25 Şubat 2020 Salı

MERAK İÇİN GÜZELLEME

Merak deniz olmuş, içine girdim.
Baktım, içine girdiğim, okyanusa dönüşmüş.
Oysa sadece “merak”ı merak etmiştim. 
Evet, “merak” başlığını taşıyan, içeriğinde “merak”la ilgili bir şeyler geçen ne varsa, derleyip toparlamaya başladım. Deyim yerindeyse, ki yerinde, her yola başvurdum, at gördüm aksadım, su gördüm susadım: Kitaplar, filmler, şarkılar, türküler, deyimler, atasözleri…
Gündelik olandan tutun da ölümcül olana kadar pek çok bağlamı olduğunu bilmezdim “merak”ın. Öğrendim.
Türkçe’de “Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek” diye tanımlanmış merak, lakin bunun yetersizliğini fark ettim. Farklı bağlamları vardı zira; bundandır, elimi başka lügatlere yönelttim.
Buyrun, deyimler sözlüğünden birkaç devşirme, çalakalem:
Sözcük, yalın kılıç haliyle “merak sarmak (duymak) deyimine sinivermiş: “Bir şeyi edinme, yapma veya onunla uğraşma isteğine kapılmak.”
“Merakına dokunmak”, “Meraka sokmak”, “Merakına mucip olmak”, “Merakını uyandırmak” gibi deyimler ilgiye dönük yüzü oluvermiş.
“Meraka düşmek” kaygıyla ilişkilendirilmiş. “Merakta kalmak” ve “Merakından çatlamak”  da öyle.
Kara sevdaya tutulmuş olanlar içinse şu deyim kullanılmış: “Merak getirmek.” Aşığın şarkıda bir yandan “Merak etme sen” derken öte yandan yanıp yakılması buna denk düşüyor olsa gerek…
İçinde merak geçmeyen şu deyim ise galiba merakı içeren en çileli hallerden birisine gönderme yapıyor: “Dokuz doğurmak”. Çatlar gider zira böylesi hallerde insan meraktan…

Meraka olumsuzluk yüklemek…
Bir yandan heyecanla, bir yandan sabırsızlıkla, merak üzere kulaç atarken, merakın kendinden menkul tatlı ve fakat az biraz tehlikeli yanı olduğuna dair şu veciz ifadeyle karşılaşıyorum: “Merak insanı mezara sokar.” Şunu anlıyorum, kuşkusuz merak yolculuğu boyunca kimi sıkıntılı süreçler yaşanabilir…
Ortalama kültürde merak kelimesine olumsuz anlamlar yüklemek bir gelenek midir, bilmem. Fakat karşımıza çıkan atasözlerinde sanki böyle bir eğilim var. Sözgelimi “Bin merak, bir borç ödemez.” cümlesinde “merak” kaygı anlamında kullanılmıştır. Kaygılı, sıkıntılı zamanlarda tasalanmaktansa, kolay çıkılır yolları aramak gerektiği dikte edilir.  
Merakı sabır karşıtı bir tutum olarak yaftalayan şu atasözüne ne dersiniz? “Saçım ak mı, kara mı? - Önüne düşünce görürsün.” Buna göre bir şeyin sonucunu merak etmenin, onunla ilgili sabırsızlık göstermenin lüzumu yoktur. Nasıl olsa meydan ortaya çıkacaktır.
“Gösteriş meraklısı olmak” var bir de. Kendilerini olduklarından daha üstün göstermeye çalışanlar için kullanılır. Bununla ilgili olarak atalarımız şöyle demişler: “Sonradan imam olanın camiye sığmaz sesi; sonradan kadın olanın hamama sığmaz tası.”
Şu atasözüne bakın bir de, aşkla şevkle, büyük bir ilgiyle iş yapmanın, bir şeye meraklı olmanın önemine nasıl vurgu yapılıyor: “Herkes sakız çiğner ama çıtlatamaz, … kızı tadını çıkarır.” Bir şeyin tadını çıkarma, bir şeyde herkesin dikkatini çekme, ancak onun meraklısı için geçerlidir…

Meraktan çattadan çatlayan…
“Merak”ın hafife alındığı ortamlara rastlamışsınızdır. Bunlardan en önemlisi galiba bir TV dizisinde olanıydı. Hatırlayanı çoktur, Perihan Abla adlı dizinin Melahat karakterinin sıfatı “meraklı” idi. Tuluğ Çizgen’in başarıyla oynadığı bu rol, her işe burnunu sokan, dört bir yana kulak tutan, meraktan çattadan çatlayan kişilere gönderme yapıyordu.  Filmdeki negatif merak algısından ötürü, aziz Türkçe’miz muzip bir adlandırma da kazanmış oldu:  “Meraklı Melahat”. Bir dönem hayat-ı hakikiyye sahnesinde patroniçe oldu kendisi. Pencerede, kapıda, sokakta, evde, çarşıda, pazarda…
Aman dikkat,  şimdilerde olur da karşınıza çıkarsa, bu “Meraklı”dan korunmanın yollarını bulmak için durmayın, harekete geçin!

Manzum metinlerde merak aradım…
Manzum metinlerde, sözgelimi şarkılarda, türkülerde, şairlerimizin dilinde meraka yoğun bir ilgi vardır.
Merak-aşk ilişkisi… İlginç değil mi? Somutlaştıralım: 80’li yılların kült arabesk şarkısı “Merak Etme Sen”de Ferdi Tayfur aşkına yana yakıla seslenir. Bu şarkının bir hikâyesi vardır: 
Olay şöyle gelişir: Fabrika işçisi olarak sabaha karşı fabrikadan evine döner Ferdi. Birkaç saat uyuduktan sonra kardeşi gelir, başına çavuş kesilir:
- “Abi, abi uyan”
- “(Yarı uyanık) Ne istiyorsun?”
- “Abi sana bir müjdem var.”
Olan biteni merak eden Ferdi, başını kaldırır ki ne görsün? Aklını başından alan bir kız.  Üstelik bir süre sonra aşığımızın çalıştığı fabrikada işe başlayacaktır. Bununla birlikte ilan-ı aşk mümkün olmaz.  Durum Ferdi'nin canına tak eder, duvardaki sazını alır, başlar söylemeye:
“Bakışların bana biraz cesaret versin
Korkuyorum sana aşktan söz etmeye ben
Bir sevdiğin varsa ne olur söyle
Giderim bu diyardan merak etme sen…”

Geçelim, bir türküye kulak verelim: “Aksaray Develisi” olarak da bilinen “Eremedim” türküsündeki merak hayli orijinaldir, zira burada merak bir keyfiyet unsuru olarak kullanılır:
“Eremedim vefasına dünyanın
Bülbül konmuş sarayına Konya’nın
Beyler besler merak için tazıyı
Kadir Mevlam böyle yazmış yazıyı”

Şairlerimiz ise merakı faklı kullanım alanları için kullanmışlar. Mesela Aziz Nesin dostla düşmanı ayırmak için ölüm sonrası yaşantıyı merak etmektedir:  “İçimde bir merak öyle bir merak/Ölümümden bir ay sonra bir güncük yaşamak”…
Abdurrahim Karakoç ise “Merak” şiirinde görüp geçirdiği, duyup önemsediği farklı hallerin akıbetini merak eder. Merakını yanıtsız sorularla gidermeye çalışır: 
“Özümden âleme kuşlar uçurdum
Hangisi menzile vardı bilmem ki?
Engin denizlerden kağnı geçirdim
Hangi göz izini gördü bilmem ki?

Sonunda anladım son’u gerçekten
Cansızda farkettim can’ı gerçekten
Ben hâlâ bulmadım ben’i gerçekten
Hangi dost sırrıma erdi bilmem ki?”

Şairlerin merakla olan muaşakasını tamama erdirmeden önce, rahmetli Attila İlhan’ın şiir kitaplarının sonuna eklediği “Meraklısı İçin Notlar”ı da hatırlatalım. Şair, bu notlarında genel olarak pek tavsiye edilmeyeni yapar, şiirlerinin arka planlarını anlatır: Yazılış gerekçelerini, öykülerini, göndermelerini…

“Merak Sözlüğü”
Araştırmalarım sırasında, Türkçe’de bir “Merak Sözlüğü” olmadığını gördüm. Bu konuda Eğitim Reformu Girişimi (ERG) geçtiğimiz Nisan ayında bir sürece işaret etmiş, “Merak Atasözleri” kitapçığı hazırlama fikrini ortaya atmış. “Toplumda merak duygusunu uyandırmak” düşüncesiyle yola çıkan ERG, kısa zaman içinde, www.merakedenler.org linkinden indirebileceğiniz 108 sayfalık bir kitap hazırlamış… Baktım, başlangıç olarak iyi bir yerde…
Şimdi bu platformdan “Merak Edenler Filmleri”yle ilgili hamlelerinin ele avuca gelecek verimini merakla bekliyoruz.

Bilimsel âlemin merak dünyası…
Bu bağlamda geçmişten bu güne farklı bilim, kültür, sanat insanları ‘merak’ kavramı üzerinde durmuştur. Birkaç örnek verecek olursak, Cicero merakı, “bilgiye ve öğrenmeye karşı duyulan doğal aşk”; Hobbes “nedeni ve nasılı öğrenme arzusu” şeklinde ele almışlardır. Francis Bacon ‘Bilgi ve gücün motoru’ olarak tanımlarken, Einstein kavramı “var olmak nedeni” olarak görür. Neil Kenny ise “Merak kelimesi o kadar çok anlama gelir ki…” der, “… bir ruh hali olduğu kadar bir niteliktir de.”
Genel olarak baktığımızda merakı, bilgiye ulaşma eylemimizi motive eden içsel bir arzu olarak kabul edebiliriz. Bu arzu olmadan insanoğlu, yeni şeyleri öğrenmeyi, belirsiz durumların üstesinden gelmeyi herhalde zor başarırdı.
Bilimin merakını sınıflandırarak incelemek de mümkün. Sözgelimi Berlyne merakı algısal ve epistemik merak olmak üzere ikiye ayırmıştır. Algısal merak, görme, koku ve ses gibi duyu organları ile yeni bilgiler edinmek iken, epistemik merak bilgi elde etmeyi ve keşfetmeyi harekete geçiren içsel bir arzudur. Epistemik merak, bireyin bildikleri ile bilmek istedikleri arasındaki boşluktan kaynaklanan ilginç sorular, karmaşık fikirler, belirsiz durumlar ve çözülmemiş sorunlar ile ortaya çıkmaktadır. Algısal merakla insanoğlu yeni yerler görmek ve yeni insanlarla tanışmak ister. Oysa epistemik merak, birey için ruhu doyuran, hazza dayalı bir kaynak sayılır.
Merak ile ilgili bir başka husus, merakın neden kaynaklandığı meselesidir. Bu hususta üç görüş vardır. Bunlardan ilki, Berlyne ve Freud’un ortaya koyduğu dürtü teorisidir. Buna göre merak, keşfetme arzusunun ön koşuludur. Merak, açlığa ve susamaya benzer bir insan dürtüsüdür ve tatmin bilgiyi elde etmeyle oluşmaktadır. İkincisi Piaget ve Hunt’un ileri sürdüğü uyuşmazlık teorisidir. Buna göre merak bireyin var olan dünya görüşü ile karşılaştığı bir olay veya nesne gibi şeyler arasındaki uyuşmazlıktan ortaya çıkmaktadır. Bireyin dünyayı anlamlandırma çabası böyle başlamaktadır. Bireyin dünya işlerine bakış açısında bir kırılma olduğunda merak duygusu baş göstermektedir. Üçüncüsü ise Loewenstein’in boşluk teorisidir. Buna göre birey arzu ettiği bilgi ile var olan bilgisi arasında bir boşluk olduğunu fark ettiği anda merak duygusu ortaya çıkmış olmaktadır.

Merak ettiğim kitaplar…
Merakla ilgili materyaller arasında kuşkusuz en önem verdiklerim kitaplar oldu. Bu bahisteki külliyatın hayli zengin olduğunu da öğrendik böylece. İşte birkaç başyapıt:
Kitapların, kütüphanelerin, okuma iştahının efsane yazarı Alberto Manguel, Merak (YKY, İst. 2019) adlı on yedi bölümden oluşan kitabında adaletten ekolojiye, kutsal metinlerden sohbet etmenin zevkine pek çok konuyu ele alıyor.  Hemen belirtelim, Manguel ve okurun rehberliğini Dante yapıyor!
Richard Holmes’in Merak Çağı (Boğaziçi Üniversitesi Yay., İst., 2017) adlı eseri bilimsel bir devrim sürecine odaklanmış: On sekizinci yüzyıl akılcılığından doğan ve bilimsel çalışmaları dönüştüren hamleler. Kaptan James Coook’un Endeavour’la dünyanın çevresini dolaşması, Darwin’in Beagle’la Galapagos adalarına olan yolculuğu, Astronom William Herschel ve kimyager Humphry Davy’in keşifleri… Richard Holmes kitabında ne yapıp ediyor, romantik öznellik ile bilimsel nesnelliği sentezliyor. Bu sentezde merak kavramının katkısı unutulmamalı.
Ian Leslie’nin öğrenme arzumuzu diri tuttuğu Merak (NTV Yay., İst., 2015), adlı kitabında psikoloji, sosyoloji ve ekonomi alanlarında meraklı yolculuklara çıkar. Merakımız besleyen ve körelten hususlar üzerinde durur.
Ela Korgan’ın Beni Biri Merak Etti (Şule Yay., İst., 2018) adlı kitabı anlatma esasına bağlı bir eser. Yalnızlığa maruz kalınmış bir dünyada var olmaya çalışan kahramanların ilgi ve meraka yaslanan beklentilerini yansıtıyor. Merakın yaşamsal bir dürtü olduğu ortaya çıkıyor böylece.
Ne Diyecektim?
Sözü dolaştırıp durmamın bahanesi, merak meselesini ayrıntılı bir şekilde ele alan  “Bilim Nasıl Her Şeyle İlgilenir Oldu”  altbaşlıklı Merak (Kolektif Yay., İst., 2014, 571 s.) kitabına gelecek oluşumdu. Şimdi o aşamadayım.
Bu kitabı Philip Ball yazmış, Berna Günen çevirmiş. Bir önsözü takip eden 13 bölümden oluşuyor. Bölüm başlıkları arasında ilgimi çekenleri belirtmek istiyorum: Merak Tiyatrosu, Her Şeyin Profesörleri, Bir Toplu İğnenin Ucunda, Fillerin Peşinde… İçeriklere girmeden önce, kitabın zengin bir dizin ve kaynakçayla tamamlandığını da belirtelim.
Ball, bu kitabı yazmakla neyi murat ettiğini şöyle açıklamış: “Neden merak bu birbirinden oldukça farklı programların simgesi haline geldi? Bu programları uzlaştırabilir miyiz? Bunlardan herhangi biri tarih tarafından tescil edilmiş midir? Bunlar, bu kitapta incelemeye çalışacağım sorulardan bazıları.”
Peki, kitapla ilgili olarak benim merakımı (tabii ki ilgimi) çeken şeyler neler oldu? Tamamını dile getirmek mümkün değil, en iyisi bir seçme yapayım…
17. Yüzyıl tarihçisi Neil Kenny’nin dönemin Avrupa kaynaklarında  ‘merak’ kelimesinin (ve eş anlamlılarının) kaç kez kullanılmış olduğunu gösteren bir istatistik çıkarması…
Merakın pozisyon kapmasıyla birlikte bir yandan totolojik veya mistik mantık yürütmelerin askıya alınmaya başlaması, diğer yandan esrarengiz yapılanmaların, ütopik vizyonların, aldatıcı görüntülerin, batıl ve fantastik rivayetlerin meraka ilişkin de oluşları…
Eşsiz bir tutkuya dönüşen merakın “nadire kabineleri”ni doğurması, zamanla seçkin koleksiyonlara, eşsiz müzelere evrilmesi…
Sansasyonel yapıtların, kalpazanlık mamulatının kışkırtılan merakla ilgili olduğu, merakın özellikle kimi işgüzarlar eliyle böylesi hastalıklı üretimlere yol açabileceği…
Ortaçağ’da merakın bir ihtiras ve dolayısıyla bir günah olarak görülmesi, bu etkiyle ikonunun üstü başı dağınık vahşi bir kadın şeklinde tasarlandığı…
Merakı cadılara mahsus bir bela/hastalık olarak algılayan Ortaçağ zihninin, bu belaya tutulanları cadı avına tabi tuttuğu…
Kış Kralı, Gül-Haç Tarikatı, Garter Şövalyeleri, Kayıp Tanrıça Ceres, Nümerolojik Gizemcilik, Merak Küratörlüğü, Huzursuzlar Akademisi, Ayrılmazlar Tarikatı, İlk Hayvanlar Sözlüğü, Milton’ın Şeytan Kalkanı, Kepler’in Rüyası, Ay İmparatorluğu…
Bitirelim mi? Şöyle diyelim: Philip Ball bir kırkambar kitabı oluşturmuş Merak’la. Bilimle ilgili bir yığınak, böyle takdim edilmiş en azından. Fakat bu takdim kanaatimce yeterli değil. Her telden bir ezgi var bu kitapta. Mesela sihirbazlar pekâlâ yararlanabilir. Hele şairler!
Sihirbazlarla şairleri bırakıp, merak okyanusundan çıkalım!

Hiç yorum yok: