24 Ekim 2019 Perşembe

BEN SİZE NE DEMİŞTİM?

Ben size demiş miydim, göklerden, güneşlerden bahsetmek istiyorum diye. Maviliklerden söz açıp, kendisini yele vermiş beyaz bulutların geçip gidişinden dem vurmak istiyorum demiş miydim? Yıldızlarla şenlenen gecelerden, karanlık vakitleri fetheden ayın hilal veya dolunay anlarından kesitler sunmak istediğimi söylemiş miydim?
Bakın şimdi buraya, bir aydınlık sahneye giriyorum…
1970’lerden bir yazdır. Bir harman sonu mevsimi…
Sabahtan akşama kadar bütün bir hane halkı, bir pınar başında, unluk, bulgurluk buğdayı yıkamışsınızdır. Kuru dalların alevleri üstünde kara kazanlar içinde buğdayı kaynatmış, laf aramızda kâh gizli gahî aşikar, bulgurun içindeki nohutları seçip midenize yuvarlamışsınızdır.
Eh bu arada tatlı tatlı, iyice yorulmuşsunuzdur. Ormanlarla iç içe bir vadide bulunan pınarın soğuk suyu biteviye akmış, zaman geçip gitmiş, gün dağların gerisine düşmüş, hayal dünyası âlemden âleme kanat açıp seyahat etmiştir…
Akşam olmuştur. Yıkanmış ve bir kısmı da haşlanarak bulgur kıvamına getirilmiş buğdaylar bir öküz arabası (kağnı) veya bir traktör vasıtasıyla pınar başından taşınmış, güvenli bir araziye getirilmiştir.
Şimdiki mekân sapla samandan arındırılmış bir harman yeridir. Okul bahçesi de olabilir. Toprak bir dam üstünü de tercih edebilirsiniz. Dikkat edilecek tek husus, arazinin düz olması…
Burada önce temizlik yapacağız. Çalı süpürgesi ile etrafı bir güzel süpürüp sabahtan beri yapıla gelen yıkama faaliyetine zarar verecek unsurları ortamdan yok edeceğiz. Sonra kıl kilimleri boy boy sereceğiz. Kilimlerin dört bir kenarına boyumuzdan büyük taşları muhtemel esintilerin etkisini azaltsın diye yerleştireceğiz. Sıra aşk ile sırılsıklam buğdayı çuvallardan boşaltmaya geldi…
Üç, sekiz, on iki, on beş, yirmi beş… Bolluğa, berekete bakın… Allah’ın, iş ve emeğimizin karşılığını takdim edişine hayran olun… Çuvallar tek tek boşaltılıyor kilimlerin üzerine. En kısa zamanda kurusun diye, sanki tek tek dizilir gibi, titiz mi titiz, narince, ince ince seriliyor buğday, anne elleriyle…
Gün uzamaktadır… Gecedir… Ay gökte karanlığı kovmuştur. Yıldız böcekleri ayın şenliğine ortak olmuş, rengârenk ışıkları ve eşsiz musikileriyle ortalığı cümbüşlü bir hâle sevk etmiştir. 
El etek çekilmiş, büyükler evlere girmiş, göğün altı buğday bekçiliği yapmaya hüküm giymiş çocuğa kalmıştır. 
Bu gönüllü mahkûmu yalnız başına mı sandınız, aferin, yanıldınız. Bir kardeş, bir yeğen, mahalleden bir arkadaş… velhasıl bir yoldaş onunla aynı geniş mekânda, gökyüzünü seyre dalmaya hazırdır.
Yer döşek, gök uzaydan bir yorgan…
Seyre dalış. Ay muhakkak gülüyor. Ürperti. Yıldızlar hareketli bir film halinde. Arada bir yıldız düşüp ölüyor. Ürperti.
Yan tarafta, yoldaş bir laf atıyor ara sıra. Bir olay, bir hatıra, macera anlatıyor. O mekanı, bulunulan ortamı, kurtlar, çakallar basıyor. Korku ağır basıyor. Gece ilerliyor. Ürperti.
Anbean ilerlerken zaman, elleriyle yıldızları tutuyor gecenin küçük çocuğu. Aydan, aydınlıktan, maviliği hissedilen gökten, yer yer gökte beliriveren beyaz bulutlardan oyunlar devşiriyor…
Uzak ülkelere gelgitler yaşıyor, Kafdağlarına seyahatler düzenliyor, büyüklük çağlarına umutlar besliyor…
Maceradan maceraya koşan zihinde, büyük bir dünya kuruluyor, histen, coşkudan, çağlayıştan, kendinden geçişten, ürperişten… bir akıbet diriliyor…
Uyku…
Sonra rüya, rüya, rüya…
Ve uyanış,  bir imsak vakti…
……………

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Geçmişte yaşananları çok güzel anlatmışsınız emeğinize sağlık