Vitrindeki boş biçimi düşün Samsun asfaltında hizaya duran Tiksinç oluyor böyle zamanlar Ankara'yı kırana vuran İmrül Kays'a giydirilen zehrin Deseni dönüyor sanki havada Nasıl dayanıyorsa şair buna Pes etmiyor gerçi Ne sis ne pusa Vadideki dönme dolap gibi Dönüyor günler boşu boşuna Karşı tepeden bakıyor şiddet Kapılıyor korkuya Çünkü tank palet fabrikası Kuruyor zihninde daima Vesveseler toprağını suluyor Kanlar döküyor rüyası Vitrindeki boş biçimi düşün Ank., 30 Ocak 2021
30 Ocak 2021 Cumartesi
28 Ocak 2021 Perşembe
ŞAİR EŞREF'TEN YENİDEN-7
Her taraftan kat-ı ümmid eyleyen bir âdemin
Hasb-ı hâli arşa doğru nâle-i cangâh olur;
Müddeîsi Padişah olsa da ger bir kimsenin
Hâkimi rûz-ı cezada Hazret-i Allah olur.
YENİDEN
Her şeyden umudunu kesen bir kişinin
Dert ortağıdır sadece
göğe yükselen iniltileri.
Hele ki dava etsin padişah efendi böylesini
Allah olur kıyamet günü
Mazlumun hâkimi pek tabii...
İzmir, 1984
25 Ocak 2021 Pazartesi
YKY KİTAP-LIK 195. SAYI, ŞİİR...
Derginin kapağında “Şiir” şu isimlerle takdim edilmiş: Nihat Ziyalan, Yüksel Pazarkaya, Metin Celal, Mehmet Yaşın, Fergun Özelli, Hakan Savlı, Melih Elhan, Murat Üstübal, İdris Özyol, Osman Özçakar, Murat Çelik, Senem Gökel, Ali Erbil, Emin Kaya… 14 İsim… Okudum, hepsinin ortaya koyduğu metinleri elimde kurşunkalem, başlığına bir tik atmak, önemli bulduğum dizelerin altını çizmek için. Bir yerde iğne yerine geçti kalemim. Kuyu kazıyorum! Nihat Ziyalan’ın iki şiiri var dergide. “Neredeydi Gölgesi Yatağımız Olan Orman”. Bu başlık iyi mesela. Alt tarafı olmasa, yani metin, bu yeter. Fakat şöyle dizeler de var: “senden bir haber mi havada”, “su yumağı örülü soluğumuz/çözüldükçe bülbül olup şakıyor”. (s. 22) Diğer metninde kaya yahut dağın kişileştirilmesi dışında ne var? İlhan Berk’in pastoral havalı sesi el ediyor biraz…
24 Ocak 2021 Pazar
AKKÖPRÜ'DE TEK GÜVERCİN
Akköprü'de ak güvercin Nağme vurur yüzlerime Kanat çırptım onun için Kara taşa ağıt yazdım Atıf yaptım meydan ile Öte geçip koşup gittim Dili bozdum caka sattım Çatım kaştım kin üstüne Gönül sazım sükut kızı Her daim çün kan ayazı O halde isyan denilsin Akköprü'de tek güvercin Ankara, 21. 01. 21
23 Ocak 2021 Cumartesi
ŞİİRDEN GÜNLER-4
İZMİR, 4 TEMMUZ 1985, ERGÜL ÇETİN’İN “BİR AVUÇ KUM”U…
Kitaba ‘Neruda’lı bir şiirle başlamış
şair. Pablo Neruda hayatı, dününce dünyası ve şiirleriyle diri bir isim. Şair
öznenin Şili’nin bu abidevi şairiyle söyleşir gibi yazdığı metinde –aynen
Şili’de olduğu gibi, burada da (Türkiye’de)- leylakların kana bulanmış olması,
tabutlara takılması darbenin kıyıcılığıyla ilgili okunabilir ancak.
Çetin’in şiirlerinde, ama özellikle
1981’li metinlerinde bir özgürlüğe karşı duyulan özleme dayalı bir umutsuzluk,
yoğun bir yalnızlık, gelecek güzel günlere kaçış, gerçeklerden bir uzaklaşış
baskın temalar olarak karşımıza çıkıyor. İşte birkaç örnek: “Kanıt” şiirindeki
“öpüşür gibi ölünüyor özgürlük için” (s. 11), “Not Düşmek”te “belki bir daha
görmeyebiliriz beyaz bahar bulutlarının/üstünde parlayan güneşi böylesine taze
böylesine canlı” (s. 14), “Ama”da “atıyorum işte ilk adımımı karanlığa/benden
başka da atan yok biliyorum/ister bir uçurum olsun, ister bayır/kalamam artık,
hayır.” (. 27)
Yarın gibi görece bir diri gençlik
dergisinde de şiirlerini okuduğumuz Ergül Çetin’in dile getirmeye çalıştığım
tutumu üçüncü bölümde doruğa çıkıyor. Üstelik daha bölüm başlığı ile: “Güneyde
Bir Kasaba”. Gelişigüzel diyebileceğimiz bir seçimle yaptığımız şu dizeler de
kaçıştan ziyade bir sığınışı imliyor: “Yosun ve tuz kokuları” (s. 31),,
“dalgaların dövdüğü kıyılar”, “ıslak kum” kokan giysiler (s. 32), “denize doğru
kıvrılıp giden yol” (s. 33), “martıların yumuşak kanat seslerine gömülüyor
dünya” (s. 34), “tuza köpüğe karışıp deniz olacağım” (s. 40), “zaman/yağmurun
yumuşacık yağışı gibi/martıların dalgalarla sevişmesi gibi/gürültünün
içinde/sessizce geçer/zaman/hiç geçmeyecekmiş gibi geçer burda” (s. 48),
“ölürsem/bir deniz köpüğüne/sarın beni/gömün beni/akdeniz mavisine/akdeniz
mavisine” (s. 54)…
Bir Avuç Kum’un en savaşçı şiiri ise bence
1979 tarihli “Bir Ayrılık Şiiri”. Kendisine “gitme” diyen sevgiliye şöyle
sesleniyor şair öznenin dinamik sesi: “ama gene de sen/uğurlamalısın güler
yüzle beni/öpmelisin bir şafak gibi yanağımdan/güle güle demelisin kederime
aldırmadan/çünkü ayrılıklar kavuşmalar getirir/ve yeni kavgalar” (s. 22). Bu,
devrin savaşçı ruhuna uygun romantik bir devrimcinin söylemidir.
Gelelim diğer tespitlerimize: Diğer sosyal
mücadele şairleri gibi sevgililer aşkı yanakta görünür kılıyorlar. Hemen
üstteki dizelerde gördüğümüz bu husus “Üzgün” şiirinde de var: “gözyaşlarından
bir yol bile bırakmadan/yanağında bir yârin/nasıl nasıl geçip gittin/en güzel
günleri ömrümüzün” (s. 24)
“Akdeniz Çeşitlemesi”ndeki şu iki dize,
sanki halk şiirinden (Köroğlu’dan mı deseydik, tabii dönüşerek?!) kopup
gelmiştir: “yayla yolu büküşlü/keklik sekişli türküler” (s. 36)
“Eskil” şiirindeki “hayranım/asırlık bir
halıya/nakış nakış işlenmiştir çünkü alnına/ak yüzlü/al basmalı kardeşleriminiz
çilesi” (s. 38) dizeleri ise Anadolucu şairlerden bir yansıma gibi duruyor.
Ergül Çetin toplumculuğun sancılarını
çeken bir şair. Bir yanıyla ‘yoksul halk’ın şairi, bir yanıyla topluma
dayatılan ‘birey’selleşmenin… Şiiri, üç beş yıldır bu ikileme zorlanan
insanımızın şiiri…
Not: Bu yazı ilk kez "insaniyet.net"te yayımlanmıştır.
20 Ocak 2021 Çarşamba
ÜMİT AKTAŞ "KORKU ISLIĞI" ÜZERİNE YAZMIŞTI: "ŞİİRİN DİRENİŞİ"NDEN
Her şeye rağmen şiir direnişini sürdürmekte ve o bu direnişini sürdürdükçe, “insan”ın direnişinin asla sona ermeyeceğine dair olan umudumuzu da kaybetmemekteyiz. Şiir çünkü, hakikate çağıran bir sesleniş olarak, her daim teyakkuz halinde olmamızı hatırlatacaktır bize; bir insan olmaklığımıza dair o basit gerçekliği duyurarak, zalimler ve baştan çıkarıcılara karşı uyararak. O zaman demekteyiz çok şükür, daha umudumuz sona ermedi, birileri o ilahi esintiyi duymakta; duymakta ve duyurmakta bildiklerini. Daha okurken ilk dizeleri çarpmaya başlamakta kalbimiz, tıpkı bir vahyin inişini duyarmış gibi ya da yağışını rahmetin.
“Onurlu bir insana layık bir hayatı hak etmek için, bütün o zorlu geceleri bıkmadan usanmadan çalışarak geçirdim.” Antara’nın bu dizeleri kendisine okunduğunda, Peygamberimizin şöyle söylediği rivayet edilir: “Bir Arabın övülmesi bende hiçbir zaman onu görme arzusu uyandırmamıştı; ama vallahi bu şiirin yazarıyla buluşmak ve tanışmak isterdim.” (İslam Düşüncesi, İkbal, Külliyat Y.)
Şiirin poetikası üzerine de çalışmaları olan Cevat Akkanat, “Korku Islığı”nda (Lika Kitaplığı) nasıl da dile getirmekte o delişmen sevdalar gibi onurun ve direnişin şiirini; damarlarda zonklayan o serazad gençliği:
“bu günleri de gördük, ne mutlu bize diyeceğimizi sanmıyorlardı. “çökümleri yaşayacaksınız diyorlardı bizler için. Düşmanlarımızdı onlar ve tümü, böyle derken, isteklerini dile getiriyorlardı./bilmiyorlardı. (bitki bilim kitapları yoktu ve bilmiyorlardı çekirge parmağı gülümüzün varlığını.) bu yüzden de, çeneleri koparcasına bağırıyorlardı: çökümleri yaşayacaksınız!… biliyoruz unutmamamız gerekiyor geldiğimiz yoldaki ölenlerimizi ve unutmamamız gerekiyor sevgilim/utkumuzun temelinde kendimizi büyük meydanlarda asabilmeyi göze almış olmamız yatıyor, unutmamalıyız…/haydi bu günleri de gördük, ne mutlu bize.”
“ey eylem getiren güzellik/sürgit gül açılmışlık/doğru dünyası imgenin…”
“uçarı şiirlerimden seçtim aşk şarkılarımın sözlerini/tüm sanat dallarından salkım saçak dağlarca/aydınlatıcı-acısız ve gülüşlü-bilgi parlayan…”
(...)
(Ümit Aktaş'ın yazısının tamamı için: Tıklayınız!)
14 Ocak 2021 Perşembe
AYIN ŞİİRİ: YÜKSEL PAZARKAYA'NIN "BİLDİRİM 2020"Sİ
Behçet Necatigil’in sevgili anısına
Yılgın yorgun bir yaz
Temmuz ortası korku ayaz
Karga martı vurdumduymaz
Kelebek lavantasız
Arı çelimsiz
Karınca bıkkın
Asma küllendi
Badem erik boş verdi
İncir ceviz incindi
Sinek dadandı zeytine
Ayva nara gün vardı
Çimen sarardı
Ağaç utandı
Biz biz değiliz
Şiirsiz kaldık.
(Yüksel Pazarkaya, Varlık Dergisi, S. 1359 [Aralık
2020], s. 56.)
