30 Ocak 2021 Cumartesi

VBB

Vitrindeki boş biçimi düşün Samsun asfaltında hizaya duran Tiksinç oluyor böyle zamanlar Ankara'yı kırana vuran İmrül Kays'a giydirilen zehrin Deseni dönüyor sanki havada Nasıl dayanıyorsa şair buna Pes etmiyor gerçi Ne sis ne pusa Vadideki dönme dolap gibi Dönüyor günler boşu boşuna Karşı tepeden bakıyor şiddet Kapılıyor korkuya Çünkü tank palet fabrikası Kuruyor zihninde daima Vesveseler toprağını suluyor Kanlar döküyor rüyası Vitrindeki boş biçimi düşün Ank., 30 Ocak 2021

28 Ocak 2021 Perşembe

ŞAİR EŞREF'TEN YENİDEN-7

Her taraftan kat-ı ümmid eyleyen bir âdemin
Hasb-ı hâli arşa doğru nâle-i cangâh olur;
Müddeîsi Padişah olsa da ger bir kimsenin
Hâkimi rûz-ı cezada Hazret-i Allah olur.


YENİDEN

Her şeyden umudunu kesen bir kişinin
Dert ortağıdır sadece
göğe yükselen iniltileri.
Hele ki dava etsin padişah efendi böylesini
Allah olur kıyamet günü
Mazlumun hâkimi pek tabii...

İzmir, 1984




25 Ocak 2021 Pazartesi

YKY KİTAP-LIK 195. SAYI, ŞİİR...

Derginin kapağında “Şiir” şu isimlerle takdim edilmiş: Nihat Ziyalan, Yüksel Pazarkaya, Metin Celal, Mehmet Yaşın, Fergun Özelli, Hakan Savlı, Melih Elhan, Murat Üstübal, İdris Özyol, Osman Özçakar, Murat Çelik, Senem Gökel, Ali Erbil, Emin Kaya… 14 İsim… Okudum, hepsinin ortaya koyduğu metinleri elimde kurşunkalem, başlığına bir tik atmak, önemli bulduğum dizelerin altını çizmek için. Bir yerde iğne yerine geçti kalemim. Kuyu kazıyorum! Nihat Ziyalan’ın iki şiiri var dergide. “Neredeydi Gölgesi Yatağımız Olan Orman”. Bu başlık iyi mesela. Alt tarafı olmasa, yani metin, bu yeter. Fakat şöyle dizeler de var: “senden bir haber mi havada”, “su yumağı örülü soluğumuz/çözüldükçe bülbül olup şakıyor”. (s. 22) Diğer metninde kaya yahut dağın kişileştirilmesi dışında ne var? İlhan Berk’in pastoral havalı sesi el ediyor biraz…

Metin Celal “Kendi Kaderini Tayin Hakkı” şiiriyle yer almış Kitap-lık’ta. Fakat aldık elinden bu hakkı, şiirin. Okur olarak, bir iki kelam edecek kadar en azından. Metinde sıradan olanın ötesine geçen ilk dizeyi üçüncü bendin ilk dizesinde buluyoruz: “Sesin paslı bir kilitte sıkışmış anahtar”. (s. 24) Ve bu kadar! Derginin farkındalık oluşturan metni Fergun Özelli’nin kaleminden çıkmış. “S” başlıklı metin, “s” ile başlayan kelimelerin birleşiminden müteşekkil. Bu orijinal bir şey değil tabii ki. Ama bu sayıda bir farklılık. Estetik değer bakımından neyi var? Mesela “s” aliterasyonu oluşturuyor mu en azından? Yoksa itici bir kakafonya anıtı mı dikilmiş? Buyrun, karar verin, birkaç dize:
“savaşıp savuşturdum sadist safraları
sağ salim soyundum sanayi sargısından
selülüz sandalım, sarımsak sigortamla
sarstım, sulhsever sedirli sinemaları
sürgün suretim, salgın sevgim, sahici simamla” (s. 26)
Hakan Savlı’nın “Yüzün” şiirinden şu dizeleri beğendim:
“ben senin girdabınla yüzüne karışırdım //
Bana tozlu bir köyün ilk sokaklarıydı yüzün
Loş koridorlardan, uzun hiçlikten
Beni toplar, kırlara
Öylece bırakırdı” (s. 30)
İdris Özyol, “Üşüyen Sinan” şiirinde “baktığım şehirler ürperme haritası”, “sevdiğim kadınlar kırılma kitabı”, “üşüyor çöllere senin gibi bakanlar/konuştuğum dil susma sözlüğü” (s. 36) gibi dizelerle bir imgeyi tekrarlamış, fakat fena da etmemiş…
Senem Gökel’in “Venedik Surlarında Yürüyüş” şiirinin girişindeki şu nükte benim Köpekler Lügati için materyal olabilir: “Surların aşağısında/çocuklar köpekleri kovalıyor/köpekler köpekleri” (s. 44) Ankara, 25 Ocak 2018

24 Ocak 2021 Pazar

AKKÖPRÜ'DE TEK GÜVERCİN

Akköprü'de ak güvercin Nağme vurur yüzlerime Kanat çırptım onun için Kara taşa ağıt yazdım Atıf yaptım meydan ile Öte geçip koşup gittim Dili bozdum caka sattım Çatım kaştım kin üstüne Gönül sazım sükut kızı Her daim çün kan ayazı O halde isyan denilsin Akköprü'de tek güvercin Ankara, 21. 01. 21


23 Ocak 2021 Cumartesi

ŞİİRDEN GÜNLER-4

 İZMİR, 4 TEMMUZ 1985, ERGÜL ÇETİN’İN “BİR AVUÇ KUM”U…

 Yalnızlığım, Kayıp Şiirler ve Güneyde Bir Kasaba ara başlıkları altında 32 şiir var Bir Avuç Kum’da (Yarın Yay., Ank. 1984). Kitaptaki şiirler 1975-1981 yılları arasında yazılmış. Fakat 1981 haricindeki yıllarda yazılanlar hayli az. Mesela 1975’ten tek şiir var. Pek çoğu ise 1981’li. Bu demektir ki, Ergül Çetin 12 Eylül’den hemen sonraki aylarda şiirle dopdolu bir hayatla hemdem olmuş. Bunun bir anlamı da şu oluyor: Darbenin maruz bıraktığı bir hayat yansıyor burada. Bu yansımanın niteliğine dair tespitlerim var:

Kitaba ‘Neruda’lı bir şiirle başlamış şair. Pablo Neruda hayatı, dününce dünyası ve şiirleriyle diri bir isim. Şair öznenin Şili’nin bu abidevi şairiyle söyleşir gibi yazdığı metinde –aynen Şili’de olduğu gibi, burada da (Türkiye’de)- leylakların kana bulanmış olması, tabutlara takılması darbenin kıyıcılığıyla ilgili okunabilir ancak.

Çetin’in şiirlerinde, ama özellikle 1981’li metinlerinde bir özgürlüğe karşı duyulan özleme dayalı bir umutsuzluk, yoğun bir yalnızlık, gelecek güzel günlere kaçış, gerçeklerden bir uzaklaşış baskın temalar olarak karşımıza çıkıyor. İşte birkaç örnek: “Kanıt” şiirindeki “öpüşür gibi ölünüyor özgürlük için” (s. 11), “Not Düşmek”te “belki bir daha görmeyebiliriz beyaz bahar bulutlarının/üstünde parlayan güneşi böylesine taze böylesine canlı” (s. 14), “Ama”da “atıyorum işte ilk adımımı karanlığa/benden başka da atan yok biliyorum/ister bir uçurum olsun, ister bayır/kalamam artık, hayır.” (. 27)

Yarın gibi görece bir diri gençlik dergisinde de şiirlerini okuduğumuz Ergül Çetin’in dile getirmeye çalıştığım tutumu üçüncü bölümde doruğa çıkıyor. Üstelik daha bölüm başlığı ile: “Güneyde Bir Kasaba”. Gelişigüzel diyebileceğimiz bir seçimle yaptığımız şu dizeler de kaçıştan ziyade bir sığınışı imliyor: “Yosun ve tuz kokuları” (s. 31),, “dalgaların dövdüğü kıyılar”, “ıslak kum” kokan giysiler (s. 32), “denize doğru kıvrılıp giden yol” (s. 33), “martıların yumuşak kanat seslerine gömülüyor dünya” (s. 34), “tuza köpüğe karışıp deniz olacağım” (s. 40), “zaman/yağmurun yumuşacık yağışı gibi/martıların dalgalarla sevişmesi gibi/gürültünün içinde/sessizce geçer/zaman/hiç geçmeyecekmiş gibi geçer burda” (s. 48), “ölürsem/bir deniz köpüğüne/sarın beni/gömün beni/akdeniz mavisine/akdeniz mavisine” (s. 54)…

Bir Avuç Kum’un en savaşçı şiiri ise bence 1979 tarihli “Bir Ayrılık Şiiri”. Kendisine “gitme” diyen sevgiliye şöyle sesleniyor şair öznenin dinamik sesi: “ama gene de sen/uğurlamalısın güler yüzle beni/öpmelisin bir şafak gibi yanağımdan/güle güle demelisin kederime aldırmadan/çünkü ayrılıklar kavuşmalar getirir/ve yeni kavgalar” (s. 22). Bu, devrin savaşçı ruhuna uygun romantik bir devrimcinin söylemidir.

Gelelim diğer tespitlerimize: Diğer sosyal mücadele şairleri gibi sevgililer aşkı yanakta görünür kılıyorlar. Hemen üstteki dizelerde gördüğümüz bu husus “Üzgün” şiirinde de var: “gözyaşlarından bir yol bile bırakmadan/yanağında bir yârin/nasıl nasıl geçip gittin/en güzel günleri ömrümüzün” (s. 24)

“Akdeniz Çeşitlemesi”ndeki şu iki dize, sanki halk şiirinden (Köroğlu’dan mı deseydik, tabii dönüşerek?!) kopup gelmiştir: “yayla yolu büküşlü/keklik sekişli türküler” (s. 36)

“Eskil” şiirindeki “hayranım/asırlık bir halıya/nakış nakış işlenmiştir çünkü alnına/ak yüzlü/al basmalı kardeşleriminiz çilesi” (s. 38) dizeleri ise Anadolucu şairlerden bir yansıma gibi duruyor.

Ergül Çetin toplumculuğun sancılarını çeken bir şair. Bir yanıyla ‘yoksul halk’ın şairi, bir yanıyla topluma dayatılan ‘birey’selleşmenin… Şiiri, üç beş yıldır bu ikileme zorlanan insanımızın şiiri…

Not: Bu yazı ilk kez "insaniyet.net"te yayımlanmıştır.

20 Ocak 2021 Çarşamba

ÜMİT AKTAŞ "KORKU ISLIĞI" ÜZERİNE YAZMIŞTI: "ŞİİRİN DİRENİŞİ"NDEN

Her şeye rağmen şiir direnişini sürdürmekte ve o bu direnişini sürdürdükçe, “insan”ın direnişinin asla sona ermeyeceğine dair olan umudumuzu da kaybetmemekteyiz. Şiir çünkü, hakikate çağıran bir sesleniş olarak, her daim teyakkuz halinde olmamızı hatırlatacaktır bize; bir insan olmaklığımıza dair o basit gerçekliği duyurarak, zalimler ve baştan çıkarıcılara karşı uyararak. O zaman demekteyiz çok şükür, daha umudumuz sona ermedi, birileri o ilahi esintiyi duymakta; duymakta ve duyurmakta bildiklerini. Daha okurken ilk dizeleri çarpmaya başlamakta kalbimiz, tıpkı bir vahyin inişini duyarmış gibi ya da yağışını rahmetin. 

“Onurlu bir insana layık bir hayatı hak etmek için, bütün o zorlu geceleri bıkmadan usanmadan çalışarak geçirdim.” Antara’nın bu dizeleri kendisine okunduğunda, Peygamberimizin şöyle söylediği rivayet edilir: “Bir Arabın övülmesi bende hiçbir zaman onu görme arzusu uyandırmamıştı; ama vallahi bu şiirin yazarıyla buluşmak ve tanışmak isterdim.” (İslam Düşüncesi, İkbal, Külliyat Y.)

Şiirin poetikası üzerine de çalışmaları olan Cevat Akkanat, “Korku Islığı”nda (Lika Kitaplığı) nasıl da dile getirmekte o delişmen sevdalar gibi onurun ve direnişin şiirini; damarlarda zonklayan o serazad gençliği:

“bu günleri de gördük, ne mutlu bize diyeceğimizi sanmıyorlardı. “çökümleri yaşayacaksınız diyorlardı bizler için. Düşmanlarımızdı onlar ve tümü, böyle derken, isteklerini dile getiriyorlardı./bilmiyorlardı. (bitki bilim kitapları yoktu ve bilmiyorlardı çekirge parmağı gülümüzün varlığını.) bu yüzden de, çeneleri koparcasına bağırıyorlardı: çökümleri yaşayacaksınız!… biliyoruz unutmamamız gerekiyor geldiğimiz yoldaki ölenlerimizi ve unutmamamız gerekiyor sevgilim/utkumuzun temelinde kendimizi büyük meydanlarda asabilmeyi göze almış olmamız yatıyor, unutmamalıyız…/haydi bu günleri de gördük, ne mutlu bize.”

“ey eylem getiren güzellik/sürgit gül açılmışlık/doğru dünyası imgenin…”

“uçarı şiirlerimden seçtim aşk şarkılarımın sözlerini/tüm sanat dallarından salkım saçak dağlarca/aydınlatıcı-acısız ve gülüşlü-bilgi parlayan…”

(...)

(Ümit Aktaş'ın yazısının tamamı için: Tıklayınız!)

14 Ocak 2021 Perşembe

AYIN ŞİİRİ: YÜKSEL PAZARKAYA'NIN "BİLDİRİM 2020"Sİ

                         Behçet Necatigil’in sevgili anısına

Yılgın yorgun bir yaz
Temmuz ortası korku ayaz
Karga martı vurdumduymaz
Kelebek lavantasız
Arı çelimsiz
Karınca bıkkın

Asma küllendi
Badem erik boş verdi
İncir ceviz incindi
Sinek dadandı zeytine
Ayva nara gün vardı

Çimen sarardı
Ağaç utandı

Biz biz değiliz
Şiirsiz kaldık.

(Yüksel Pazarkaya, Varlık Dergisi, S. 1359 [Aralık 2020], s. 56.)

Yüksel Pazarkaya, Eskişehir-Sivrihisarlı bir ailenin çocuğu olarak 1940’ta İzmir’de dünyaya gelir. Liseyi bitirdikten sonra, kazandığı bir öğrenim bursu ile 1958’de Almanya’ya giden Pazarkaya, orada kimya, edebiyat, felsefe öğrenimleri görür; tiyatroculuk ve radyoculuk yapar, dergi ve gazete yayımlar. Stuttgart Üniversitesi’nde Türkçe, Almanca, Alman edebiyatı, Türk edebiyatı ve felsefe hocalıklarında bulunur. Bir süre konuk hoca olarak Amerika’daki bazı üniversitelerde de dersler verir. Şiir, öykü, roman, oyun, deneme, monografi, senaryo, çocuk edebiyatı türlerinde eserler veren Pazarkaya, Almanca’dan Türkçeye ve Türkçe’den Almancaya yaptığı çevirilerle iki dil ve kültür arasında hatırı sayılır bir birikim oluşturmuştur.

Eserleri 1960’tan itibaren Türkiye ve Almanya’daki çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan Pazarkaya, bir dönem dünya çapında varlığını sürdüren Somut Şiir akımının tek Türk temsilcisi olarak tanınmıştır. Bu bağlam üzere, şiirleri pek çok dünya ülkesindeki antolojide yayımlanmış, bu arada eserleri Yunanca, Fransızca, İngilizce ve Hollanda diline çevrilir. Aldığı edebiyat ödülleri bir yana, 1986’da Almanya Cumhurbaşkanı Liyakat Nişanına layık görüldüğünü de belirtelim.

İlk şiir kitabı Koca Sapmalarda Biz Vardık’ı 1968’de yayımlayan Yüksel Pazarkaya’nın şiirini 1983’te, aynı yıl Yazko’dan yayımlanan Sen Dolayları adlı kitabı ile okumaya başladım. Sonraki yıllarda zaman zaman şiirlerinde konakladım. Sen Dolayları’yla ilgili aldığım okuma notlarını değerlendirdiğimi hatırlıyorum. Divan ve halk şiirleriyle sentezlenmiş modern bir şiir vardı orada. Yunusane bir söylemle, çağımıza yeni bir gönül dili sunuyordu.  “Ben”le “Sen”i sevgi ve özlem temaları eşliğinde özdeşliğe sevk ediyordu.

Pazarkaya’nın “Bildirim 2020” şiirini okurken ister istemez onun Somut Şiir akımı ile olan ilgisini hatırlıyorsunuz. Bu akıma bağlı tek şairimiz üstelik. Dahası bir de kitap yayımlamış Somut Şiir (Açı Yay., İst., 1996) başlıklı.

Bildirim 2020”yi neden Somut Şiir ile ilişkilendirdiğimi açıklamadan önce, gelin neymiş bu akımın özellikleri, görelim.

Somut Şiir akımı, bir İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşumudur. 1950’lerden başlayarak 1970’lere kadar güncelliğini korumuş olan bu akım, pek çok ülkenin şairlerini etkilemiş. 

Almanya’da doğup dünyanın pek çok ülkesinden şairi etkilemiş olan bu uluslararası şiir akımının oluşumunda İtalyan Fütüristlerin, Rus Formalistlerin ve Alman Dadacıların etkilerinden söz edilse de, bu akımın çıkışındaki asıl muharrik unsurlar, İkinci Dünya Savaşı ve Nazizm’dir. Şöyle ki, İkinci Dünya Savaşı sürecinde dil bir propaganda aracı olarak kullanılmış, Nazizm lehine yozlaştırılmıştır. Nazilerin bu politikalarına karşı, savaş sonrasında hayat yeniden kurulurken, sanat, edebiyat ve bilim insanları dili de yeniden kurmak için arayışlara girişmişlerdir. Bu bağlamda Almanya’da “sıfır yılı” kavramı ortaya atılır. Bu, her şeye sıfırdan başlamanın ifadesidir. Ama özellikle dile, edebiyata. Çünkü dilin kendi geleneği sonucu oluşturduğu çağrışımlar, anıştırmalar, yan anlamlar, Nazi politikaları ile çarpıtılmış, saptırılmış, soysuzlaştırılmıştır. Dolayısıyla Alman yazarlar için artık bu dil bir ayak bağıdır. Bu durumu Adorno’nun “Auschwitz’den sonra şiir yazılmaz” demesiyle; bir şiirinde Brecht’in artık ağaçlardan söz etmenin “cürüm” olduğunu dile getirmesiyle net bir şekilde açıklayabiliriz.

Bu bağlamda Somut Şiir, “dili salt kendine indirgeyerek, dilin en tekil, en yalın yapıtaşlarından başlayarak” işe girişmiştir. Yani “a a’dır, a’dan başka bir şey değildir.” Yahut Somut Şiir akımının ilkelerini ortaya koyan Max Bense’nin ifadesiyle “Yalnız cam cam gibidir.” Fakat bununla sınırlı değildir tabii. Dilin en küçük unsurlarından başlayarak, onu yeniden yükseltmenin peşindedir Somut Şiir. Bu arada biri sese diğeri görsele yaslanan iki kolu olmuştur Somut Şiirin. Fakat her ikisinde de sosyal bir karşılık söz konusudur. Eğilimi daha çok görsele olan Pazarkaya, zamanla yaptığı farklı arayışlarla sanatını geliştirir, dönüştürür. Bununla birlikte, tek harflik görsel şiirlerinde bile “i noktacığı” olarak adlandırılan en küçük, en dip, en ince ayrıntılara kadar inme fikrini daima canlı tutmuştur.

Pazarkaya’nın şiirlerinde bu ölçütlerin önemli bir yer tuttuğu aşikârdır. Bunu teorik söylemlerinde de ifade eder. Mesela, şiirin gücünü küresel bir güç olarak görür. Özellikle negatif siyasî güç odakları hedefindedir. Şu tespitleri yapar: “Yöneticiler elinde pusulasını yitirmiş dünyamızı, şaşkınlığından kurtaracak gereç olmalıdır dil.” “Şiir, önce dili bu boyunduruktan kurtarmak zorundadır.” (Pazarkaya: 1996/47) Mademki negatif güç odakları dilin çağrışım imkânlarını kötürümleştirerek dili usdışı duygusallıklar içinde boğma eğilimine girmekte, dolayısıyla şiir negatif bir işleve sahip olmaktadır; öyleyse, şirin işlevini tekrar dinamik kılmanın yolunu bulmalıdır.

Bildirim 2020” şiirini bu bilgiler doğrultusunda okuyabiliriz. Öyle sanıyorum ki bugün 80 yaşında olan bir şairi, dipdiri, taptaze bir şiire imza attıran şeyler arasında, onun böylesi bir birikime yaslanıp kendisini sürekli yenileyebilmesi ve bu dinamik süreci sağlam bir tarih bilinci ile sentezleyebilmesi vardır.

Şimdi gelin başlığından başlayarak şiiri yorumlamaya çalışalım. Evet, “Bildirim 2020” başlığında bir tarihlendirme söz konusu. “Bildirim” göstergesi de bir durum tespiti yapılacağını ifade ediyor. Şöyle diyebilir miyiz: Nasıl Nazizm ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya için bir “sıfır noktası” idiyse, 2020 de aynı noktaya tekabül eder. Çünkü dünya 2020’de gelmiş, tekrar sıfır noktasına oturmuştur. Bu panoramayı hazırlayan etkenler arasında Covid 19 salgını en başta sayılabilir. Fakat bu belaya yataklık yapan diğer etkenleri de bir kenarda tutmak zorundayız. Dünyaya nizam intizam vermeye çalışan emperyalist güç odaklarını, onların uluslararası ve yerel ölçekli mütekebbir destekçilerini bir şekilde dillendirmeden geçemeyiz. Şiir bağlamında bunlara, Türkiye’de çok rahatlıkla tefrik edilen zalimane dili de eklemek gerekir.

Şiirin ithafına gelelim. “Behçet Necatigil’in sevgili anısına” ithafı, tespit edebildiğim kadarıyla, Pazarkaya’nın Behçet Necatigil’e yaptığı ikinci ithaftır. Şair, 1988’de yazdığı Akşam Gizler Halini Dünya” şiirini de aynı ithafla başlatır. O şiirde, “Kim ürkmez seyredip/İnen akşamı –ne yol ne derya/başlar gizlemeye senden bile/Halini dünya.//Gösterecek neyi kaldı/Sen gittin gideli/Son sayfası açık ve noktasız/O İstanbullunun not defteri/ (…) Yiten günlerin peşindeler/Ve giden İstanbul’un/İnen akşamla biten dünyanın” der (Ercan: 2010/93). Necatigil’in şair için önemli bir yer tuttuğu ortada. Nitekim bunu birçok yerde dile getirir. Sözgelimi bir yazısında “1972 yazı, benim için çok yoğun bir Necatigil rahle-i tedrisatıyla geçti. Bu yaşamımın en unutulmaz yazıdır. Onun insanlığa, şiire yazına hikmetli bakışı, şiiri yazını bir sonsuz ırmak olarak bilip, bu akışın kesilmemesi için özellikle gençleri –en ufak bir cevher bulduğunda- desteklemesi, özendirmesi yüz yüze tanışmamızdan çok önce beni etkilemiş ve onun kişiliğine derin bir saygı ve sevgi oluşturmuştur bende.” (Ercan: 2010/178) şeklinde anlatır. Gerek bu satırdaki bahisler gerekse ilk ithafın yapıldığı şiirdeki göndermeler, Necatigil’in temsil ettiği dünyanın alametleriyle donanmıştır. Dahası, 2020’de gelip dayandırıldığımız sıfır noktası, bu donanımları sıfırlamıştır. Sözgelimi, “Akşam Gizler Halini Dünya”daki “Gösterecek neyi kaldı/sen gittin gideli” dizeleriyle, “Bildirim 2020”nin “Biz biz değiliz/Şiirsiz kaldık” dizeleri arasında dolaysız bir ruh bağı vardır. Bu arada, Pazarkaya’ya göre Behçet Necatigil, Kareler adlı kitabındaki şiirleriyle teori, biçim ve içirik bakımından Somut Şiire benzerlikler göstermektedir. İthafın bu anlamda da bir karşılığı olmalıdır.

6-5-2-2’li bent ve beyitler olmak üzere toplam 15 kısa dizeden oluşan şiirinde Pazarkaya, ele aldığı canlı veya cansız varlık veya nesnelere “yılgın yorgun”, “korku ayaz”, “vurdumduymaz”, “lavantasız”, “çelimsiz”, “bıkkın”, “küllendi”, “boş verdi”, “incindi”, “sinek dadandı”, “sarardı”, “utandı” gibi edilgen hal ve fiilleri atfediyor. Böylece, 2020’nin bizzat kendisinden başlayarak, yaza, temmuza; karga, martı, kelebek, arı, karınca veya asma, badem, erik, incir, ceviz, zeytin, ayva, nar, çimen, ağaç gibi bilumum canlılarına sinen, sindirilen ruh halini görselleştiriyor. Bu görselliği sesle donatmayı ihmal etmiyor elbette. İlk bentteki “yaz/temmuz/ayaz/vurdumduymaz/lavantasız/çelimsiz”; ikinci bentte ve müteakip beyitteki genel “-di” redifi ve buna bağlı olarak farklı dizelerde karşımıza çıkan “-r, -n, -in” seslerine dayalı uyaklar, söz konusu ses donanımını sağlayan unsurlar. Bu görüntü ve ses yoğunluğu içinde “Bildirim 2020” vurucu bir sonu imliyor: “Biz biz değiliz / Şiirsiz kaldık.”

Şöyle bitirelim: Yüksel Pazarkaya bir mülakatta şiiri ve şairliği üzerine sorulan bir soruyu yanıtlarken söze şöyle giriyor: “Thukidides’in Herodot karşısında bir tavrı vardır. Herodot, masal ve söylenceye dönüştürmüştür tarihi, der. Bense, gerçeklerin tarihi yazıyorum, yani yarın için yazıyorum der.” (Ercan: 2010/177)  Bildirim 2020” sadece insanlığı değil, bütün uzuvlarıyla dünyayı “sıfır noktası”na getiren gerçekleri kaydediyor ve yarınlara aktaran edebî bir tutanak haline getiriyor. Yarınların umudu oluyor…

KAYNAKÇA:

Enver Ercan (Haz.), Yüksel Pazarkaya, Sözcüklerin Doğasında Gezinmek, Tüyap Yay., İst., 2010)

http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/pazarkaya-yuksel [Erişim tarihi: 25.12.2020]

https://www.biyografi.info/kisi/yuksel-pazarkaya [Erişim tarihi: 25.12.2020]

https://www.biyografya.com/biyografi/9920 [Erişim tarihi: 25.12.2020]

İnci Pazarkaya (Haz.), Dilin Çağrısı, Yüksel Pazarkaya’ya 50. Sanat Yılında Armağan, Tüyap Yay., İst., 2010.

Yüksel Pazarkaya, Sen Dolayları, Yazko Yay., İst., 1983.

Yüksel Pazarkaya, Somut Şiir, Açı Yay., İst., 1996.

Yüksel Pazarkaya, Varlık Dergisi, S. 1359 [Aralık 2020], s. 56.

(Bu yazı ilk kez, İktibas Dergisi, S. 505 [Ocak 2021], s. 62-64'te yayımlanmıştır.) 

Bu serinin diğer yazıları için tıklayınız

13 Ocak 2021 Çarşamba

FİLMİN BİR KARESİ

Cesetler kralını betimleyeceğim Onu ve cenaze tanrıçasını Onları kaçarken başkentten Bir film karesi kadar Trajik yapacağım Ardısıra Libitina gidiyor Cesetler kralı en önde Nikahlayalım birini diğerine Son nefeslerini versinler Alçaklar el ele Ellerinde yumurta Çürük domates Maktulleri kralın Tanrıçanın tabutları Nasıl da kovalıyor Bir film işte Böyle bitiyor. Ankara, 13 Ocak 2021

11 Ocak 2021 Pazartesi

ŞAİRİN DİNİ

Resmen ve genel havasıyla, şaire olumsuz kefenler biçilen bir kara parçasının kirli atmosferinde hayat hakkı kazanma savaşımı verip dururken, yanı başımızda, bize güç verecek edebî kaleler buluvermemiz ne tatlı şeymiş! 

Bunlardan birisi: “Şairin Dini” adıyla, kitap raflarından masamıza iniverdi. Tagore Rabindranath (1861-1941) imzalı bu kitabı Hikmet Hikay tercüme etmiş, Kaknüs Yayınları (İst., 1999, 78 s.) ise yayımlamış. 

Tagore Hint edebiyatının önemli şair ve yazarlarından birisi. Klasik Hint edebiyatının son büyük temsilcisi olması, onun devrimci kişiliğini sınırlamaz: Büyük bir bağımsızlık savaşçısıdır. Şiir, hikaye, roman, oyun ve toplumbilimsel yazılar yazar. Müzikle ilgilenir. Batı dünyasıyla ilgili araştırmalar yapar. Ama öncelikle bir şairdir Tagore. Şiirlerindeki genel temalar ise, “insan ve doğaya karşı mistik bir sevgi ve halkın çektiği acılar”dır. Bunu özellikle seçip öne çıkarmamızın sebebi, elimizdeki kitaba da aynı manzaranın hâkim olmasıdır. 

Elimizdeki kitaba (ve ‘Giriş’ yazısına) “Varoluşumu duyumsamak için en ufak bir çaba sarfetmem.” cümlesiyle başlayan ve bunu, “Benliğimde uyuklayan bir vahdet gizi vardır” diyerek açıklayan yazar, eserinin satır aralarında sözkonusu “gizi” de ifşa eder: “yaratıcı”. 
Birbirine yakın duran altı ayrı denemeden oluşan eserin ilk yazısı kitabın adı olmuş. Yazar burada bir yandan edep, nezaket, sabır, nefis terbiyesi gibi ahenk oluşturan kavramların vahdetî çizgi içindeki yerlerini işaret edip öne çıkartırken, diğer taraftan da bu çizginin karşısında yer alan madde dünyasının trajedisi üzerinde durur: “Hayattaki trajediler kendi realitelerini ispat etmek için değil, sarsmış oldukları yaşama zevkini ispat etmek için gerçekleşirler. Benliğimizdeki vahdetin gayesi de sonsuzluğunu aşk yoluyla birleştirerek gerçekleştirmektir. Böyle bir birleşmenin önünde duran her engel sefalet doğurur, en sefil ihtiraslara yol açar.” (s. 10) “Haşin” madde dünyasından sakınan yazar “hayal” ve “şiir”in “hoşnut” edici ve “iman besleyen” atmosferine yönelir, okuyucunun yönünü “hakikatin” ve “güzelliğin” davetine döndürür. Dönmeyenleri ise uyarır: “Bu daveti kabul etmeye hazırlanmayan, güvenlerini şimdiki ‘makinenin zaferi’ sistemine bağlayan, beklemedikleri bu hürriyet alemdarını kabul etmek için fikir ve zaman harcamak istemeyen milletler, şimdiki servet ve kudretleri ne olursa olsun, hezimete mahkûmdurlar.” (s.25) 

“Yaratıcı İdeal” başlıklı yazısında sanatlardaki (şiir, resim) ölçü ve uyumdan yola çıkan yazar, “uygunluk kanunlarını bozma”nın sakıncalarından bahseder. Bu arada sanatçı ile sanatı arasına, ikisinin uyumunu bozacak herhangi bir etkenin girmemesi şartını öne sürer ve şiirin gayesini, “düşünceyi, günlük olayların çukurundan çıkarıp hürriyet semalarına yükseltmek” olarak açıklar. 

“Ormanın Dini” Hind medeniyetinin önemli ipuçlarını yansıtır. Onu Avrupa’yla karşılaştırır. “Denizi azgın bir atı idare eder gibi idare eden” Avrupalı bir tarafta, coğrafyasında hiçbir engelle karşılaşmamış olan ve “arkadaş” bir ormanla birlikte yaşayan Hindistanlı (Doğu) diğer tarafta: “Bizim için bu dünyanın yüksek gayesi bir yandan içinde yaşamak, onu tanımak, ondan faydalanmak; öbür yandan sevgimizin sahasını -hükmetme ve zorlama yoluyla değil, aramızda tam bir birlik kurmak yoluyla- genişleterek dünya ile kendi aramızda bir vahdet sağlamaktır.” (s. 39) 

“Doğu ve Batı” yazısında Tagore batının olumsuzluklarını dile getirir: “Batının bizimle münasebetleri hodbinlik ve istismar zihniyeti ile yoğurulmuştur. Bu münasebetlerde insaniyetten hiçbir iz görülmez.” (s. 53) Yazar, bir ara “vurmaya, kırmaya, yırtmaya muktedir iki kolu, yutmaya hazır bir ağzı, plânlar ve komplolar tasarlamakta mahir ve verimli bir dimağı” bulunan “dev cüsseli bir şeytan hayaleti”ni karşımıza çıkarır. 

İnsan haysiyetine yakışır bir dünyayı savunan Tagore, “Yeni Devir”de, bu haysiyeti kıran gelişmeleri anlatır: “Din denilen dünyaya şamil şahsiyet duygusunun kaybolması üzerine makine ve sistem saltanatı onun yerine güzelce yerleşmiştir; ve insan, insanlık bakımından, meskensiz bir serseri olmuştur.” (s. 69) Madde, menfaat, makine ve iktidar hırsı, bu son dönemin anlatımında kullanılan anahtar sözcüklerdir. 

Kitap içeriğine uygun bir yazıyla biter: “Özgürlük Ülküsü”. Bir alıntıyla noktalıyoruz: “Batı medeniyeti, zahirde hürriyet hissini veren fakat hürriyetin hakikatini nefsinde taşımayan bir faaliyet manzarası göstermekte ve bu suretle hem dahili hudutlarında, hem de hariçte esarete yol açmaktadır.” (s.78)

(Bu yazı Likâ edebiyat dergisinden alınmıştır.)

9 Ocak 2021 Cumartesi

YILIN BLOG YAZARI!

Türkiye Dergiler Birliği (TURDEB) bloğumuz vesilesiyle Cevat Akkanat'ı yılın blog yazarı seçti. 
Teşekkür ederiz.




7 Ocak 2021 Perşembe

GÖLGE ŞAİR TASARILARI-5

26

Bir başka çağ geldiğinde, onun şiirleri diyecekler, bize atalarımızın kırılganlıklarla pekişmiş azimlerini hatırlatır. İçimizdeki vicdanı, ruhumuzdaki isyanı onun şiirlerine borçluyuz. O aktardı bir kuşaktan bir kuşağa, olanı biteni. Yıkıntıları o birleştirdi, parçaları yüce bütünler eyledi. 

Atalarımızı, zalimin 'ötekisi' kılan hemen her şeyi, mermere yazar gibi kaydetti: Kaçları göçleri, kafilelerce ilticaları, süreğen sürgünlükleri, sokak yasaklarını, kontrol noktalarını, toplama kamplarını, kanlı katliamları, soykırım mekanizmalarını ve bütün bunlara dair kovmaları, kovuşturmaları... 

Ve devam edecekler: Yaşadıkları felaketlerin boyutlarına bakmadan, geri dönüşe, dirilişe can atan atalarımızın, zalimlerle yüzleşip amansızca hesaplaşma çabalarını da onun eserlerinde bulduk. 

Sükunet ehliydi onun anlatımına özne olan atalarımız. Sabrın ve bilenmenin timsaliydi. Damgalanmış olsa da bir dönem hayatları, belleklerine eni sonu yaşanacak vuslatı kazımışlardı. Onun eserlerinden anlıyoruz ki, mazlum atalarımız bugün adaletin mimarı. O ise, çağımızın Shulamit Haraven'i...

Benim de -atalarının anlatıcısı olarak- dahil edildiğim mazi anlatımı böyle devam edip gidiyordu. Haraven ile olumlu ve uyumlu bir şekilde benzerlik içinde görülüyordum. Gerçi ikimiz arasında pek çok harici fark vardı. Hatta içsel farklardan da bahsedilebilirdi. En önemlisi, Haraven şair değildi, bense şairim. (Said Jihad Eingedenken)

Ankara, 6 Ocak 2021











Shulamit Haraven


Serinin evveliyatı için tıklayınız: 

Serinin devamı için tıklayınız:

6 Ocak 2021 Çarşamba

NASILSINIZ?/KİTAP

NASILSINIZ?

blog/Kitap

CEVAT AKKANAT


Nasılsınız?, 1 Nisan 1998-1 Nisan 2004 tarihleri arasında 46 sayı yayımlanan L İ K    Edebiyat dergisi için yazılan aynı başlıklı önsözlerden oluşmaktadır. 

Ayrıca, tamamı işbu platformda farklı tarihlerde tek tek yayılanmış olup, linkler bu yayımlara aittir.

İÇİNDEKİLER

NASILSINIZ?/01 

NASILSINIZ?/02 

NASILSINIZ?/03 

NASILSINIZ?/04 

NASILSINIZ?/05

NASILSINIZ?/06 

NASILSINIZ?/07 

NASILSINIZ?/08 

NASILSINIZ?/09 

NASILSINIZ?/10 

NASILSINIZ?/11 

NASILSINIZ?/12 

NASILSINIZ?/13 

NASILSINIZ?/14 

NASILSINIZ?/15 

NASILSINIZ?/16 

NASILSINIZ?/17 

NASILSINIZ?/18 

NASILSINIZ?/19 

NASILSINIZ?/20 

NASILSINIZ?/21 

NASILSINIZ?/22 

NASILSINIZ?/23 

NASILSINIZ?/24 

NASILSINIZ?/25 

NASILSINIZ?/26 

NASILSINIZ?/27 

NASILSINIZ?/28 

NASILSINIZ?/29 

NASILSINIZ?/30 

NASILSINIZ?/31 

NASILSINIZ?/32 

NASILSINIZ?/33 

NASILSINIZ?/34 

NASILSINIZ?/35 

NASILSINIZ?/36 

NASILSINIZ?/37 

NASILSINIZ?/38 

NASILSINIZ?/39 

NASILSINIZ?/40 

NASILSINIZ?/41 

NASILSINIZ?/ 42 

NASILSINIZ?/43 

NASILSINIZ?/44 

NASILSINIZ?/45 

NASILSINIZ?/46 

Kapak: Mehmet Temelli

Adres:
P. K. 44, Yenişehir, 
Çankaya, ANKARA
www.cevatakkanat.blogspot.com
cevatakkanat@gmail.com

Ankara, 6 Ocak 2021


5 Ocak 2021 Salı

ÜÇÜNCÜ BOŞ Ç!

Papa’nın ileri geri tekellümü, akabinde yerli birtakım “mahdumu”nun ve müşrik odakların bir fırsatını bulup kürsülere topuk vurmaları, ağızlarına tutulan her mikrofona üfürmeleri, üstelik bu aşamalar sırasında burunlarından solumaları; bunlara ilaveten medyatik höykürmecilerin sürüler halinde hücuma geçerek kalemlerini kurşun edip saldırganlaşmaları, okuyucularımın gündemini ziyadesiyle meşgul etmiş olmalı. Bu konularda benim görüşüme müracaat etmelerinin başka bir açıklaması olabilir mi? Üstelik yoğun bir baskıyla karşı karşıyayım.

Şöyle ki: Şahsıma gönderilen pusulaları sümenaltı edeyim derken, çuvallara sığmaz oldular. Ceplerim deseniz, sormayın, gelen mesajları silmeye vakit bulamıyorum, hepsi iflasın eşiğinde. E-mail kutularım doldu, taştı, çöktü. Yenisini açsam, nasıl oluyorsa, bombardımana tutuluyorum. Soru üstüne soru, talep üstüne talep: “Sayın Boş Ç, kanaatiniz nedir?”

Kanaatim şudur: Bütün olup bitenler mevsimle ilintilidir. İki türlü mevsimden söz edilebilir elbet: Uzun süreli, kısa süreçli.  İlkine, bu yöre için, daimi mevsim de diyebiliriz, evveliyatı eski olup, koynunda menfur “şartlar” taşıdığını biliyoruz.  

İkinci mevsim, işte bu genel çerçevenin yavrusudur. Ara ara yoklar. Sıtma tutması gibi. Yahut sayıklama. Sıkışan gazın patlaması. Zayıflama emaresi gösteren elin kuvvetlenmesi gerekmektedir. Hurda teferruatları bir kenara bırakalım, kasti bir “zom”dur yapılan. Talan sofrası ortada. Bir miktar hedef şaşırma. Biraz gözdağı. Korkmalı rakip. Ürpermeli. Halka revadır bu.

Fakat tabii, bir yolunu bulup halk kalmaya razı olunmamalıdır, hizaya girmemelidir. İş olacağına varır. Dik durmalıdır. Bükülen bel onmaz. El öpen dudak kirlenir, lekelenir. Tuzağa düşen kuş, tuzak kurucu puşta yem olur. Ruh teslimiyete alışırsa sinikleşir, silikleşir. Bunları yapan insan ise, esarete düşer, hiçleşir…

Sözümü şöyle tamamlamak istiyorum: Yaka paça kartlarına teveccüh etmeyen, formasını fırlatıp atmış, çıplaklığı aşikâr olmakla birlikte ölçüsüz söz söylemeyen “Üçüncü Boş Ç” olarak bendenizin, ey okuyucu, son birkaç cümlesi: Bu tür konuları kendin oku! Ortamı kendin kokla! Durumdan vaziyet çıkaran odaklara kendin odaklan!

O zaman göreceksin, şikayetçi olduğun üstteki o tayyareler, nasıl da çakılıverecek yere!

(Bu yazı Likâ Edebiyat dergisinde (?) ve 5 Ekim 2006'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)

3 Ocak 2021 Pazar

NASILSINIZ?

46

işte siz,
şuara
128,
129,
yüz otuz:

cehaletin zirvesinde huzursuz
anıt yapımevlerinde korkak
tapınaklarında vesvese…

sonsuzluk kuruntusuna gebe
alınlarında hasta bir sağlamlık
malikanelerinde küfür

işgal gücüdür onlar
hukuksuzluğa andaç
zorbalıkta sınırsız

*

biz ise:
övülmüş ve eğilmiş
o’nun vaadine sığınmış
hamd olsun şairiz!

Likâ Edebiyat, S. 46 (1 Nisan 2004), s. 1.

1 Ocak 2021 Cuma

ZORBANIN ZİHNİYETİ VE DİLİ

Yeni Anayasa ilân ve tatbik mevkiine girinceye kadar bütün siyasî partilerin faaliyetini menediyorum.

Aksi hareketleri çok şiddetle cezalandıracağım.

Vatandaşlarımın verilen tebliğlere riayet etmelerini bilhassa rica ederim.

Altında Cemal Gürsel imzası var bu metnin. 28 Mayıs 1960’da sözlü olarak tebliğ edilmiş. 30 Mayıs 1960 tarihli Resmî Gazete’de ise “Milli Birlik Komitesi’nin Siyasi Faaliyetlerin Menedilmesi Hakkında Tebliği” başlığı ile yayımlanmış.

Darbeci bir “Komite” adına yazılsa da birinci tekil bir anlatım kullanılmış. Mesela “menederim”, “cezalandıracağım”, “rica ederim” diyor. “Vatandaşların” da diyor gerçi, ama bir sürüden bahseder gibi. Sürüden ayrılanların canını yakarım der gibi…

Bu üslubun süreç boyunca devam ettiğini söylemek söz israfına girer. Fakat eksik söyledik, süreç boyunca dedik. Bu üslup, benzeri süreçler boyunca devam edip gider.

Mesela 12 Eylül 1980’de darbeci orgeneral Kenan Evren’in yaptığı açıklamaya bakalım:

“... iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve radyo televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile getirmiştim.”

“… Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda…”

“… Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükunet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmeleri ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.

Her ne kadar metin “mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim” diye bitse de, dil ve üslubu oluşturan genel yapı, tek kişinin zihniyet dünyasını yansıtan tehdit ve tahditleri kapsamaktadır.

Bir kazı çalışması yapın 28 Şubat 1997 MGK Kararlarında, 27 Nisan 2007 Genelkurmay Başkanlığı Basın Açıklamasında, … karşınıza çıkar bu üslup.

Üstelik biz yazılı ana kaynaklara atıflar yaptık; bir de benzeri aktörlerin gündelik konuşmalarına, yaptıkları hitabetlere, verdikleri demeçlere bakmak lazım.

Oluşturdukları süreç itibariyle, muktedir olabildikleri ve tahakküm edebildikleri için, kabul edilmişlik istatistikleri yüksek seyir takip edebilir. Çevrelerinde oluşan her türden ıhtırıcı halenin katkısıyla bu süreç bir dem sürer.  Fakat hiçbir kesret ilanihaye değildir; “hüvel bakî” olan tektir.

Niye yazıyoruz bunları? Bir hiç için mi? Evet!

Bunu açıklamak için Marc Auge’nin Unutma Biçimleri’nde (Çev. Mehmet Sert, YKY, İst., 2020, s. 46) söylediği şu cümleye müracaat edeceğiz: “Faşist, bellekten yoksundur. Hiçbir şeyden ders almaz. Başka bir deyişle hiçbir şeyi unutmaz, kendi takıntılarının kesintisiz şimdiki zamanında yaşamaya devam eder.”

Genel bellekten, sonsuz büyük anlatılardan, ezeli ve ebedî insanlık hallerini belleğinden iptal eden “faşist”ten bahsediyor önce müellif. Akabinde, onun küçük beyninden. Oradaki “takıntılar”dan.

Bütün öfkeyle yatıp kalkmalar, destursuz atıp tutmalar, sınırsız asıp kesmeler, ölçüsüz bağırış çığırışlar, olur olmadık had bildirmeler, bitimsiz kin gütmeler…

Evrensel bellekten mahrumiyet ve şahsi doyumsuzluk, zorbayı zorba, faşisti faşist yapıyor. Maalesef insanlık tarihi bu metaforun figüratif örnekleriyle dopdolu. Sadece tarih mi? Kültür, sanat, edebiyat eserleri; tiyatrolar, şarkılar, şiirler… bu figüratif kahramanların zelil hallerinin betimlemeleriyle büyük bir külliyat halinde hizmetimizde...

(Bu yazı ilk kez Sebîlürreşad dergisi, S. 1060 [1 Ocak 2021], s. 25'te yayımlanmıştır.)