BİR HADİS ÜZERİNE...
“Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi
yapmasından hoşnut olur.”
(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.)
Türkçe’deki ‘yapmak’ kelimesinin karşılığı olarak Arapça’da
kullanılabilecek kelimeleri Râğıp el İsfehânî Müfredât’ında feâle, ‘amele,
sanea’ (fiil, amel, sanat) şeklinde
sıralar.
Bunlar arasında en genel ve kapsamlı olan ‘fiil’dir. Canlı veya cansız,
herhangi bir varlık (‘fail’, ‘özne’) tarafından meydana getirilen her türlü
‘iş’, ‘oluş’, ‘davranış’, ‘hareket’ ve ‘kılış’a verilen isme ‘fiil’ denir. ‘Fiil’i ‘yapmak’ karşılığındaki diğer
ifadelerden ayıran hususu, kasıtlı yahut kasıtsız (bilerek veya bilmeyerek)
yapılan iyi veya kötü bütün eylemlere ad olmasıyla açıklayabiliriz.
İnsanların fiilleri iyi ve hayırlı (fiil-i hayr) veya kötü (fiil-i şer)
olabilir. Fakat Allah hayatımızın her safhasında ve daima iyi fiillerin öznesi
olmamızı emir ve tavsiye eder. Hayrın tercih etmemizi hatırlatır:
“Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir.” (2/Bakara 197)
‘Fiil’e göre kapsam alanı daha dar olan ‘amele’ ise ‘fail’in bilerek ve
isteyerek (şuurla) yaptığı fiillere denir. “İş yapmak, çalışmak, bir eylem
gerçekleştirmek” anlamında masdar olarak kullanılan ‘amel’, sözlüklerde
maksatlı iş, niyet, çalışma, fiil, meşgale, hareket, davranış, uygulama,
tatbik, icra, ibadet, meydana getirilmiş eser gibi temel ve yan anlamlarla isim
olarak karşımıza çıkar. İmal ile aynı kökten gelen ‘amel’ günlük hayatta
karşımıza daha çok ‘amel defteri’ tamlamasıyla çıkar ki bundan kasıt,
“insanların amellerinin, iyi ve kötü fiillerinin kaydedildiği”, Allah katında
değerlendirildiğidir.
Bununla birlikte insanlar amel tercihinde serbest bırakılmıştır. Yani amelini
iyi yahut kötü yönde icra etme keyfiyeti kişinin kendisine kalmıştır. Fakat
Allah bizim meşru ameller yapmamızı ister. Eğer tercihimiz ‘meşru’ ise biz buna
‘salih amel’ deriz. Allah’ın emirlerini yerine getirmek ‘salih amel’in en somut
örneğidir. ‘Amel-i salih’ ifadesi Kur’an’da 100 civarında ayette ‘iman’ ile
birlikte ve kurtuluşun (necat’ın) ön şartı, hazırlığı olarak kullanılır:
“İman edip salih amel işleyenlerin,
namaz kılıp zekât verenlerin Rableri katında mükâfatları varadır.” (2/Bakara
277)
“Gerçek şu ki, insan ziyandadır;
meğerki imana erip doğru ve yararlı işler yapanlardan olsun. Ve birbirlerine
hakkı tavsiye edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden…” (103/Asr 2-3)
‘Yapmak’ karşılığındaki üçüncü kelime olan ‘Sanea’ bir fiili icat etmek,
güzel ve faydalı bir şekilde icra etmek anlamına gelir. Buna göre ‘sanat’ estetize edilmiş yaratma ve
oluşturma faaliyetleri olarak hiçbir şekilde ‘fiil’ kavramı kadar geniş bir
alanı kapsamaz.
Kur’an’da ‘sanea’ fiili sadece iki ‘fail’e bağlanır: Allah ve insan.
“Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır.” (27/Neml 88)
Buna göre Allah ‘Sani-i hakîkî’dir. İnsan ise onun yeryüzündeki ‘kalfa’sı,
yani ‘halife’si kabul edilmelidir:
“Bizim gözlerimiz önünde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap.” (11/Hûd 37)
“Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik.” (21/ Enbiyâ
80)
Buradan hareketle, hadisimizdeki ‘sağlam’lıkla ‘iyi’liği daha net
okuyabilir, yaptıklarımızın nitelikçe ve estetik bakımdan üstün olmasına azami
gayret sarf edebiliriz. Zira bunlardan sorumlu tutulacağımızı da biliriz:
“Allah yaptıklarınızı bilir.” (29/Ankebût 45)
Bu noktada sanırım sanat erbabının hangi ölçü ve denge çerçevesi içinde
hareket edeceği de ortaya çıkmış olmalıdır: Sani-i Hakîkî’nin ortaya koyduğu
kıstaslara göre ibda ve inşa faaliyetinde bulunmak…
‘Yapmak’ kavramının fiil, amel ve sanat şeklinde karşımıza çıkan hayatî üç
karşılığının pratik hayatta nasıl algılandığı da önemlidir. Bunun için fıkıh
adamlarının insan faaliyetlerini genel olarak nasıl değerlendirdiklerine dair
tespitlerde bulunmak gerekir. Bu konuda fıkhî kitapların iki ayrı kavram üzerinde
durduklarını görürüz: Âdet ve ibadet. Âdet, alışkanlıklara ve geleneklere bağlı
olarak ve genellikle bilinçsizce yapılan faaliyetler için kullanılır. Âdette
zaruretlere bağlılık veya gelişigüzellik göze batar. Oysa ibadet bilinçle,
basiretle, belirli bir dayanağa bağlı olarak ve meşru bir şekilde yapılanları
ifade eder.
Şu halde bir Müslüman bütün fiil, amel ve sanatlarını, velhasıl bütün yapıp
etmelerini ibadet bilinciyle icra etmelidir. Aslında bu bilinç, beşeri
insanlaştıran ve akabinde mü’minleştiren bir noktaya tekabül eder.
Buraya kadar yaptığımız muhakemeden de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber,
her daim olduğu gibi, bu sözüyle de vahyin aynası olmuş, Allah’ın kelamını
kendi lisanıyla insanlara aktarmıştır. Bu aktarımı ile işini layıkıyla
yapanlardan Allah’ın hoşnut olacağını müjdelemiştir.
Peki, sonsuz merhamet sahibi olan Allah’ın hoşnutlukları takva sahibine
nasıl dönecek?
Vahyin diliyle noktalayalım:
“… İmana erip yararlı ve doğru işler yapanları içlerinden ırmaklar akan
hasbahçelere koyacağız, orada sonsuza kadar kalacaklar. Bu, Allah’ın gerçek
vaadidir. Kimin sözü Allah’ın sözünden daha doğru olabilir?”(4/ Nisâ 122)
KAYNAKÇA:
Hazreti Muhammed Mustafa, Muhammed Heykel, (Çev: Ömer Rıza Doğrul), İnkılâp
Kitabevi, İst., 1985.
Kelâm Terimleri Sözlüğü, Bekir Topaloğlu - İlyas Çelebi, İsam Yay., İst.,
2010.
Kur’an Mesajı, Muhammed Esed, (Çev: Cahit Koytak-Ahmet Ertürk), İşaret
Yay., 2000.
Müfredât, Rağıb el-İsfehani, (Çev: Abdulbaki Güneş-Mehmet Yolcu), Çıra
Yay., İst., 2007.
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ferit Devellioğlu, Aydın Kitabevi,
Ank., 1982.
Türkçe Sözlük, D. Mehmet Doğan, İz Yay., 1996.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder