O güzeli bana verseler
Tombul kuzuların aşkına
Yaylalara atlas kilim serseler
Tombul kuzuların aşkına
Yayılsın topraklar, aşıklar gezecek
Feryat, taşları sızlatıp inletecek
Boşa gülü sümbül örseler
Tombul kuzuların aşkına
Ayrı kaldım ağlar inlerim
Dağ kavi, iklim sarp, çarıklar delerim.
Bağrım yosun tuttu bir görseler
Tombul kuzuların aşkına
Geçiyor bulut geçen ömürdür
Gece mi, saç mı, hayır kömürdür
Zarif çoban oldu görseler
Tombul kuzuların aşkına
“Zarif, Çoban”, Zarifoğlu’nun sağlığındayken yayımlanan kitaplarına
girmemiş bir şiirdir. Beyan Yayınları’nın “Şiirler” adıyla bastığı toplu eserin
493. sayfasında yer alan bu metin üzerine yaptığım tahlili sizlerle paylaşmak
istiyorum.
İşimize şiirin adı ile ilgili tespitlerle başlayalım. Bu başlıkta tercih
edilen imlâ, Zarifoğlu’nun okuyucuda uyandırmak istediği intibaları belirleme
girişimindeki başarısını göstermektedir. Sözü edebî sanatlarla üstün bir
niteliğe büründürebilen şair, çok anlamlılığın güzel örneklerinden birisini
gerçekleştirmiştir.
Şiirin bizde oluşturduğu ilk izlenim, şairin biyografisine ait bilgiler
ihtiva ettiği yolundadır. Bunun
ayrıntılarına girmeden önce, şairin pek çok şiirinde kendisinden “Zarif” diye
bahsettiğini belirtelim:
“Ey zarif sen de ata yoluna meylettin/Korkarım binbir belaya dayanmaz
sıkletin”
“De Zarif inle. Ta ki huzra vardın/Nice yıl isyan durdun gurbet kaldın”
“Hamlem zarif/Vuruşum hayat/Hilem tay/Kaçıp dönüşüm şiir”
Şairimiz, “Zarif, Çoban” şeklindeki kullanım ile “çoban”lığı kendisine
önemli bir unvan olarak seçmiş gözükse de, daha öncesinde evrensel bir kimliği
aklımıza getirir: Hz. Peygamber’i! Zira, zarifliği kendisine sıfat olarak
yükleyebileceğimiz yegane önder O’dur. Hayır, burada şairin böyle bir kaygısı
olmayabilir, fakat biz ister istemez hatırlıyoruz. Uzak çağrışım dedikleri
belki de bu.
Sözün yönünü çevirip tekrar şairin biyografisine gelmek istiyorum. Zira bu
şiirin Zarifoğlu biyografisine önemli katkı yapacağı kanaatindeyim. Şöyle ki,
“Zarif, Çoban” şiiri, bize, şairin son dönemlerine ait bir metin izlenimi
vermektedir. Bu noktada, onun, ömrünün son yıllarında bir dostuna “Bir tay gibi
kırlarda koşmak istiyorum!” dediğini de hatırlatalım. Buradan yola çıkarak,
şairin söz konusu dönemde, kır ve tabiatla iç içe bir hayatın özlemini
duyduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, metnin son dörtlüğündeki şu dize de bir ipucu
olabilir: “Geçiyor bulut geçen ömürdür”.
Burada şunu özellikle söylemek gerekir: Zarifoğlu’nun şiirlerinde tabiattan
bolca bahsedilir. İşte gelişigüzel birkaç örnek: “Parka dolalım/Park bizi alır
önce”, “Çalışır gün boyu kuru ağaçları devirir”, “Karşı dağdan meleyen canım”…
Zarifoğlu’nun pastoral öğeleri çok kereler kullanmış olması, bizim “Zarif,
Çoban” için ileri sürdüğümüz tespite halel getirmez. Çünkü, diğer şiirlerde
genellikle küçük parçalar halinde var olan bu unsurlar, “Zarif, Çoban”da bütüne
hâkimdir. Bunu, şiirin tamamına yayılan şu unsurlarla daha iyi görebiliriz:
“Tombul kuzular”, “yaylalar”, “topraklar”, “gül”, “sümbül”, “dağ”, “iklim”,
“yosun”, “kaval”, “bulut”… İnsana ağır
baskılar uygulayan maddi bir dünyaca kuşatılmış olan şair, bu şekilde,
hasretlik çektiği hayatın siluetini çizmektedir.
Gelelim “Zarif, Çoban” şiirinin söyleyiş özelliklerine: Rahat bir söyleyiş,
sözü yormadan kullanış, yalınca akıveren bir dil…
Şairin benzer söyleyişleri başka şiirlerde de vardır. Meselâ “Güzelcin”de:
“Koşu koşuver nargözlüm/yuvarlak biçimli ayakların/Küheylan kolanı gibi
kuşağın/Gürbüz kalçalarının üzerinde”.
“Yedi Güzel Adam” şiirindeki şu
söyleyişin “Zarif, Çoban”ın ilk dörtlüğüyle olan benzerliği de dikkat
çekicidir: “Bizimle aşkta olanların/Eline su döksünler/Çadırların önüne o
küçücük/Kilimleri sersinler”…
“Zarif, Çoban” şiirinin söyleyiş özelliklerini daha ayrıntılı görmek bir
adım daha atmalıyız: “O güzeli bana verseler” şartıyla başlayan şiirin her
dörtlüğünde bizi kendisine çeken dil unsurları bulunmaktadır. İlk dize, “o
güzel”den “ayrı oluş”u bildirmektedir. Buna göre, ikinci dörtlükteki “yayılsın”
kelimesi ile “o güzel”e yönelik aramaların gerçekleşeceği alanın “geniş”;
“taşları sızlatıp inletecek” “feryat”ların ise hayli fazla olacağını biliriz.
Zaten söz konusu durum üçüncü dörtlükte alenen söylenir: “Ayrı kaldım ağlar
inlerim”…
Bu dize, bir sonraki dörtlükte teşbih, mübalağa, teşhis ve intak gibi
sanatları ihtiva eden dizelerle daha bir anlam kazanır. Çünkü, ağlayan sadece
şair değildir. Şairin “yoldaş”ı olan “dertli” kaval da gözyaşı dökmekte,
inlemektedir. Üstelik şairin iki gözü varken, kavalın göz sayısı dokuzdur.
Burada, Mevlânâ’nın “ney”iyle karşılaşır gibi oluruz. Son dörtlükteki “bulut”un
da şiir geleneğimizdeki gözyaşı ile derin ilişkiler içinde olduğunu bilmiyor
değiliz.
Şiirde dikkatimizi çeken dil unsurları, sözgelimi, “o güzeli”, “tombul
kuzulur”, “atlas kilim”, “aşk”, “aşıklar”, “gül”, “sümbül”… şairin içinde
barındırdığı özlemi ele verdikleri kadar, onun mensubu bulunduğu medeniyetle
irtibatını da gösterir. Zira, bu unsurların arka plânındaki dünya, sadece
bireysel bir seçimle ilgili değildir. Şairin, bu göstergelerle çizmeye
çalıştığı dünya, aslında kendisinin de ait olduğu geniş bir kitleyi de
ilgilendirmektedir. İçinde yaşanılamayan ve fakat özlenen bir gelecek… Gerçi,
kitlenin böyle bir kaygısı yok gibidir. Şairin “bir bilseler”, “görseler” gibi
şart kipi taşıyan ifadeleri onların kaygısızlığına yönelik gibidir. Hatta,
“Zarif çoban oldu görseler” dizesi tamamen onları hedefe yerleştirmektedir. Hal
böyleyken, bir şair olarak gelecekle ilgili “arzu”yu Zarifoğlu’nun ifade etmesi
oldukça doğal ve anlamlıdır. Şiirin anlamını bu şekilde tekillikten çoğulluğa
taşıyan dizeler şiirin tamamına yayılmıştır. Fakat bu konuda, “Nice sersefil
olduk bir bilseler” dizesi bizce en anlamlı olanıdır.
“Zarif, Çoban”da geleneksel şiir unsurlarının kullanımı da dikkat çekecek
orandadır. Sözgelimi “Yayılsın topraklar, aşıklar gezecek/Feryat, taşları
sızlatıp inletecek” dizelerindeki “aşıklar” kelimesinin gelenekle bağını bir
tarafa bırakabiliriz. Fakat alt dizedeki söyleyiş ve bu söyleyişin öznesi olan
“feryat”ın “Ferhat” ile ilgisi hakkında ne diyeceğiz? Burada gerek kullanılan
dil unsurları, gerekse söyleyiş sanki Ferhat’ın dağ delme girişimini
hatırlatsın diyedir. Bunun gibi, “Tombul kuzuların aşkına”, “Ayrı kaldım ağlar
inilerim”, “Kaval derler, dertli yoldaştır”, “Geçiyor bulut geçen ömürdür” gibi
ifadeler de halk şiirinden kopup gelmişler hissini verir.
Şiirdeki “Geçiyor bulut geçen ömürdür/Gece mi, saç mı, hayır kömürdür”
dizelerindeki “bulut”, “gece”, ”saç”, “kömür” kelimeleri “kara”lık özellikleri
bakımından bir noktada birleşirler. Şairin bilinçli bir şekilde seçtiğini
düşündüğümüz bu kelimelerden özellikle “gece” ve “saç” Divan ve Halk
şiirlerinde bir mazmun ağı içinde kullanılır. Değişik versiyonlar halinde
benzeri bir durum “bulut” ve “kömür” kelimeleri için de geçerlidir.
İlk bakışta Halk şiiri tarzına benzer bir dış yapıya sahip olduğunu
düşünüverdiğimiz “Zarif, Çoban” şiiri, biçim açısından Zarifoğlu’nun ilginç bir
denemesi olarak kaydedilebilir: Beş dörtlükten oluşan şiirin özellikle kafiye
örgüsü orijinal bir nitelik taşır: abab, ccab, ddab, eeab, ffab… Dikkat
edilecek olursa, benzerlik her dörtlüğün sonundaki nakarat (“Tombul kuzuların
aşkına”) ile sınırlı değildir. Bu nakarattan hemen önce gelen mısraın kafiye
örgüsü de her dörtlükte aynıdır. Böylece, ses bakımından zengin bir yapı da
oluşmaktadır.
Bütün bunlardan sonra, iki hususa değinmek gerekiyor. Bunlardan ilki,
“Zarif, Çoban”ın Zarifoğlu şiirinin “ayna”sı olup olmayacağı sorusudur. Bu,
hiçbir itirazı kabul etmeyecek bir netlikte ve olumlu yönde cevaplanabilir.
İkinci husus ise, Zarifoğlu şiirine intibak sağlayamamaktan kaynaklanan, bu
yüzden “kapalı”, “anlaşılmaz”, “zor” gibi yargılarla Zarifoğlu şiirini mahkûm
eden anlayışların sığlığıdır. Bu yazıyı, söz konusu sığlığa yapılmış bir hücum
olarak da değerlendirebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder