Mehmet Âkif’in üzerimizdeki ağırlığı artmaya devam ediyor. Hayatı, düşünceleri ve mücadelesi ile olduğu
kadar, bunlarla eş değerde, sanatı ve edebî kişiliği de bize güç kuvvet
veriyor.
Şuna kimsenin itirazı olamaz: Âkif’in farklı yönleri değişik ortamlarda ne kadar dikkatlere sunulsa azdır.
Biz de, işbu yazımızda, onun şairliği üzerinde durarak, bugünün has
şairleri için taşıdığı anlamı vurgulamaya çalışacağız...
Şiiri miskinliğe tahvil edenlerle, bu sanatı kendi içinde farklı
kategorilerde tasnif edenleri ciddiye alacak olursak, Akif şair değildir!
Öyle ya, bizzat kendisi söylememiş midir şunları?
“Bir yığın söz ki, samîmiyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım
(…)
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım”
“- Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim;
İnan ki: her ne demişsem görüp de söylemişim.”
“Şudur cihanda benim en çok beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek”
Âkif’i şairlikten men etmeğe kalkışanların pek çok art niyeti olmakla
birlikte, güçlerini genellikle bu dizelerden alma yüzsüzlüğü gösterdiklerini
belirtmeliyiz.
Onun şairliğine diş bileyenlerin kastî hamleleri, gücünü her ne kadar
tasannudan kaçındığı, eserlerinde sanat kaygısı gütmediği gibi iddialara
yaslansa da asıl maksat başkadır: Onun temsil ettiği kâinata düşmanlık…
Bu arada, onları tetikleyen gerçek sebebin ise, “cahillik” olduğundan
şüphemiz yok.
Bu yüzden onları hak ettikleri tavırlarla karşılıyor, kucak açıyoruz.
Dünyamıza buyursunlar…
Öte yandan, Âkif’in şairliğinde gözü olanların arasında, en azından
medeniyet algısı açısından kendisini ona yakın hissetme iddiasında bulunanlar
da var. Akif’le akrabalık ilişkisi kuranların da cehaletle işbirliği içinde
olması, elbette üzüntü vericidir.
Peki, Akif’te tasannu eksikliği kanaatine varanlar, bu kanaate hangi köklü
tetkiklerle ulaşmışlar, acaba?
Gerçekten, sıkı bir etkinlikleri var mıdır, onların içine girip gittiği
yoğun bir mesaiden söz edebilir miyiz?
Bunu cevaplandırmak için, isterseniz Âkif’i konu edinen “önemli” bazı
eserlere bir göz atıp, hangi manzarayla karşı karşıya kalacağımızı görelim:
Fevziye Abdullah Tansel, Mehmed Âkif adlı çalışmasının ikinci bölümünde
“Eserlerinin Husûsiyetleri”ni dikkatlere sunar. Tansel’in bu sunumundaki
anahtar kelimeleri “Şiirlerinin mevzuları”, “manzum hikâyeleri”, “dinî
şiirler”, “dinî-didaktik şiirler”, “dinî-lirik şiirler”, “vezin”, “nazım
şekilleri”, “dil”, “realistlik”, “mahallilik”, “tabiilik ve samimilik”, vb. gibi
kavramlardır. Hakkını yemeyelim, Tansel, Âkif’in aruz veznini kullanışındaki
üstünlük hakkında bize kapsamlı bir inceleme bırakmıştır. Bu arada şairimizin
“sehl-i mümteni”yi iyi uygulayan bir şair olduğunu belirtmesi de önemlidir.
Âkif’in sanatı hakkında en kapsamlı değiniye Mithat Cemal’in Ölümünün 50.
Yılında Mehmet Akif adlı kitapta rastlarız. Mithat Cemal’in deneme havasında
kaleme aldığı kitabın üçüncü bölümünde Akif’in sanatı “nazım şairi”,
“esrarengizlik”, “vezin ve kafiye” “müphem”lik, “aruz” vezni, “hece” ölçüsü,
“kafiye”, “Ahlâksız edebiyat”, “taklit”, “mazmunculuk”, “İstanbul
edebiyatı”, sanatta “tabiilik”,
“yerlilik”, “dil”, “istihza”, “mevzu”, “hiciv” gibi kavramlar eşliğinde
sunulur. Mithat Cemal’in sunumu da yeterli bir alt yapıya (özellikle Âkif’in
kendi metinlerine) dayalı değildir. Üstelik eser bütünüyle “dostane” bir
izlenimciliği de bünyesinde barındırmaktadır.
Âkif’le ilgili, onun sadece sanat yönüyle bağlantılı kitaplardan da bir
örnek sunalım. Kâzım Yetiş’in Mehmet Âkif’in Sanat-Edebiyat ve Fikir
Dünyasından Çizgiler adlı çalışması bunlardan en önemlisidir. İki bölümlük
eserin ilk kısmında “Sanat ve Edebiyat” ele alınmaktadır. “Edebiyat anlayışı ve
Sanattan Beklediği”, “Muhayileyi İşletme ve Konu Bulma”, “Edebî Eserin Plânı”, “Edebi
Eserde Tasvir”, “Şiir Okuma”, “İntikad-Tenkid”, “Yabancı Dil ve edebiyatlarla
Türk Dili ve edebiyatı Hakkındaki Görüşleri” bu bölümün ara başlıklarıdır. Bu
başlıklar altında genellikle teknik meselelerin ele alındığını, bunlara dayanak
olarak da ağırlıklı bir şekilde Âkif’in ve hakkında yazanların makalelerinin
dikkate alındığı belirtirsek, işin künhüne yeterince vâkıf olunamadığı ortaya
çıkacaktır. Halbuki, böyle bir eserde öncelik şairin mısralarına tanınmalı ve
şiirleri iyice tetkik edilmeli, sonuçlar delilleriyle birlikte ortaya
çıkarılmalıdır.
Bu kuşkusuz büyük bir çabayı göze almakla eş anlamlıdır.
Hal böyleyken, yani, Âkif’in sanatı hakkında söz söyleme cesareti gösteren
ve bunu eserleriyle sergileyenlerin “zayıf noktaları” ortadayken, onun şairliği
için “kötü emel” beslemek niyedir? Üstelik dayanak olarak, Âkif’in, topyekün
yaşanan toplumsal meselelere dikkat çekmek amacıyla söylediği “nezaket”
dizelerine yapışmak, hiç de ahlâkî değildir…
Evet, Mehmet Âkif, vatanın ve ümmetin büyük felaketler yaşadığı bir devirde
yaşamış, devrin bütün ıstıraplarını derinden hissetmiş ve üzerine düşen görevi
yapmak için bir çok şahsî şeyi feda
ederek çalışmıştır. Fakat onun feda etmediği şeyler de vardır: İmanı, ahlâkı,
sanatı, şiiri…
Bu noktada, Âkif’i şiirsizlikle karalayan şuursuzların, özellikle de
aramızdaki salt “şiir”ci “odun gibi” kafalıların “yeniden yapılanacakları”
umudu içindeyiz.
Sözümüzü öncü şairin cümleleriyle bağlıyoruz:
“… sanatkârız diye meydana atılan bir çoklarını biz âdi birer simsar
bulduk! Âdi kaydını da ilâve ediyoruz; çünkü eklerini belli etmeyecek kadar
mahâret gösteremiyorlar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder