31 Ocak 2020 Cuma
İKİNCİ YENİ ŞİİRİ OKUMALARI-1
30 Ocak 2020 Perşembe
HOŞNUTLUK MUŞTUSUNUN ÖZNESİ OLMAK
MUHİT ÇEVRESİNDE
Fakat neden böyle düşündüm, bunu açıklayacağım.
Ama önce derginin başlığı üzerindeki tespit ve düşüncelerimi belirteyim. Gerçi derginin çıkış haberini aldığımda Tenekeci'ye bildirmiştim bunları. O da bazı gerekçeleri olduğunu belirtmiş, geri bildirimde bulunmuştu.
Gerçi dergi çıktıktan sonra benim "Muhit" adı üzerinde ikazlar yapmamın bir faydası yoktu. Fakat gene de, kayıt düşmek gerekiyordu. Şöyle ki, "Muhit" başlıklı başka dergilerimiz olmuştu. Bu ad, özgün değildi. Oysa yeni bir başlangıç, ancak yeni bir isimle olmalıydı.
Gelin tespitini yapabildiğimiz "Muhit"lere bir bakalım:
İlki, 3 Kasım 1908'de, İkinci Meşrutiyet'in görece hürriyet ortamında Faik Sabri Bey (Duran) tarafından yayımlanmış. Batıcı, İttihat ve Terakki yanlısı bir dergi. Sultan II. Abdulhamid aleyhtarlığı ile tanınıyor. 39 sayı yayımlanmış Musavver Muhit.
İkincisi, 1 Kasım 1928'de Ahmet Cevat (Emre) tarafından yayımlanan ve kemalist bir içeriği yüklenmiş olan Muhit dergisi. "Yeni Muhit" adıyla da biliniyor. "Resimli Aylık Aile Mecmuası" alt başlığını taşıdığını da belirtelim. İlk beş sayısını Osmanlı alfabesi, sonraki sayılarını Latin alfabesiyle olmak üzere 48 sayılık bir ömrü olmuş.
Üçüncüsü, "Sanat Hareketleri" alt başlıklı "Muhit". 27 Kasım 1947'de Vahdet Gültekin tarafından yayımlanıyor. Zahir Güvemli, Burhan Arpad gibi yazarları var.
Dördüncüsü, "Leyla'nın Gölgesinde Bir" üst başlığı ile yayımlanan "Muhit" dergisi. Kasım 2017'deki ilk sayısı "Şeyh Gâlib Dosyası"nı içeriyor. Can Güzel'in yayın yönetmenliğinde Necmettin Erbakan Üniversitesi Klasik Türk Edebiyatı Topluluğu adına Konya'da yayımlanmış...
Tespit edebildiğimiz kadarıyla "Muhit" adının periyodik yayım macerası böyle. Fakat burada şunları da eklemeliyiz: Başta Musavver Muhit ve Yeni Muhit olmak üzere, bu dergilerle ilgili hayli çalışma yapılmış. Bunlardan ikisini anmadan geçmeyelim: İbrahim Çekiç'in hazırladığı Muhit Dergisi Bibliyografyası, Hatem Türk'ün kaleme aldığı Musavver Muhit Yüksek Lisans Tezi...
Görüldüğü üzere, oldukça birikim oluşturmuş "Muhit" adı... Böyleyken, yeni bir derginin de aynı adla çıkması makul müdür? Olabilir. Fakat yeni bir dergi yeni bir ad kullansa, daha iyi olur...
Bu tespitlerimizden sonra, okuduğunuz bu yazıda dile getireceğimiz asıl hususa geldi sıra. Hani şu "Muhit'in Başlayamaması" başlığına...
Bu kanaat, başta da söylediğim gibi, sunuş metnini okurken oluştu. Orada söylenen bir takım klişelerden... Mesela metnin dördüncü paragrafında şöyle deniliyor: "İyi ve güzeli kılavuz edinen hüner, emekle buluşan yetenek, gösterişten uzak maharet, hürmetle birlikte ilerleyen meziyet, sahibine yakışan kabiliyet ve bütün bunları tamamlayan şahsiyet; derdimiz budur."
Burada ilk bakışta nitelikli bir belagat yapılmış. Fakat hassas bir bakış kimi çelişkileri yakalayacaktır. Birkaçını belirtelim: Maharet gösterişten uzak olamaz. Haddizatında edebiyat, diğer sanatlar gibi bir gösteri(ş) sanatıdır. Hele hele bir kabiliyet kişiye (sahibine) özgü bir nitelik aldığında, yani özgün bir mahiyet kazandığında, diğerlerinden ayrışır, kendiliğinden öne çıkar, görünür olur.
İşaret ettiğimiz söz dizisi içinde iyi, güzel, hürmet gibi ahlakî arka planı olan ifadelerin dikkat çektiği ortada. Oysa bunlardan ilk ikisi tümüyle öznel olduğu gibi, hürmet edilecek makam da belirtilmemiş. Belirtilse ne olacak, hepsi aynı kapıya çıkar ama tek tek sıralayalım, hünerli, maharetli, meziyetli, yetenekli bir şahsiyete hürmeti hatırlatmanın ne gereği var?
Sunuş metninin beşinci paragrafında da benzeri üslup sürüyor. Burada özellikle "yoklukta şaşırmayan, zorlukta savrulmayan" ifadeleri hayli zorlayıcı. Böylesi hallerle sınanmak kolay bir iş değil zira. Hele hele sanatkâr ruhların bu hallere mağlup olmaması mümkün mü? Bu mağlubiyet değil mi şahsiyetli bir sanatçıyı özgün kılan, diri tutan?
Muhit'in bu ilk sayı sunuşunu, olması gerektiği gibi, ciddiye alıp sorgularken, şunu da belirtmek istiyorum. Aslında deklare edilenler sadece Muhit'e mahsus değil. Geçmişte yayımlanmış, halen yayımlanan, muhtemelen bundan sonra da yayım hayatına girecek olan sağ, muhafazakar, mistik eklemli kültür, sanat ve edebiyat dergilerinde aynı yaklaşımları görüyoruz, göreceğiz. Bu anlamda, sözgelimi Mavera, Edebiyat, Karagöz, Yağmur, Kaşgar, Dergâh, Yedi İklim, Hece, Fayrap, Temmuz, Ayvakti, Aşkar, vb.'ni birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Sıra Muhit'teki içerik unsurlarına göz gezdirmeye geldi. Bunlar, temsili mahiyette bir kaç edebi metin olacak. İlki, derginin sunuş metninin bir açılımı niteliğinde olan "Muhit; Bizi Buluşturan Dillerin Evi" başlıklı Leylâ İpekçi imzalı: Sırlanmak, gönül cemaati, hazır, huzurda, meşrep, halka, gönül dili, halis niyet, sır, nur şehri, tavaf, gönül evi... gibi anahtar kelime, kavram ve motiflerle bezenmiş olan metin, modern bir tasavvuf edebiyatı vaadinde bulunuyor...
Ercan Yıldırım'ın "Türkiye Merkezli Düşünmeye Başlangıç" başlıklı metni ise, Muhit'in hangi sosyolojik temellere yaslandığını göstermesi açısından ipuçları veriyor. Türkiye merkezli düşünmenin çerçevesini çizen yazar, öyle bir noktaya geliyor ki, bir ara, kemalizm icadı "Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi"ni takdim edebiliyor. Gerisini tek tek sayıp dökmenin, örneklendirmenin gereği yok, her bir unsuruyla "yerli ve milli" göndermeler yaptığını görüyoruz Yıldırım'ın. Yaşadığımız sosyolojik döneme mahsus bir söyleme denk düşüyor kuşkusuz bunlar. Peki buradan nereye gidilecek, hangi medeniyet ufkuna?
Edebi metinlere bakalım... Cahit Koytak'ın "Metrodaki Dilenci" manzumesi sosyolojik küçük bir acıya odaklanmış. "Metro" hariç çağın alameti farikası olacak herhangi bir gösterge yok şiirde. Dilenmek, dilenene bir şeyler vermek veya vermemek; bunlar her zamana ait şeyler. Evet, metin toplumsal eğitim bağlamında bir mesaja sahip. Bu yönüyle Mehmet Narlı'nın "Korodan Solo Çıkarmak veya Şairin Derdi Nedir?" yazısına kimi linkler attığı söylenebilir. Fakat biz yine de Koytak'tan, sözgelimi "Sisifos'un Köyü", "Harranlı Müneccim", "Şairlerin Tanrısı" gibi şiirler bekliyoruz. Günümüzün sosyal virüsleri karşısında daha net duruşlar...
Narlı'nın yazısı dışında şiir ve şair ilgili bir diğer metin Ali Emre'ye ait. "Şairler Loncasından Halkın Minderine" başlıklı metinde, çirkeflik, çılgınlık ve çirkinliğe müşteri olanların şiirinin hâlâ düzeyli ve direngen şiire galebe çaldığı vurgulanırken, ilk gruptakilerin gürültücü, küçük burjuvaya mahsus, şaklabanlık ve hokkabazlık peşinde, hazcı, günübirlikçi... oldukları ve "kötü gâvurdan öğrenilmiş, zoraki, ölçüsüz bir tutuşkanlığa sahip" bir şiiri yüklendiklerini; sayıları az, görünürlükleri zayıf olan ikinci kesimde olanlarınsa, "yer yer inançla, dirençle, siyasal ve toplumsal sorumlulukla, mazlumiyet ve mağduriyet duygusuyla, adalet ve hakkaniyet aranışıyla, ahlak ve bilinçle örülen, kurulan bir şiiri" kuşandıklarını belirtiyor. Ali Emre'nin ayrıştırıcı, dahası ötekileştirici tespitleri kanaatimce sağlam dayanaklara sahip değil. En azından herhangi bir delili yok görünürde. Dahası, takdim ettiği ikinci kesim şairlerle ilgili yargılarını ispatlayacak net bir örnek ne kendi metninde ne de Muhit'in bu sayısındaki metinlerde görülmüyor.
Haksızlık etmeyelim, Muhit'te kalbimizin tellerini titreten dizeler elbette var. Hem şiirsel söyleyiş hem de içerik bakımından... İşte Said Yavuz'un kurgusu ve dahası trajedisi olan "İyi Dilek Provaları" şiirinden bir bend:
"Bir kelimeyi demliyor adam
Söyleyecek ve kurtulacak ölümden
Böylece yaşayacak ırmakların ömrünü
Yaşayacak haksızlığa uğramışların marşlarında
Gözden saklanan gözyaşlarında
Bir taşla kalbini ezemediği için
O şiiri bulanın ellerinde
Bir kelime; işte ben o kelimeye kolaylıklar dilerim"
Tuba Kaplan'ın şu bendi de titrek sedalar oluşturuyor:
"demek insanı sağken böyle öldürüyorlar
tetikte bilindik bir yüz her zaman
göğsüne dolanan katil sarmaşık
senden güneşi böyle çalıyorlar
kupkuru ölmek ama ayakta
görünen o ki kusursuz öldürüyorlar"
Ve başka şeyler...
Muhit dergisinin kimi sayfalarında (s. 6, 7, 9, 10. 14, 17 gibi) imzasız görseller var. Bunların aynı sayfalardaki metinlerle genellikle ilgisi olmadığı gibi, dergiye bir kasaba mecmuası hüviyeti kazandırdığı söylenebilir. Ayrıca bu görsel materyallerin kaynağı ile ilgili bilgiye de rastlamadık. Derginin bağlı olduğu "Turkuvaz AŞ"nin bu gibi durumların üstesinden gelemeyeceğini sanmıyoruz.
Muhit'le ilgili işbu yazıyı, takip edenler biliyor, dört aşamada tamamladım. Bu süreç içerisinde Muhit'le ilgili başka bir takım eleştirileri fısıldayanlar olmadı değil. Onlara tavsiyemdir: Herkesin eleştirisi/tenkidi kendine. Maksadı üzüm yemek olan çıkar ve söyler. Vesselam...
Ankara, 31 Ocak 2020
29 Ocak 2020 Çarşamba
DEPREMDE SELFİE
ÜVERCİNKA, 41, ŞİİR
26 Ocak 2020 Pazar
CEMAL'İN ENİKLERİ
İlgili ve fakat dikkatsiz okuyucuysak, şairin söylediklerinden pek bir şey çıkaramaz, anlaşılmazlık tezgâhını çevirip geçer gideriz. Söz ustasının ortaya koyduğu eseri yoğun bir mesai ile okuyorsak, işimiz kolaylaşacaktır.
İşbu noktada, Cemal Süreya nın birkaç metni üzerinde durmak ve onun "köpek" mefhumuna yüklediği anlamları sorgulamak istiyorum.
Şair, 1957 de yazdığı "Aslan Heykelleri" başlıklı şiirinde (Sevda Sözleri, YKY, İst., 1996, s. 31) şöyle demiş:
"En olmayacak günde geldin tazeledin ortalığı
Alıp kaldırdın bu kutsal ekmeği düştüğü yerden
Bunlar hep iyi şeyler ya öte yanda
Olsa yüreğim yanmayacak aslan heykelleri
Ama yok aslan heykelleri var köpek
Delikanlı bir köpeği var onunla yatıyor
Adalet Hanım iki kişilik karyolasında
Bozulmuş burjuva ahlakına örnek"
Bu metnin son üç dizesi bizi ilgilendiriyor. Yüzeysel bakış sahiplerinin "ahlâksızlık" hatta "sapıklık" gibi adlandırmalarla yargılayacağı bu dizeler, sadece "Adalet Hanım"ı değil, onunla birlikte şairi de topa tutturacaktır. Üstelik Cemal Süreya buna çanak da tutmaktadır: "Bozulmuş burjuva ahlakı" demesi bu yüzden. Fakat biz farklı bir durumdan söz edeceğiz. Şairin "Adalet Hanım" ile ülkedeki fiili sosyal (hukukî) yapıyı tenkid ettiğini söyleyeceğiz. Peki "Adalet Hanım"ın koynuna aldığı "köpek" neyin nesi? Elbette olumsuz yapının dayanakları, yardımcıları, payandaları...
