Bütün mesuliyet benim. Neden söyledim türküyü. Böylece, evet
söyleyerek, kendim hazırladım
boş’luğumu. Çavuşluk ise sözün gölgelenmesi için. ‘Bir’ neyin nesidir
diyedurun, bin’in simgesi, binlerin herhangi biri...
Hangi vakitti, hangi mekândı, bilmiyorum. Bilinçsizliğim vakit ve mekân
için geçerliydi. Türkü ise bütünüyle bir bilinç işiydi. Bile isteye
söylüyordum.
Mırıldanma mı? Diyelim ki öyle. Ama ne korkunç yükseklikte duyulmuş sesim.
“Haykırış!” denildi, “çığlık!”, “dik kafalılık!”, “ayaklanma!”, “isyan!”...
Daha neler, neler...
Bazıları da tersinden söyledi. “Sessiz”mişim. Sadece ayaklarımın sesi
duyuluyormuş. Tık, tık, tık...
O bazılarına göre, dudaklarım da kıpırdıyormuş kıpırdanmasına. Ama bu, bir
sayıklama olabilirmiş ancak ve “kötü”ymüş, kötü... Çünkü, “Özgürlük!”, “Su”,
“Kurtuluş!” yolunda yorumlanabilecek şeylermiş bu kıpırdanmalar...
Olabilirdi bütün bunlar. Olabilirdi ne demek. Öyleydi. Aynen, bütün bunlar
doğruydu. Türküyü, dedim ya, söylüyordum ve bilinçliydim. Hatta, arada bir
ıslık ta ekliyordum ona. El ve ayaklarımla tuttuğum ritim mi? Dahil oluyordu
yer yer onlar da türküye.
Bütün bunların suç teşkil ettiğini bilmiyor muydum? Hayır, hayır... Bu
doğru değil. Doğrusu, her şeyin, her an
olabileceğini düşünüyordum.
Şuna inanın ki, en çok düşündüğüm buydu. Bütün benliğimi tırmalayan,
yapıştığı yakamdan hiç düşmeyen bu düşünceyi atmak için yapmadığım iş,
denemediğim deney, başımı vurmadığım yol yoktu.
Bütün bunlardan sonra, benim, yani bir boşçavuş’un türküsünü merak mı
ediyorsunuz? Ededurun efendim!
Likâ Edebiyat, S. 7 (1 Ekim 1998), s. 4.
Bu metni okuyan şunu da okuyor: Boşçavuş Söylüyor
Bu menti okuyan şunu da okuyor: İkinci Bir Boşçavuşun Türküsü
Bu metni okuyan şunu da okuyor: Boşçavuş Söylüyor
Bu menti okuyan şunu da okuyor: İkinci Bir Boşçavuşun Türküsü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder