Sabaha doğru 04.32'de yazmış Fatih Bayhan. "Huuu" demiş. Bu onun selam cümlesidir. Sonra da "Hocam hayırlı geceler." Demek ki bu saate kadar uyumadı. Geceden kalma bir ifade. Oysa vakit sabaha döndü. Üçüncü Whatsapp kutusunda ise şunlar yazılı: "Bugün programın uygunsa Sincan Çocuk Cezaevinde Akif'i anlatır mısın? Çocuk suçlulara Akif'i anlatmak için... Cezaevlerinde kültür programı yapabilme imkânı... Biz başka bir yerde olacağız. Selma Anne Polatlı'da olacak. Sizi buraya rica etsek. Hem cezaevi edebiyatını yerinde müşahade etseniz:)"
Son cümle ve bitimindeki gülücük imajı manidar. Sebîlürreşad'ın Kültür Sanat sayfasında son bir kaç sayıdır işlediğimiz özel temaya işaret ediyor. Kışkırtıcılığı ayrı bir mesele...
Evden ayrılırken, Taha'ya danıştım. "Gidebilirsin. Onlara çok üzülüyorum."
Evden ayrılırken, Taha'ya danıştım. "Gidebilirsin. Onlara çok üzülüyorum."
Bayhan'ın teklifini ise bir kaç saat bekleterek, 08.02'de yanıtladım: "Bu akşam GATA'da öğrenciler arası şiir yarışması jüri üyeliğim var. Sincan kaçta? 14.00-16.00 olursa tamam." gibi cümlelerle meramımı anlattım. Süreç bu şekilde gelişti ve sonuçta ilgili kurumun da yasal rutinleri tamamlamasıyla maksat hasıl oldu.
Adaletin, hukuksal süreçlerin, affın, cezaevlerinin çokça konuşulduğu, olumlu-olumsuz yönleriyle tartışıldığı bir döneme denk gelmişti bu imkân. Sebîlürreşad'ta yaptığımız "Edebiyat ve Cezaevi" dosyası da bu dönemsellikten kaynaklanıyordu. Şahsen son zamanlarda yazdığım şiirlerde de söz konusu bağlamları olan bir tema gelip oturuyordu dizelerime. Ve nihayet, Âkif'in geleneğine tâbî olmak gibi bir mecburiyetin yoğun bir baskısı var üzerimde...
***
İlgili ve görevli arkadaşlar saat 13.00 gibi beni bulunduğum noktadan aldılar. Cezaevi kampüsüne vardığımızda bir yarım saat geçmiş olmalıydı. Yol arkadaşlarımdan birisi, daha doğrusu mihmandarımız Ufuk Aboşoğlu, edebiyat öğrenimini tamamlamış bir uzman olunca, süreyi hesaba kitaba çekecek vaktimiz olmadı.
Herkese uygulanan işlemlerden geçerek Sincan Cezaevi Kampüsü içindeki Çocuk Cezaevi'ne giriş yaptık.
Sincan Çocuk Cezaevi'nde önce 2. Müdür Mustafa Bayhan ile tanıştık. Kısa süre içinde Mustafa Bey ile pek çok ortak dostlarımız ve ilgi alanlarımız olduğunu öğrendim. Kültür Sayfasını yönettiğim Sebilürreşad'ın okuruydu mesela. Benim de takip ettiğim bazı edebiyat dergilerini takip ediyordu. Dahası, gizli bir yazardı. Büyük bir disiplin içinde sürdürdüğü yazı hayatı vardı. Fakat yazdıklarını paylaşmıyordu nedense. Bu bahiste kanaatlerimi sordu, söyledim. Sebilürreşad'a da gönderebileceğini belirttim. Kuşkusuz kendisi bilecek.
Kurum Müdürü Salih Uysal da bizi makamında ağırladı. İşinin hassasiyetlerinin farkındaydı. Kamuoyunun gözünün kendilerinde, kurumları üzerinde olduğunun bilinci içindeydi. Bu cezaevinin geçtiğimiz yılın sonlarında Türkiye gündemini bir hayli meşgul ettiğini de hatırlarsak, şimdi tutulan yolun doğru olduğunu belirtebiliriz. Bu bağlamda makul sayılabilecek bir şeffaflık gözlediğimi söyleyebilirim. Söz gelimi, yasal gereklilikler çerçevesinde, kurumun dijital donanımlı turnikeleri farklı ziyaretlere açıktı. Bunlardan birisine biz de tanık olduk. Bir grup hukuk fakültesi öğrencisi, bir hukukçu rehberliğinde, kuruma giriş yapmışlardı.
Müdür Bey bize özellikle kurumda yapılan sosyal, kültürel faaliyetler hakkında ayrıntılı bilgiler verdi. Suça karışmış olup da kendilerine teslim edilen çocukların eğitimlerini sürdürmeleri için her türlü imkanı sunduklarını belirtti. Onların eğitim durumlarını tespit edip Açık Ortaokul, Açık Lise, vb. gibi MEB kurumlarına kaydettirdiklerini söyledi. Tam da bu noktada, buradaki çocukların MEB'in eğitim bilişim ağından yararlanıp yararlanmadıklarını sordum. Mesela etkileşimli tahtaları var mıydı? Bilgisayar sınıfları vardı evet, ama o kadar. Resmi prosedürler takip edilerek MEB'e müracaat edilmesinde fayda olduğunu, böylelikle belki de Türkiye'deki bütün çocuk cezaevleri için hayırlı bir iş gerçekleştirmiş olma ihtimallerinden söz ettim. Bunların dışında Müdür Bey, buradaki çocuklara iş teknik becerilerinden, farklı güzel sanat dallarına kadar pek çok alanda yetişme imkanı sunduklarını bildirdi. Psikolojik ve her türlü sosyal desteğin de bu süreçler dahilinde olduğunu öğrendim.
Konferansın sonunda kurumdaki atölyelerin bir kısmını gezme, inceleme imkanım oldu. Atölyeleri gezerken, bir kaç yıl önce Bursa'da derslerine girdiğim bir öğrencimin, suça bulaşmış çocuklara yönelik gönüllü rehberlik yaptığına da tanık oldum. Artık bir hukuk öğrencisi olduğunu öğrendiğim Fadime'yle cezaevi atölyesinde göz göze gelmemiz, neyle açıklanabilir? Demek ki dünya gerçekten küçük.
Kurum Müdürü Salih Uysal da bizi makamında ağırladı. İşinin hassasiyetlerinin farkındaydı. Kamuoyunun gözünün kendilerinde, kurumları üzerinde olduğunun bilinci içindeydi. Bu cezaevinin geçtiğimiz yılın sonlarında Türkiye gündemini bir hayli meşgul ettiğini de hatırlarsak, şimdi tutulan yolun doğru olduğunu belirtebiliriz. Bu bağlamda makul sayılabilecek bir şeffaflık gözlediğimi söyleyebilirim. Söz gelimi, yasal gereklilikler çerçevesinde, kurumun dijital donanımlı turnikeleri farklı ziyaretlere açıktı. Bunlardan birisine biz de tanık olduk. Bir grup hukuk fakültesi öğrencisi, bir hukukçu rehberliğinde, kuruma giriş yapmışlardı.
Müdür Bey bize özellikle kurumda yapılan sosyal, kültürel faaliyetler hakkında ayrıntılı bilgiler verdi. Suça karışmış olup da kendilerine teslim edilen çocukların eğitimlerini sürdürmeleri için her türlü imkanı sunduklarını belirtti. Onların eğitim durumlarını tespit edip Açık Ortaokul, Açık Lise, vb. gibi MEB kurumlarına kaydettirdiklerini söyledi. Tam da bu noktada, buradaki çocukların MEB'in eğitim bilişim ağından yararlanıp yararlanmadıklarını sordum. Mesela etkileşimli tahtaları var mıydı? Bilgisayar sınıfları vardı evet, ama o kadar. Resmi prosedürler takip edilerek MEB'e müracaat edilmesinde fayda olduğunu, böylelikle belki de Türkiye'deki bütün çocuk cezaevleri için hayırlı bir iş gerçekleştirmiş olma ihtimallerinden söz ettim. Bunların dışında Müdür Bey, buradaki çocuklara iş teknik becerilerinden, farklı güzel sanat dallarına kadar pek çok alanda yetişme imkanı sunduklarını bildirdi. Psikolojik ve her türlü sosyal desteğin de bu süreçler dahilinde olduğunu öğrendim.
Konferansın sonunda kurumdaki atölyelerin bir kısmını gezme, inceleme imkanım oldu. Atölyeleri gezerken, bir kaç yıl önce Bursa'da derslerine girdiğim bir öğrencimin, suça bulaşmış çocuklara yönelik gönüllü rehberlik yaptığına da tanık oldum. Artık bir hukuk öğrencisi olduğunu öğrendiğim Fadime'yle cezaevi atölyesinde göz göze gelmemiz, neyle açıklanabilir? Demek ki dünya gerçekten küçük.
Buraya
kadar yazdıklarımla ilgili olarak, aranızdan kimi okurlarım, benim bir
iyimserlik tablosu sunduğumu söyleyebilir. Özellikle son yıllarda cezaevleri
bağlamında yoğun şekilde dile getirilen şikâyetlerden haberdar olmadığım
zannına kapılanlar bulunabilir. Oysa başta cezaevlerinin doluluk oranları ve
yapıldığı belirtilen kimi uygulamalar olmak üzere, farklı yayın organlarında ve
sosyal ağlarda yazılan çizilenlerden haberdarım. Bu bahiste yazıp çizdiklerimi
de yayımlama imkânı bulduğum mecralarda kamuoyuyla paylaşıyorum. Haddizatında
Sebilürreşad’ta üç sayıdır sürdürmekte olduğumuz Cezaevi Edebiyatı dosyası,
bizim hassasiyetimizin tezahürü olarak kaydedilmelidir. Nihayetinde
görebildiklerimi paylaşıyorum burada...
Gelelim
İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif konulu konferansta dile getirdiklerime...
Kurumun
kütüphanesinde gerçekleşen konferansa, iki mahkum gencimizin Âkif ve Arif Nihat
Asya’dan okudukları şiirlerle başlandı. Akabinde yaptığım sunuma, İstiklâl
Marşı’nın anahtar kavramlarına atıflar yaparak başladım. Bu çerçevede, hak, hürriyet,
istiklal, iman, kader, millet, milliyet, ırk, vatan, medeniyet, beka… Bu
konularda Âkif’in diğer şiirlerinden örnekler de sunarak, bu bahislerde
kimilerince yapılan yanlış tespitleri gündeme getirdim. Ve tabii bunlarla
ilgili tashih ve tamirata giriştim…
Kuşkusuz
Âkif’in hayatı algılayışı ve dünyaya bakışı ile ilgili en önemli tespitleri
hayatından ve bunun yansıması olan eserlerinden yola çıkarak verebilirdik. Bunu
yaptık.
Sincan
Çocuk Cezaevi’ndeki çocuklarımız ilgiyle dinledi bizi. Daha doğrusu Âkif’le
ilgili söylediklerimizi.
Konuşmamın
sonunda, Taha’nın kendilerine gönderdiği selamı ilettim… Alkıştan bir fırtına…
Sincan Yaylası’nda kısa bir süreliğine de olsa çimenler yeşermiş, gözler
yaşarmıştı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder