Ş sesinin hayranıyım. Şiir şiddettir. Ama şiddete karşı şiddettir.
Kendiliğinden değil. Bir karşı koyucu olarak çıkar şiirin bu yönü.
Kaçınılmaz derecede gerekli bir haldir o zaman şiddet. Kullanılmaması
düşünülemez.
Öyle durumlarda harfler dilden
dökülürken, eğri büğrü çıkar. Fakat
hafakanlara maruz kalan şairin ruhu onları öyle bir kalıba sokar
ki, sonra, bakınız ne olmuş; derbeder, beyhude, serkeş bir evren, aynı
hizadadır, sizi çağırır.
Şiir şiddettir elbet. Fakat neye, kime karşı? Karşıdaki nedir,
kimdir? Asıl buna bakmalıdır.
Kirli bir karayla suratını çarşıya süren ve zorla kendisini
müşteriye satan zorba, bizim düşmanımız olup iştahlı ağzından alevler
çıkarmakta, bizi önce yakıp kavurmakta, sonra mahvedici bir iştahla
işine devam etmektedir.
Paramparça edilen bir dağınıklığı damarlarımıza şırınga eden
kepazelik esrarkeşi, neyimiz varsa elimizden iç ediyor, çalıp çırpıp...
Süngü mü? Keyfi keka! Namlusunun ucunda kimler yok ki? Güneyden,
doğudan, ortadan dört bir kıyıdan...
Dört köşe!..
Kusturduğu kanlara, yediği cesetlere ve oluşturduğu siniklik
haline ne demeli? Şu, umutsuz bir kütle halinde yatıp duran ürperişsizlikler
kalabalığı için sözümüz?
Şiddetten nasiplenen şiir, bütün bu hallere karşı bir hırpalama
eylemine girmeli değil mi?
Peki, şiirimizle nasıl çözeriz
ruhsuzluğun şifresini? Şen ve şakrak mısralar döktürerek mi?
Olabilir! Şırak şırak vurarak, belki daha çok şamarı!..
Şiddet bir güç gösterisidir. Güç gösterisi çeşitli tavırlarla
sergilenebilir. Şair de, aynı imkanlara sahiptir. Yer altından yürüyebileceği
gibi, ani kalkışımlarla pozisyon değişikliğinde de bulunabilir.
Önemli olan, her halükârda karşı koyması veya atak etmesidir.
En faydalı olacağı şekliyle şair, ayarlamalıdır şiirini. Şiddeti
geri plana bırakmamalıdır. Böylece,
her an, kendi varlığını hissettirebilmeli; şair-insanlığının borcunu ödeyebilmelidir.
"şimdi evet şimdiyse hayır / sus/ çıt / Heyhat"
İçimizde veya dışımızda, ama yaşadığımız zulmetlerden sonra,
şu eften püften dünya bir yana artık. Şair, savaş alanımızın çok geniş
olduğunu duyulan çığlıklarla bir daha anlamadın mı?
Yürürken üzerine düşen bombayla uyanan Müslüman, yuvarlak bir
lastiğin peşinden koşarken ölümle tanışan çocuk, siperde elektroniğin
makasına takılıp kalan sen değil misin, heyhat?
Özdeşleşmenin de ötesinde, tamamen, aslen, bunların ta kendisi,
özü, merkezi olmadın, olamadın mı henüz?
Zarifoğlu bir şairin bıraktığı yerden başlayacağız maalesef.
Titrek yüreklerimizle sarılmak için savaşa.
Yani daha çok kalem oynatacağız. İşin edebiyatını daha fazla
yapmamız gerekiyor. Anlaşılan, munislik
sazlarının terennümünü duymamamız şart. Ve şiire koşmamız...
Şiir sizi çağırıyor. Şiir sizi şavaşa çağırıyor. Savaşın kızaran şiddetine davet ediyor:
Şiir sizi çağırıyor. Şiir sizi şavaşa çağırıyor. Savaşın kızaran şiddetine davet ediyor:
"Arkadaş/Şimdi yalnız savaş" diyor şair. Gel.
Likâ Edebiyat, S. 4 (1 Ağustos 1998), s. 4.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder