Şiir bir dil ürünüdür. Yaşadığınız dil şiirinizin uçarı kanatlarla çırpınıp uçmasına yarar. Eğer dilinizi iyi biliyorsanız, ona vâkıfsanız, şiirinizin uçtuğunu, kelimelerin sırtında yelken açtığını görürsünüz. Mutlu olur, oluşturduğunuz dünyanın mavi atlaslarında daha bir gönenirsiniz.
Dil, şiir için mecbûrî ihtiyaç. Dili bilmek, yaşamak şart.
Dilini iyi bilen şair ile dilini eşek arısı sokmuş şair taslağı bir mi?
Bütün bunlar bir yana, daha farklı bir durumla karşı karşıyayız şu
zamanların şiir diye ortaya konulan bazı “parça”larında.
Vahim bir aşağılık psikolojisinden mi kaynaklanıyor söz konusu durum,
bilmiyorum. Fakat ortadaki manzara
oldukça trajik.
Henüz kendi dilinin inceliklerini bilip kullanamayan, tâbi olduğu dil
ülkesinin elemanlarını kavrayamamış, güdük bir Tarzanca’ya sahip kişilerin şair
olarak zuhur etmesi bir yana, bu kabil cinslerin Sanskritçe'den başlayıp
Esperanto'ya veya bilmem hangi kabile diline kadar, türlü dünya
dillerinden estirip coşturmaları yok mu, vah vah?!
Sakın ha, benim bu satırları kaleme almamda Türkçecilik mürkçecilik kaygısı
aranmasın. Şunu iyi bilsin okuyucu:
Irkçılığın hiç bir türünü sevmediğimi, dilde özleşmeye dayalı bir
ırkçılığı da tasvip edemeyeceğimi belirteyim.
Tekrar konumuza gelelim: Bazı şiir ulemasının, şiirde, bildikleri, daha
doğrusu, yaralandıkları yabancı dillere ait unsurları gereksiz yere
kullanmaları.
Bugün özellikle batı dillerinden herhangi birisiyle dilini pelesenk eden
bazı şair tayfası, işi ukalalık derecesinde ilerletmiş bulunuyor.
Bakıyorsunuz, şiirin başlığı bir başka terane. Altındaki gövde basbayağı
bizden gibi görünüyor.
Yahut güzel bir istiareyle konulan başlığın altındaki metnin orası burası
çakıl taşlarıyla doldurulmuş. Takılıp kalıyor diliniz. Kem küm ederken varolan kuruşluk
cazibeler uçup gidiyor.
Bazen de şiirin en can alıcı kısmında müthiş (!) bir Avrupalı mısra ile
karşılaşabilirsiniz! Ne diyelim, uçun artık elinizdeki o kağıt kütlesiyle...
Bazı şairlerin şiirinde görülen dilsizlik manzaraları size ne düşündürüyor
bilmiyorum. Bana düşündürdükleri bunlardı efendim.
LİKÂ Edebiyat Seçkisi, S. 5 (1 Ağustos 1998), s. 2.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder