Kurtla kurt köpeğinin hikayesini
bilmeyen kalmamıştır. Kısa bir özet: Bir vesileyle karşı karşıya gelen bu iki
“hayvan”, birbirlerini çeşitli yaftalamalara tâbî tutup tel’in ederler. Köpeğin
bin bir itirazına karşılık, kurdun tek söylemi muhatabının soya sopa ihanet
ettiği, soysuzlaşmış olduğu şeklindeki isnadıdır.
Bu alegorinin şaşılacak bir tarafı
yok, kuşkusuz her ikisi de son merhalede tabiatlarının gereğini yapmaktadır:
Kurt, kendisine verilen güç kuvvet nispetinde dağda kırda işini görürken,
köpeğin tabiatında insana koşulsuz şartsız hizmet “güdü”sü bulunmaktadır.
Dolayısıyla kurdun, çıktığı av
sonrası tadacağı lezzet, tabiatına yüklenen denge unsurlarıyla belirlenirken,
köpeğin midesi, sahibinin inisiyatifine bağlı olarak bir tutam et parçası veya
çeyrek teneke “yal” ile sınırlı olacaktır. Demem o ki, birisi tabiatının
şartları hariç herhangi bir bağla bağlı değilken, ötekisi en başta sahibinin
iradesiyle bağlanmıştır.
Bu iki hayvanı insanla teşbih
edeceğimi bekleyenler varsa, yanılmalarına kalan pay, kıl payıdır! “İnsan” olanın kurtla, köpekle ne alakası ola
ki!? Bu uyarıdan sonra, söze devam edip, köpeğin birkaç hâli üzerinde duralım.
Mesela çocukluk çağımızdan kalma bir hayat sahnesini gözünüzde canlandırayım:
Aramızda hırçınlıkla şöhret bulmuş
olan çocuklar, köpeksiz çıkmazlardı sokağa. Kendileri gibi, berduş köpekleri
vardı arkadaşların. Sanki onlarla kafadar ve ahbap çavuştular. Öyle ki, çoğu
oyunlarının kurgusu köpeklerinin üzerinedir. Şimdi, adı neydi hatırlamıyorum,
bu oyunlardan birisi şöyle kurgulanmıştı: Yerden aldığı taşı ileriye, uzağa
fırlatan haydut bir arkadaş, köpeğine de emrederdi: Tut, kıs kıs!.. Hayvan,
kendisine yapılan emri harfiyen uygular, taşın atıldığı yöne doğru koşar,
düştüğü yere varır, taşı bulur, koklar, aynı çabuklukla geri gelir, sahibine
yaltaklanırdı. Köpekli haylazlar çoksa, serüvenin seyri bir miktar çehre
değiştirebilirdi: Ya köpekler sırayla taşa koşturulur, yahut “ahlak”sızların
hepsi bir anda yarıştırılırdı.
Tanzimat dönemi manzumecilerinden
Namık Kemal, onursuz köpeğin halini tahkirî bir benzetme üslubu içinde ele
alır:
“Muîni, zâlimin dünyâda erbab-ı
denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı
bî-insâfa hizmetten”
(Zalimlere yardımcı olan alçaklar,
insafsız avcıya hizmet etmekten hoşlanan köpekler gibidir.)
Kurdu, köpeği insana teşbih
etmeyeceğimi söylemiştim. Bunda ısrarlıyım. Zira, şu örnekte ısrarımdan
vazgeçtiğim sanılmasın, zira, habere konu olan “kanun”suzlar “hayvan”dan daha
aşağı noktada değil midirler? Hatta, zavallı hayvanı kendileri için bir maske
kıldıklarını söylesek hata mı olur?
Haber şu: “Pitbull köpekle tehdit
ve gasp! İstanbul’da iki gâsıp, pittbul cinsi köpekle bir genci tehdit edip cep
telefonunu gasp ettiler…”
Bu adi olayın değerlendirmesini
yapacak değilim. Fakat, benzerinin, farklı suretlerle bütün hayat alanlarında
kendisini göstermesinden korkarım. Düşünseniz ya, haberdeki maskeyi, iş uğraş,
meslek meşrep sahibi olduğunu iddia edenler yüzlerine geçiriyor! Mesela sanat
ve edebiyat dünyası köpek maskelilerin salvo ve saldırılarından geçilmiyor… Sorarım
size, “insan”lık fıtratından çıkıp “köpek”lik tabiatına gidişin arttığı böyle
bir ortam, çekilir midir?
(İlk kez 15 Haziran 2006'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
(İlk kez 15 Haziran 2006'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
1 yorum:
Köpeklik ruhuna sinmiş insan müsveddeleri de insanları yormuyur mu?
Yorum Gönder