Fakat neden böyle düşündüm, bunu açıklayacağım.
Ama önce derginin başlığı üzerindeki tespit ve düşüncelerimi belirteyim. Gerçi derginin çıkış haberini aldığımda Tenekeci'ye bildirmiştim bunları. O da bazı gerekçeleri olduğunu belirtmiş, geri bildirimde bulunmuştu.
Gerçi dergi çıktıktan sonra benim "Muhit" adı üzerinde ikazlar yapmamın bir faydası yoktu. Fakat gene de, kayıt düşmek gerekiyordu. Şöyle ki, "Muhit" başlıklı başka dergilerimiz olmuştu. Bu ad, özgün değildi. Oysa yeni bir başlangıç, ancak yeni bir isimle olmalıydı.
Gelin tespitini yapabildiğimiz "Muhit"lere bir bakalım:
İlki, 3 Kasım 1908'de, İkinci Meşrutiyet'in görece hürriyet ortamında Faik Sabri Bey (Duran) tarafından yayımlanmış. Batıcı, İttihat ve Terakki yanlısı bir dergi. Sultan II. Abdulhamid aleyhtarlığı ile tanınıyor. 39 sayı yayımlanmış Musavver Muhit.
İkincisi, 1 Kasım 1928'de Ahmet Cevat (Emre) tarafından yayımlanan ve kemalist bir içeriği yüklenmiş olan Muhit dergisi. "Yeni Muhit" adıyla da biliniyor. "Resimli Aylık Aile Mecmuası" alt başlığını taşıdığını da belirtelim. İlk beş sayısını Osmanlı alfabesi, sonraki sayılarını Latin alfabesiyle olmak üzere 48 sayılık bir ömrü olmuş.
Üçüncüsü, "Sanat Hareketleri" alt başlıklı "Muhit". 27 Kasım 1947'de Vahdet Gültekin tarafından yayımlanıyor. Zahir Güvemli, Burhan Arpad gibi yazarları var.
Dördüncüsü, "Leyla'nın Gölgesinde Bir" üst başlığı ile yayımlanan "Muhit" dergisi. Kasım 2017'deki ilk sayısı "Şeyh Gâlib Dosyası"nı içeriyor. Can Güzel'in yayın yönetmenliğinde Necmettin Erbakan Üniversitesi Klasik Türk Edebiyatı Topluluğu adına Konya'da yayımlanmış...
Tespit edebildiğimiz kadarıyla "Muhit" adının periyodik yayım macerası böyle. Fakat burada şunları da eklemeliyiz: Başta Musavver Muhit ve Yeni Muhit olmak üzere, bu dergilerle ilgili hayli çalışma yapılmış. Bunlardan ikisini anmadan geçmeyelim: İbrahim Çekiç'in hazırladığı Muhit Dergisi Bibliyografyası, Hatem Türk'ün kaleme aldığı Musavver Muhit Yüksek Lisans Tezi...
Görüldüğü üzere, oldukça birikim oluşturmuş "Muhit" adı... Böyleyken, yeni bir derginin de aynı adla çıkması makul müdür? Olabilir. Fakat yeni bir dergi yeni bir ad kullansa, daha iyi olur...
Bu tespitlerimizden sonra, okuduğunuz bu yazıda dile getireceğimiz asıl hususa geldi sıra. Hani şu "Muhit'in Başlayamaması" başlığına...
Bu kanaat, başta da söylediğim gibi, sunuş metnini okurken oluştu. Orada söylenen bir takım klişelerden... Mesela metnin dördüncü paragrafında şöyle deniliyor: "İyi ve güzeli kılavuz edinen hüner, emekle buluşan yetenek, gösterişten uzak maharet, hürmetle birlikte ilerleyen meziyet, sahibine yakışan kabiliyet ve bütün bunları tamamlayan şahsiyet; derdimiz budur."
Burada ilk bakışta nitelikli bir belagat yapılmış. Fakat hassas bir bakış kimi çelişkileri yakalayacaktır. Birkaçını belirtelim: Maharet gösterişten uzak olamaz. Haddizatında edebiyat, diğer sanatlar gibi bir gösteri(ş) sanatıdır. Hele hele bir kabiliyet kişiye (sahibine) özgü bir nitelik aldığında, yani özgün bir mahiyet kazandığında, diğerlerinden ayrışır, kendiliğinden öne çıkar, görünür olur.
