintisi” ne çıkarken, türkünün havasına kapılıp gider. Öyle ki Hey
hat! İstanbul’un ne çok türküsü varmış, gelin Urumeli türkülerini de İstanbul’a
katalım daha da çok olsun. “Ola ki ezber bozarız” sözümüz hâk yerini bulsun,
işte bir örnek: “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur /Kâtibimin setresi
uzun eteği çamur / Kâtip uykudan uyanmış gözleri mahmur” türkünün havasına
kapılıp gitmeyiniz, dipnotu (s. 93) okuyunuz.
İlhan Berk’in Haşeması
Yazar, neden Roni gibi düşünüyor ki? Şiir şölenleri, paneller, festivaller
kötü mü? Ne güzel dostlarla görüşülüyor, iyi vakit geçiriliyor ve hatta
bakıverirsiniz şehrin en elit yerlerine götürür, gezdiriverirler. Neden
sıkılıyorsunuz? Dergilerde şiirleriniz, yazılarınız yayımlanır. Ne yani hayatın
şiirini, hikâyesini de varsın yazıvermeyin canım! Başı sonu belli olmayan şiirler,
daha ilginç değil mi? Olmadı azizim! Hep ayrık gibi duruyorsunuz; aykırısınız!
Sonra kalkıp ben “Roni’nin fotoğraftaki duruşuna ekliyorum kendimi; toplu
görüntüye girmemek yolunda döndürüyorum dilimi…” diyorsunuz. Sayın Akkanat,
“böyle gelmiş böyle gider” dert etmeyin. Hem, “kervan yola koyulunca düzelir”
atasözümüz var, öyle değil mi? Kervan da, yol da, yok ya! Hadi neyse… Ben de
size katılıyorum.
Akkanat, “Protokol dürbünü”nden, göndermeler yapar, “ekâbir” takımına;
ödünç bir tanımlamayla, “protokol-i şerif”lere.
Buradaki dürbünün yakını uzaklaştıran özelliğine vurgu yaparken, “kale
arkası tribünü”nün edebiyatçı için, hele de şair için “millete atılacak haksız
golleri geri çevirmek”ten başka ne maksadı olabilir ki? Ama “Yanlış at nasıl
kişner?” halktan bir deyimle, “sağır duymaz, yakıştırır” diyelim ya da at
kişnemezse acemi süvari bir kişneme yakıştırır. Akkanat’da tam bunu tespit
etmiş olmalı ki; Ali Çolak’ın yanlış atı kişnetmeye çalışmasını yanlış atın
“kalın çizgi”leriyle bir bir sunmuş.
“Müsteâra suikast!”a, kişinin ikinci kimliğine vurulan darbe ya da ömür
biçme eylemi diyebiliriz. “Bir intihal olayının şerhi” Bilgen Aydın’ın, “Cemal
Süreya’da Gelenek ve Folklor” yazısı aslında bir intihal vakıasıdır. Öyle ki
Cevat Akkanat, delillerle yazısının aşırıldığını ispat ediyor. Bu tamamen bir
kolaycılık; kes, kopyala, azıcık değiştir, yapıştır. Bu bir metot mu diyecektim
-ki “metot” kelimesine hakaret olur- olsa olsa bu bir edebiyat hırsızlığı ama
gelin bunu da Romen diliyle söyleyelim: ırsızlık olur, a be!
“Bir darbe antolojisi” ve “Darbeci müteşairleri mahkûm ediyoruz!” yazıları
ince ironiler içermektedir, mutlaka okunmalı. Şairlerin bir an evvel okuması
gerekir ki şiirin zemin kayması bir kez daha gözden geçirilsin. Kitaba genel
bir bakış attığımızda, İkinci Yeni şiiri ve şairleri hakkında, yukarıda da
değindiğimiz: “İkinci Yeni şiirinde türkü tadı” ve “Türkülerle İstanbul
gezintisi” yazılarının yanı sıra, “İkinci Yeni: Statükonun şiiri (mi)”, “Turgut
Uyar üzerine iki tez”, “İlhan Berk’in dünyayı terki…” ve “İlhan Berk’in
Haşeması” yazılarını görürüz. Kitabın ağır hâkim konusu bununla da kalmaz,
İkinci Yeni şairleri üzerine yazılar ve birçok alıntılar görürsünüz. En ilginç
olanı ise “İlhan Berk’in Haşeması”dır. “Haşem” kelimesi: (Bir kimseye) Tâbi
olanlar, kullar, köleler, maiyet” anlamında yerini alır sözlükte. “Haşema” ise
sözlükte yer almamakla beraber lügatimize bir plaj giysisiyle girer. Cevat
Akkanat, İlhan Berk’e bir “haşema” yani bir inanç giydirmek derdinde değildir.
Zira İlhan Berk’e illâ da Müslümanlık giydirmeye çalışanlara, Akkanat yine
İlhan Berk’in, “Uzun Bir Adam” kitabından, “Tanrı Tanımazlığım” başlıklı
yazısında; “Her türlü inancı yadsıdım” cümlesini vermekle kalmaz. İlhan Berk,
“Güzel Irmak”, kitabında bir başka yazısında şunu da söyler: “Kur’an onca şiir
yüküne karşın, korku kitabıdır sanki. Cehennem iki de bir önünüze sürülür.
Bağışlamaya da pek yer verilmez” diye itirafta bulunmuş, inancını resmetmiştir.
Bir “haşema” giydirmeye gerek var mı? Bakın, görün İlhan Berk’in Haşeması,
nere(ler)de imiş!..
Baş Üstünde Altı Şair
Bu bölüm, “Güneşin iskelesi yıkılmadı” yazısıyla açılır. Cahit Yeşilyurt’a
yer verir. Daha öncede şair hakkında yazdığını belirtir. Rahmetli Cahit
Yeşilyurt’un kitabındaki teknik hatalarından ötürü eleştiri oklarına maruz
kalan “Hece Yayınları”dır. Akkanat sorar: “Peki, niçin kişisel sorumlu yok?”
Şairin dizelerini başlık yaptığı, “Kelime roketlerini ateşliyor bir ozan” dan,
Bahaettin Karakoç’tan, onun şiir sanatından, şair duyarlılığından haberdar
eder. “Evimiz İpotekli” şiirini, “Cellâtlar ve Kurbanları”nı yatırır masaya,
örnekler sunar. Mücahit Koca’ya, “Barut kokusu bir şiir istiyorum” yazısıyla
değinir, onun şiir serüvenini ilk kitabında edindiği üslubu ve şiirinin
gayesini yine şairin mısralarıyla verir: “Geçmiş kök salmış /O dalgalı musiki
/Yansımalarla gelen atalar sesi /Yeni bir çığlıktır ötelerden ötelerden.”
Akkanat, fikrini şöyle belirtiyor: “Demek ki bulunduğu noktayı geleneğe uyarak
daha en başta söylemiş şair”. Dilaver Cebeci’nin mısralarıyla, “Yazamadım,
yazılmıyor sultanım” Cebeci’nin ebedî hayata yürüyüşünün ardından yazılmış, bir
vefa yazısı; tanışmalarına değiniyor, “Bu genç de bir şiirini okusun” demiş,
Dilaver Cebeci. Akkanat, “Edebiyat âleminde ilk ve son kez böyle bir iltifatla
karşılaşmıştım” diye hayretini belirtirken; dostunu sevgiyle, saygıyla yâd
etmeyi de ihmal etmiyor.
“Hüzünlü dört insan omuzu’nun şairi” rahmetli Nazır Akalın’dır. Cevat
Akkanat’ın, Nazir Akalın hakkında bundan başka çalışmaları da var. “Onun
‘bedelini’ yaşayarak ödediği şiirleri Gerilla Türküleri kitabındadır” der.
Akalın için, “Militanca bir söyleyiş, bir karşı koyuş nidası, tanıklık… Dünyayı
algılayışı, hiddeti, munisliği, çalkantısı, anlık vuruşları, geriye
çekilişleriyle dinamik bir ses” olduğunu söylerken hakkaniyetli davrandığını
görüyor, görüşlerine katılıyoruz. Nazir Akalın’ın, “tank paletleri altında
/ezilmezden önce /iyi düşünmeli /müzedeki saygıdeğer baş /ve paralı askerleri”
mısralarına katılmamak mümkün mü? Şairin yayınlanmayan edebî çalışmalarının bir
listesi de yazıda yerini alıyor ve ilgi bekliyor yayıncılardan.
Cahit Sıtkı Tarancı, “Yaş otuz beş yolun yarısı eder” demişse de, ömrün
tamamı olmuş; Hüseyin Alacatlı için. “Hüseyin Alacaklı!” da, bir vefa yazısı
öyle ki dostlarının vefa terennümlerini okuyoruz.
Ortadoğu coğrafyasına olan duyarlılığını: “Filistin /dönüşlerim /ay ışığı
düşerken yüreğime /sapanım elimde /dağların taşları belimde” ne güzel
dillendirmiş... Allah rahmet eylesin.
Kitapta dikkatimi çeken teknik hatalara dokunmadan geçemeyeceğim. Zira
Mehmet Akif, “Odun gibi olsun sözüm; hakikat olsun tek” der; bu söz, bize
düstur olmalı. Kitabın “içindekiler” sayfasında, 3 bölüm görüyoruz ve her
bölümün ayrı ayrı ismi var, yazının ikinci paragrafında da değinmiştik. Fakat
hey hat! İlgili bölümlerin her üçü de “I. BÖLÜM” olarak yazılmış. İlginçtir
yukarıda “kes-kopyala-yapıştır” kolaycılığının, hatacılığı da beraberinde
getirdiğini görmüştük. Efendim, sorunu bildirdik, sorumlu Okur kitaplığı mı,
Cevat Akkanat mı? Sahi sorumlu kimdi? Soru, askıda! Bir de kitabın kapak
resmiyle ismi ne kadar örtüşüyor? Bu da, bir kolaycılık ve kolaycılığın
getirdiği vasatlık olsa gerek!
Cevat Akkanat’ın güzel bir çalışmasıydı, okudum istifade ettim; Rabbim
kalbini diri, kalemini daim, ömrünü bereketli kılsın.
05-10 Aralık 2012 /Bursa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder