1 Ekim 2019 Salı

KÖPEK TAŞI

Kurtla kurt köpeğinin hikayesini bilmeyen kalmamıştır. Kısa bir özet: Bir vesileyle karşı karşıya gelen bu iki “hayvan”, birbirlerini çeşitli yaftalamalara tâbî tutup tel’in ederler. Köpeğin bin bir itirazına karşılık, kurdun tek söylemi muhatabının soya sopa ihanet ettiği, soysuzlaşmış olduğu şeklindeki isnadıdır.
Bu alegorinin şaşılacak bir tarafı yok, kuşkusuz her ikisi de son merhalede tabiatlarının gereğini yapmaktadır: Kurt, kendisine verilen güç kuvvet nispetinde dağda kırda işini görürken, köpeğin tabiatında insana koşulsuz şartsız hizmet “güdü”sü bulunmaktadır.
Dolayısıyla kurdun, çıktığı av sonrası tadacağı lezzet, tabiatına yüklenen denge unsurlarıyla belirlenirken, köpeğin midesi, sahibinin inisiyatifine bağlı olarak bir tutam et parçası veya çeyrek teneke “yal” ile sınırlı olacaktır. Demem o ki, birisi tabiatının şartları hariç herhangi bir bağla bağlı değilken, ötekisi en başta sahibinin iradesiyle bağlanmıştır.
Bu iki hayvanı insanla teşbih edeceğimi bekleyenler varsa, yanılmalarına kalan pay, kıl payıdır!  “İnsan” olanın kurtla, köpekle ne alakası ola ki!? Bu uyarıdan sonra, söze devam edip, köpeğin birkaç hâli üzerinde duralım. Mesela çocukluk çağımızdan kalma bir hayat sahnesini gözünüzde canlandırayım:
Aramızda hırçınlıkla şöhret bulmuş olan çocuklar, köpeksiz çıkmazlardı sokağa. Kendileri gibi, berduş köpekleri vardı arkadaşların. Sanki onlarla kafadar ve ahbap çavuştular. Öyle ki, çoğu oyunlarının kurgusu köpeklerinin üzerinedir. Şimdi, adı neydi hatırlamıyorum, bu oyunlardan birisi şöyle kurgulanmıştı: Yerden aldığı taşı ileriye, uzağa fırlatan haydut bir arkadaş, köpeğine de emrederdi: Tut, kıs kıs!.. Hayvan, kendisine yapılan emri harfiyen uygular, taşın atıldığı yöne doğru koşar, düştüğü yere varır, taşı bulur, koklar, aynı çabuklukla geri gelir, sahibine yaltaklanırdı. Köpekli haylazlar çoksa, serüvenin seyri bir miktar çehre değiştirebilirdi: Ya köpekler sırayla taşa koşturulur, yahut “ahlak”sızların hepsi bir anda yarıştırılırdı.
Tanzimat dönemi manzumecilerinden Namık Kemal, onursuz köpeğin halini tahkirî bir benzetme üslubu içinde ele alır:
“Muîni, zâlimin dünyâda erbab-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten”
(Zalimlere yardımcı olan alçaklar, insafsız avcıya hizmet etmekten hoşlanan köpekler gibidir.)
Kurdu, köpeği insana teşbih etmeyeceğimi söylemiştim. Bunda ısrarlıyım. Zira, şu örnekte ısrarımdan vazgeçtiğim sanılmasın, zira, habere konu olan “kanun”suzlar “hayvan”dan daha aşağı noktada değil midirler? Hatta, zavallı hayvanı kendileri için bir maske kıldıklarını söylesek hata mı olur?
Haber şu: “Pitbull köpekle tehdit ve gasp! İstanbul’da iki gâsıp, pittbul cinsi köpekle bir genci tehdit edip cep telefonunu gasp ettiler…”
Bu adi olayın değerlendirmesini yapacak değilim. Fakat, benzerinin, farklı suretlerle bütün hayat alanlarında kendisini göstermesinden korkarım. Düşünseniz ya, haberdeki maskeyi, iş uğraş, meslek meşrep sahibi olduğunu iddia edenler yüzlerine geçiriyor! Mesela sanat ve edebiyat dünyası köpek maskelilerin salvo ve saldırılarından geçilmiyor… Sorarım size, “insan”lık fıtratından çıkıp “köpek”lik tabiatına gidişin arttığı böyle bir ortam, çekilir midir?

(İlk kez 15 Haziran 2006'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)

1 yorum:

Erciyesin Avazı dedi ki...

Köpeklik ruhuna sinmiş insan müsveddeleri de insanları yormuyur mu?