İşaret ettiğimiz söz dizisi içinde iyi, güzel, hürmet gibi ahlakî arka planı olan ifadelerin dikkat çektiği ortada. Oysa bunlardan ilk ikisi tümüyle öznel olduğu gibi, hürmet edilecek makam da belirtilmemiş. Belirtilse ne olacak, hepsi aynı kapıya çıkar ama tek tek sıralayalım, hünerli, maharetli, meziyetli, yetenekli bir şahsiyete hürmeti hatırlatmanın ne gereği var?
Sunuş metninin beşinci paragrafında da benzeri üslup sürüyor. Burada özellikle "yoklukta şaşırmayan, zorlukta savrulmayan" ifadeleri hayli zorlayıcı. Böylesi hallerle sınanmak kolay bir iş değil zira. Hele hele sanatkâr ruhların bu hallere mağlup olmaması mümkün mü? Bu mağlubiyet değil mi şahsiyetli bir sanatçıyı özgün kılan, diri tutan?
Muhit'in bu ilk sayı sunuşunu, olması gerektiği gibi, ciddiye alıp sorgularken, şunu da belirtmek istiyorum. Aslında deklare edilenler sadece Muhit'e mahsus değil. Geçmişte yayımlanmış, halen yayımlanan, muhtemelen bundan sonra da yayım hayatına girecek olan sağ, muhafazakar, mistik eklemli kültür, sanat ve edebiyat dergilerinde aynı yaklaşımları görüyoruz, göreceğiz. Bu anlamda, sözgelimi Mavera, Edebiyat, Karagöz, Yağmur, Kaşgar, Dergâh, Yedi İklim, Hece, Fayrap, Temmuz, Ayvakti, Aşkar, vb.'ni birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Sıra Muhit'teki içerik unsurlarına göz gezdirmeye geldi. Bunlar, temsili mahiyette bir kaç edebi metin olacak. İlki, derginin sunuş metninin bir açılımı niteliğinde olan "Muhit; Bizi Buluşturan Dillerin Evi" başlıklı Leylâ İpekçi imzalı: Sırlanmak, gönül cemaati, hazır, huzurda, meşrep, halka, gönül dili, halis niyet, sır, nur şehri, tavaf, gönül evi... gibi anahtar kelime, kavram ve motiflerle bezenmiş olan metin, modern bir tasavvuf edebiyatı vaadinde bulunuyor...
Ercan Yıldırım'ın "Türkiye Merkezli Düşünmeye Başlangıç" başlıklı metni ise, Muhit'in hangi sosyolojik temellere yaslandığını göstermesi açısından ipuçları veriyor. Türkiye merkezli düşünmenin çerçevesini çizen yazar, öyle bir noktaya geliyor ki, bir ara, kemalizm icadı "Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi"ni takdim edebiliyor. Gerisini tek tek sayıp dökmenin, örneklendirmenin gereği yok, her bir unsuruyla "yerli ve milli" göndermeler yaptığını görüyoruz Yıldırım'ın. Yaşadığımız sosyolojik döneme mahsus bir söyleme denk düşüyor kuşkusuz bunlar. Peki buradan nereye gidilecek, hangi medeniyet ufkuna?
Edebi metinlere bakalım... Cahit Koytak'ın "Metrodaki Dilenci" manzumesi sosyolojik küçük bir acıya odaklanmış. "Metro" hariç çağın alameti farikası olacak herhangi bir gösterge yok şiirde. Dilenmek, dilenene bir şeyler vermek veya vermemek; bunlar her zamana ait şeyler. Evet, metin toplumsal eğitim bağlamında bir mesaja sahip. Bu yönüyle Mehmet Narlı'nın "Korodan Solo Çıkarmak veya Şairin Derdi Nedir?" yazısına kimi linkler attığı söylenebilir. Fakat biz yine de Koytak'tan, sözgelimi "Sisifos'un Köyü", "Harranlı Müneccim", "Şairlerin Tanrısı" gibi şiirler bekliyoruz. Günümüzün sosyal virüsleri karşısında daha net duruşlar...
Narlı'nın yazısı dışında şiir ve şair ilgili bir diğer metin Ali Emre'ye ait. "Şairler Loncasından Halkın Minderine" başlıklı metinde, çirkeflik, çılgınlık ve çirkinliğe müşteri olanların şiirinin hâlâ düzeyli ve direngen şiire galebe çaldığı vurgulanırken, ilk gruptakilerin gürültücü, küçük burjuvaya mahsus, şaklabanlık ve hokkabazlık peşinde, hazcı, günübirlikçi... oldukları ve "kötü gâvurdan öğrenilmiş, zoraki, ölçüsüz bir tutuşkanlığa sahip" bir şiiri yüklendiklerini; sayıları az, görünürlükleri zayıf olan ikinci kesimde olanlarınsa, "yer yer inançla, dirençle, siyasal ve toplumsal sorumlulukla, mazlumiyet ve mağduriyet duygusuyla, adalet ve hakkaniyet aranışıyla, ahlak ve bilinçle örülen, kurulan bir şiiri" kuşandıklarını belirtiyor. Ali Emre'nin ayrıştırıcı, dahası ötekileştirici tespitleri kanaatimce sağlam dayanaklara sahip değil. En azından herhangi bir delili yok görünürde. Dahası, takdim ettiği ikinci kesim şairlerle ilgili yargılarını ispatlayacak net bir örnek ne kendi metninde ne de Muhit'in bu sayısındaki metinlerde görülmüyor.
Haksızlık etmeyelim, Muhit'te kalbimizin tellerini titreten dizeler elbette var. Hem şiirsel söyleyiş hem de içerik bakımından... İşte Said Yavuz'un kurgusu ve dahası trajedisi olan "İyi Dilek Provaları" şiirinden bir bend:
"Bir kelimeyi demliyor adam
Söyleyecek ve kurtulacak ölümden
Böylece yaşayacak ırmakların ömrünü
Yaşayacak haksızlığa uğramışların marşlarında
Gözden saklanan gözyaşlarında
Bir taşla kalbini ezemediği için
O şiiri bulanın ellerinde
Bir kelime; işte ben o kelimeye kolaylıklar dilerim"
Tuba Kaplan'ın şu bendi de titrek sedalar oluşturuyor:
"demek insanı sağken böyle öldürüyorlar
tetikte bilindik bir yüz her zaman
göğsüne dolanan katil sarmaşık
senden güneşi böyle çalıyorlar
kupkuru ölmek ama ayakta
görünen o ki kusursuz öldürüyorlar"
Ve başka şeyler...
Muhit dergisinin kimi sayfalarında (s. 6, 7, 9, 10. 14, 17 gibi) imzasız görseller var. Bunların aynı sayfalardaki metinlerle genellikle ilgisi olmadığı gibi, dergiye bir kasaba mecmuası hüviyeti kazandırdığı söylenebilir. Ayrıca bu görsel materyallerin kaynağı ile ilgili bilgiye de rastlamadık. Derginin bağlı olduğu "Turkuvaz AŞ"nin bu gibi durumların üstesinden gelemeyeceğini sanmıyoruz.
Muhit'le ilgili işbu yazıyı, takip edenler biliyor, dört aşamada tamamladım. Bu süreç içerisinde Muhit'le ilgili başka bir takım eleştirileri fısıldayanlar olmadı değil. Onlara tavsiyemdir: Herkesin eleştirisi/tenkidi kendine. Maksadı üzüm yemek olan çıkar ve söyler. Vesselam...
Ankara, 31 Ocak 2020
2 yorum:
merhaba İbrahim Çekiç'in hazırladığı Muhit Dergisi Bibliyografyası ulaşmaya çalışıyorum. Eğer elinizde var ise cenkyaltirak@gmail.com adresinde gönderebilir misiniz? teşekkürler
Cenk Yaltırak
Cenk Bey, maalesef bilgisayarımda bulamadım. Hatırladığım kadarıyla Academia makale paylaşım sitesinde rast gelmiştim.
Yorum Gönder