Cemal Süreya "Tristram" (s. 58) başlıklı şiirinde ise şöyle demiş:
"Altmış köpek havlaması taşıyan karnında
kimler gördü o hayvanı onlardan biri o da"
Her ne kadar şair "Tristram" şiirine "Fransızca kitapta fazla bilgi arama/Ne de Sir Thomas ın yazdıklarında" diye başlasa da, biz işimize bakacağız.
Önce yaptığımız araştırmalardan bir kısım işe yarar bilgileri paylaşalım: Şairin başlık olarak kullandığı "Tristram", bir romandan emanet alınmış, "Tristram Shandy"den. Laurence Sterne‘in 1759‘da yayımladığı "Tristram Shandy" adlı roman, aynı zamanda kahraman-anlatıcısının adını taşıyor. Türkçe de "Beyefendinin Hayatı ve Görüşleri" alt başlığı ile (YKY; Çev: Nuran Yavuz) yayımlanan kitaba Orhan Pamuk bir önsöz yazmış. Bu önsözde roman kahramanı "Tristram" ile ilgili tanıtıcı bilgiler de yer alıyor: "Hiç durmadan anlatan, anlattığına kendini kaptırıp giden, şakaları, kelime oyunları, gevezelikleri, bizi hayret ettirebilme yeteneği, tuhaflıkları, saçmalıkları, çocuksuluğu, saplantıları ve takıntılarıyla bizi hep gülümseten, akıllı, zeki, kültürlü, görmüş geçirmiş, ama bir yanıyla da hep muzip bir çocuk kalmış olan" Tristram, "...doğumdan önce nasıl, hangi tarihte peydahlandığını, babasının doğum (ve) hayat üzerine görüşlerini uzun uzun anlatır gibi yapar. Ama bu konuların hiçbirinin üzerinde öyle uzun uzun durmaz. Bir ağacın bir dalından öbürüne sürekli yer değiştiren ve dur durak bilmez bir hızla ve neşeli (bir) serçe gibi, hızla konudan konuya sıçrayarak ilerler. Çoğu zaman hikâyesinin nereye doğru gittiğini bilmediği izlenimini uyandırır okuyucuda."
Bunca aktarmadan sonra, "Altmış köpek havlaması taşıyan karnında" dizesinde pusuya yatmış "köpek havlaması"nın düşünülecek bir yanı kalmamıştır. Şu saatten itibaren bu şiir için "anlamsızlık" teranesi dile dolanmamalıdır! Fakat başka bir hususu da unutmayalım: Her iki "Tristram", verili olumsuz ortamlara karşı kurulmuş sığınak metinlerdir. Bu yönüyle, en azından şair Cemal Süreya nın "Tristram"ına köpek sesleri konuşlanmıştır?
Cemal Süreya "İşte Tam Bu Saatlerde" (s. 68) başlıklı şiirinde "Köpekler gizli bir dağı havlar" der. 1967 de yayımlanan Ortadoğu şiirinin 3. bölümünde (s. 110) "Havlıyor barut/Sarartıyor gök kumaşını" dizelerine yer verir. Fakat onun "Kurt" (s. 120) şiiri "Köpek" mefhumu için daha bir önem taşır:
"Kurt altı yavru doğurur
Köpek olur bunlardan biri"
Acaba, diyor insan, "Altı yavru" ile kastedilen altı ilke, altı ok olabilir mi? Bu arada, "bunlardan biri" ile acaba "milliyetçilik" mi belirtilmek isteniyor?!
"Onlar İçin Minibüs Şarkısı" (s. 130), "Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir (s. 163), "Bir Kış" (s. 257) "Çıkmaz Sinir" (s. 281) başlıklı metinleri "köpek" mefhumu üzerine yoğunlaşacak okurlar tarafından dikkatle incelenmelidir. Bu metinleri bu şekilde sizlere havale ettikten sonra, bu yazıyı aklımıza düşüren metne geliyor sıra: Şairin 1969 da Papirüs te yayımlanmış "Vakit Var Daha" (s. 102) başlıklı şiirine. Bu şiirde şöyle söylemiş Cemal Süreya:
"Hafif kanlı Chevrolet ler, hırslı Pontiac lar, kıranta Buick ler/ Gürültüyle akıp gidiyor General Motors un enikleri; / Ve ağır kıçlı, geniş çeneli, soluklu arabaları Ford un;/ Ve ağaçlar görüyor, gözlüklü, iri kıyım Chrysler ailesini"
Bu yazı ilk kez 27 Eylül 2006'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.
23 Ocak 2020 Perşembe
NASILSINIZ?
YENİ E DERGİSİ NİSAN 2018 ŞİİRLERİ…
ANKARA VAPURUNDA
Sakallı Celali çımacı yapmış
Mekteb-i Sultanî sanki çiftliği
İlm ü irfanı halata tutmuş...
Ankara, 23 Ocak 2020
22 Ocak 2020 Çarşamba
TEKNO-ÜTOPİK GÜL
“Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle”
(Edip Cansever-Yerçekimli Karanfil)
Şair Edip Cansever’in “elden ele” dolaştırdığı “Karanfil” metaforunun anlam coğrafyasına paylaşımı, yardımlaşmayı, iyi iletişimler kurmayı, işbirliği ağları oluşturmayı yerleştirebiliriz. Böylece, “sevda”nın anlam halkaları büyür, genişler, evreni kuşatır…
“Ey insanlar! Hep birden barışa girin” evrensel hitabına dikkat kesilenler kabul eder ki, bu mesajın kapsam alanını, insanlık âleminde iyi iletişimler kurmak, işbirlikleri yapmak, paylaşımcı projeler geliştirmek, kısacası dünyayı topyekûn daha bir yaşanılır kılmak oluşturur.
Medeniyet tarihimizde yer alan Suffe geleneği de, bahsettiğimiz paylaşım ağlarının somut ilk örneklerinden birisi olarak kaydedilebilir. Bizzat Peygamberin tedrisinden geçen insanlar, bilgi ve becerilerin başka coğrafyalarla paylaşımı için yolculuklara çıkmışlar, insanlığa taze ve diri haberler ulaştırmışlardır.
Teknoloji sayesinde bugün bilgiyi, görgüyü, erdemi, iyiliği ve bunlarla akraba nice sağaltıcı şeyi “elden ele” aktarabiliriz. Üstelik bütün bir evrene, dünyanın dört bir yanına… Kuşkusuz, bilişim dünyasının evrensel ortamında gerçekleşecek tanışıklıklar, fikir, bilgi ve donanım alışverişleri, yardımlaşma ve paylaşma projeleri ile…
Kabul edileceği üzere, paylaşım, yardımlaşma, dayanışma gibi tutumlar barış ve kardeşliğin esasını oluştururlar. “Hayırlı işlerde yarışma”nın açılımı içinde gördüğümüz bu edimler, dünyanın bir barış ve huzur küresi olmasına zemin hazırlayacaktır.
Bu anlamda, geliştirilip uygulanacak sağlıklı bir ortam, bahsettiğimiz değerleri bereketlendirme ve yayma platformu olarak motor güç olacaktır. .
İnternet teknolojisi, bireylere farklı kimlikleri rahatlıkla giyip çıkartabilecekleri özgür bir ortam sunmuştur. Zamanla sanallaşan kimlik ve kişilik, bu sayede yeniden inşa edilebilen bir yapı halini almıştır. Teknolojinin gelişimi ve sosyal paylaşım ağlarının yükselişi ile bireyin kimlik olguları ve sosyalleşme süreçleri farklı bağlamlar taşımaya başlamıştır. Sanal ortamda kolektif pratiklerin parçası ve gönüllü üyesi olan birey, bu yeni inşa sürecinde kendisini kalıplaşmış ilişkilerden ve hareketsiz kitleselleşmelerden kurtarma imkânı yakalamıştır.
Erving Goffman’ın tiyatro sahnesine benzettiği sanal âlem, tasavvurunu yaptığımız ortamla reel dünyaya dönüşme fırsatı yakalayacaktır. Bu ortam, sanal âlemin “maske”li gölge kişilerinin yerine gerçeklik güneşine koşan sahici insanları yerleştirecektir.
Böylece sanal âlem, yeni bir inşa ve ihya ortamına dönüşme ihtimali kazanacaktır. Sanal vitrinde başlayan romantik sevda ise sokağa, şehre, ülkeye ve dünyaya yayılma fırsatı yakalayacaktır. İhtimaldir ki dünya bir barış okyanusu olma şansı yakalayacaktır.
(Bu yazı ilk kez vasat.com'da yayımlanmıştır.)