Yüksel
Pazarkaya,
Eskişehir-Sivrihisarlı bir ailenin çocuğu olarak 1940’ta İzmir’de dünyaya
gelir. Liseyi bitirdikten sonra, kazandığı bir öğrenim bursu ile 1958’de Almanya’ya
giden Pazarkaya, orada kimya, edebiyat, felsefe öğrenimleri görür; tiyatroculuk
ve radyoculuk yapar, dergi ve gazete yayımlar. Stuttgart Üniversitesi’nde Türkçe,
Almanca, Alman edebiyatı, Türk edebiyatı ve felsefe hocalıklarında bulunur. Bir
süre konuk hoca olarak Amerika’daki bazı üniversitelerde de dersler verir. Şiir,
öykü, roman, oyun, deneme, monografi, senaryo, çocuk edebiyatı türlerinde
eserler veren Pazarkaya, Almanca’dan Türkçeye ve Türkçe’den Almancaya yaptığı
çevirilerle iki dil ve kültür arasında hatırı sayılır bir birikim oluşturmuştur.
Eserleri 1960’tan itibaren Türkiye ve
Almanya’daki çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan Pazarkaya, bir dönem dünya
çapında varlığını sürdüren Somut Şiir
akımının tek Türk temsilcisi olarak tanınmıştır. Bu bağlam üzere, şiirleri pek
çok dünya ülkesindeki antolojide yayımlanmış, bu arada eserleri Yunanca,
Fransızca, İngilizce ve Hollanda diline çevrilir. Aldığı edebiyat ödülleri bir
yana, 1986’da Almanya Cumhurbaşkanı Liyakat Nişanına layık görüldüğünü de
belirtelim.
İlk şiir kitabı Koca Sapmalarda Biz Vardık’ı 1968’de yayımlayan
Yüksel Pazarkaya’nın şiirini 1983’te, aynı yıl Yazko’dan yayımlanan Sen
Dolayları adlı kitabı ile okumaya başladım. Sonraki yıllarda zaman
zaman şiirlerinde konakladım. Sen Dolayları’yla ilgili aldığım
okuma notlarını değerlendirdiğimi hatırlıyorum. Divan ve halk şiirleriyle
sentezlenmiş modern bir şiir vardı orada. Yunusane bir söylemle, çağımıza yeni
bir gönül dili sunuyordu. “Ben”le “Sen”i
sevgi ve özlem temaları eşliğinde özdeşliğe sevk ediyordu.
Pazarkaya’nın “Bildirim 2020” şiirini okurken ister istemez onun Somut Şiir akımı ile olan ilgisini
hatırlıyorsunuz. Bu akıma bağlı tek şairimiz üstelik. Dahası bir de kitap
yayımlamış Somut Şiir (Açı Yay., İst., 1996) başlıklı.
“Bildirim
2020”yi neden Somut Şiir ile
ilişkilendirdiğimi açıklamadan önce, gelin neymiş bu akımın özellikleri,
görelim.
Somut
Şiir
akımı, bir İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşumudur. 1950’lerden başlayarak
1970’lere kadar güncelliğini korumuş olan bu akım, pek çok ülkenin şairlerini
etkilemiş.
Almanya’da doğup dünyanın pek çok
ülkesinden şairi etkilemiş olan bu uluslararası şiir akımının oluşumunda İtalyan
Fütüristlerin, Rus Formalistlerin ve Alman Dadacıların etkilerinden söz edilse
de, bu akımın çıkışındaki asıl muharrik unsurlar, İkinci Dünya Savaşı ve
Nazizm’dir. Şöyle ki, İkinci Dünya Savaşı sürecinde dil bir propaganda aracı
olarak kullanılmış, Nazizm lehine yozlaştırılmıştır. Nazilerin bu
politikalarına karşı, savaş sonrasında hayat yeniden kurulurken, sanat,
edebiyat ve bilim insanları dili de yeniden kurmak için arayışlara girişmişlerdir.
Bu bağlamda Almanya’da “sıfır yılı” kavramı ortaya atılır.
Bu, her şeye sıfırdan başlamanın ifadesidir. Ama özellikle dile, edebiyata.
Çünkü dilin kendi geleneği sonucu oluşturduğu çağrışımlar, anıştırmalar, yan
anlamlar, Nazi politikaları ile çarpıtılmış, saptırılmış, soysuzlaştırılmıştır.
Dolayısıyla Alman yazarlar için artık bu dil bir ayak bağıdır. Bu durumu Adorno’nun “Auschwitz’den sonra şiir
yazılmaz” demesiyle; bir şiirinde Brecht’in
artık ağaçlardan söz etmenin “cürüm” olduğunu dile getirmesiyle net bir şekilde
açıklayabiliriz.
Bu bağlamda Somut Şiir, “dili salt kendine indirgeyerek, dilin en tekil, en
yalın yapıtaşlarından başlayarak” işe girişmiştir. Yani “a a’dır, a’dan başka
bir şey değildir.” Yahut Somut Şiir akımının
ilkelerini ortaya koyan Max Bense’nin
ifadesiyle “Yalnız cam cam gibidir.” Fakat bununla sınırlı değildir tabii.
Dilin en küçük unsurlarından başlayarak, onu yeniden yükseltmenin peşindedir Somut Şiir. Bu arada biri sese diğeri
görsele yaslanan iki kolu olmuştur Somut
Şiirin. Fakat her ikisinde de sosyal bir karşılık söz konusudur. Eğilimi
daha çok görsele olan Pazarkaya, zamanla yaptığı farklı arayışlarla sanatını geliştirir,
dönüştürür. Bununla birlikte, tek harflik görsel şiirlerinde bile “i
noktacığı” olarak adlandırılan en küçük, en dip, en ince ayrıntılara
kadar inme fikrini daima canlı tutmuştur.
Pazarkaya’nın şiirlerinde bu ölçütlerin önemli bir yer tuttuğu aşikârdır. Bunu teorik söylemlerinde de ifade eder. Mesela, şiirin gücünü küresel bir güç olarak görür. Özellikle negatif siyasî güç odakları hedefindedir. Şu tespitleri yapar: “Yöneticiler elinde pusulasını yitirmiş dünyamızı, şaşkınlığından kurtaracak gereç olmalıdır dil.” “Şiir, önce dili bu boyunduruktan kurtarmak zorundadır.” (Pazarkaya: 1996/47) Mademki negatif güç odakları dilin çağrışım imkânlarını kötürümleştirerek dili usdışı duygusallıklar içinde boğma eğilimine girmekte, dolayısıyla şiir negatif bir işleve sahip olmaktadır; öyleyse, şirin işlevini tekrar dinamik kılmanın yolunu bulmalıdır.
“Bildirim
2020” şiirini bu bilgiler doğrultusunda okuyabiliriz. Öyle sanıyorum ki
bugün 80 yaşında olan bir şairi, dipdiri, taptaze bir şiire imza attıran şeyler
arasında, onun böylesi bir birikime yaslanıp kendisini sürekli yenileyebilmesi ve
bu dinamik süreci sağlam bir tarih bilinci ile sentezleyebilmesi vardır.
Şimdi gelin başlığından başlayarak şiiri
yorumlamaya çalışalım. Evet, “Bildirim
2020” başlığında bir tarihlendirme söz konusu. “Bildirim” göstergesi de bir
durum tespiti yapılacağını ifade ediyor. Şöyle diyebilir miyiz: Nasıl Nazizm ve
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya için bir “sıfır noktası” idiyse, 2020 de aynı
noktaya tekabül eder. Çünkü dünya 2020’de gelmiş, tekrar sıfır noktasına
oturmuştur. Bu panoramayı hazırlayan etkenler arasında Covid 19 salgını en
başta sayılabilir. Fakat bu belaya yataklık yapan diğer etkenleri de bir
kenarda tutmak zorundayız. Dünyaya nizam intizam vermeye çalışan emperyalist
güç odaklarını, onların uluslararası ve yerel ölçekli mütekebbir destekçilerini
bir şekilde dillendirmeden geçemeyiz. Şiir bağlamında bunlara, Türkiye’de çok
rahatlıkla tefrik edilen zalimane dili de eklemek gerekir.
Şiirin ithafına gelelim. “Behçet Necatigil’in sevgili anısına”
ithafı, tespit edebildiğim kadarıyla, Pazarkaya’nın Behçet Necatigil’e yaptığı ikinci ithaftır. Şair, 1988’de yazdığı “Akşam
Gizler Halini Dünya” şiirini de aynı ithafla başlatır. O şiirde, “Kim
ürkmez seyredip/İnen akşamı –ne yol ne derya/başlar gizlemeye senden
bile/Halini dünya.//Gösterecek neyi kaldı/Sen gittin gideli/Son sayfası açık ve
noktasız/O İstanbullunun not defteri/ (…) Yiten günlerin peşindeler/Ve giden
İstanbul’un/İnen akşamla biten dünyanın” der (Ercan: 2010/93). Necatigil’in
şair için önemli bir yer tuttuğu ortada. Nitekim bunu birçok yerde dile
getirir. Sözgelimi bir yazısında “1972 yazı, benim için çok yoğun bir Necatigil
rahle-i tedrisatıyla geçti. Bu yaşamımın en unutulmaz yazıdır. Onun insanlığa,
şiire yazına hikmetli bakışı, şiiri yazını bir sonsuz ırmak olarak bilip, bu
akışın kesilmemesi için özellikle gençleri –en ufak bir cevher bulduğunda-
desteklemesi, özendirmesi yüz yüze tanışmamızdan çok önce beni etkilemiş ve
onun kişiliğine derin bir saygı ve sevgi oluşturmuştur bende.” (Ercan: 2010/178)
şeklinde anlatır. Gerek bu satırdaki bahisler gerekse ilk ithafın yapıldığı
şiirdeki göndermeler, Necatigil’in temsil ettiği dünyanın alametleriyle
donanmıştır. Dahası, 2020’de gelip dayandırıldığımız sıfır noktası, bu
donanımları sıfırlamıştır. Sözgelimi, “Akşam
Gizler Halini Dünya”daki “Gösterecek neyi kaldı/sen gittin gideli”
dizeleriyle, “Bildirim 2020”nin “Biz
biz değiliz/Şiirsiz kaldık” dizeleri arasında dolaysız bir ruh bağı vardır. Bu
arada, Pazarkaya’ya göre Behçet Necatigil, Kareler
adlı kitabındaki şiirleriyle teori, biçim ve içirik bakımından Somut Şiire benzerlikler göstermektedir.
İthafın bu anlamda da bir karşılığı olmalıdır.
6-5-2-2’li bent ve
beyitler olmak üzere toplam 15 kısa dizeden oluşan şiirinde Pazarkaya, ele
aldığı canlı veya cansız varlık veya nesnelere “yılgın yorgun”, “korku ayaz”,
“vurdumduymaz”, “lavantasız”, “çelimsiz”, “bıkkın”, “küllendi”, “boş verdi”,
“incindi”, “sinek dadandı”, “sarardı”, “utandı” gibi edilgen hal ve fiilleri
atfediyor. Böylece, 2020’nin bizzat kendisinden başlayarak, yaza, temmuza;
karga, martı, kelebek, arı, karınca veya asma, badem, erik, incir, ceviz,
zeytin, ayva, nar, çimen, ağaç gibi bilumum canlılarına sinen, sindirilen ruh
halini görselleştiriyor. Bu görselliği sesle donatmayı ihmal etmiyor elbette.
İlk bentteki “yaz/temmuz/ayaz/vurdumduymaz/lavantasız/çelimsiz”; ikinci bentte
ve müteakip beyitteki genel “-di” redifi ve buna bağlı olarak farklı dizelerde karşımıza
çıkan “-r, -n, -in” seslerine dayalı uyaklar, söz konusu ses donanımını
sağlayan unsurlar. Bu görüntü ve ses yoğunluğu içinde “Bildirim 2020” vurucu bir sonu imliyor: “Biz biz değiliz / Şiirsiz
kaldık.”
Şöyle bitirelim: Yüksel Pazarkaya bir mülakatta şiiri ve şairliği üzerine sorulan bir soruyu yanıtlarken söze şöyle giriyor: “Thukidides’in Herodot karşısında bir tavrı vardır. Herodot, masal ve söylenceye dönüştürmüştür tarihi, der. Bense, gerçeklerin tarihi yazıyorum, yani yarın için yazıyorum der.” (Ercan: 2010/177) “Bildirim 2020” sadece insanlığı değil, bütün uzuvlarıyla dünyayı “sıfır noktası”na getiren gerçekleri kaydediyor ve yarınlara aktaran edebî bir tutanak haline getiriyor. Yarınların umudu oluyor…
KAYNAKÇA:
Enver
Ercan (Haz.), Yüksel Pazarkaya, Sözcüklerin Doğasında Gezinmek, Tüyap Yay.,
İst., 2010)
http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/pazarkaya-yuksel
[Erişim tarihi: 25.12.2020]
https://www.biyografi.info/kisi/yuksel-pazarkaya
[Erişim tarihi: 25.12.2020]
https://www.biyografya.com/biyografi/9920
[Erişim tarihi: 25.12.2020]
İnci
Pazarkaya (Haz.), Dilin Çağrısı, Yüksel Pazarkaya’ya 50. Sanat Yılında Armağan,
Tüyap Yay., İst., 2010.
Yüksel Pazarkaya, Sen Dolayları, Yazko Yay., İst.,
1983.
Yüksel Pazarkaya, Somut Şiir, Açı Yay., İst., 1996.
Yüksel
Pazarkaya, Varlık Dergisi, S. 1359 [Aralık 2020], s. 56.
(Bu yazı ilk kez, İktibas Dergisi, S. 505 [Ocak 2021], s. 62-64'te yayımlanmıştır.)
Bu serinin diğer yazıları için tıklayınız.
13 Ocak 2021 Çarşamba
FİLMİN BİR KARESİ
Cesetler kralını betimleyeceğim Onu ve cenaze tanrıçasını Onları kaçarken başkentten Bir film karesi kadar Trajik yapacağım Ardısıra Libitina gidiyor Cesetler kralı en önde Nikahlayalım birini diğerine Son nefeslerini versinler Alçaklar el ele Ellerinde yumurta Çürük domates Maktulleri kralın Tanrıçanın tabutları Nasıl da kovalıyor Bir film işte Böyle bitiyor. Ankara, 13 Ocak 2021
11 Ocak 2021 Pazartesi
ŞAİRİN DİNİ
9 Ocak 2021 Cumartesi
YILIN BLOG YAZARI!
7 Ocak 2021 Perşembe
GÖLGE ŞAİR TASARILARI-5
26
Bir başka çağ geldiğinde, onun şiirleri diyecekler, bize atalarımızın kırılganlıklarla pekişmiş azimlerini hatırlatır. İçimizdeki vicdanı, ruhumuzdaki isyanı onun şiirlerine borçluyuz. O aktardı bir kuşaktan bir kuşağa, olanı biteni. Yıkıntıları o birleştirdi, parçaları yüce bütünler eyledi.
Atalarımızı, zalimin 'ötekisi' kılan hemen her şeyi, mermere yazar gibi kaydetti: Kaçları göçleri, kafilelerce ilticaları, süreğen sürgünlükleri, sokak yasaklarını, kontrol noktalarını, toplama kamplarını, kanlı katliamları, soykırım mekanizmalarını ve bütün bunlara dair kovmaları, kovuşturmaları...
Ve devam edecekler: Yaşadıkları felaketlerin boyutlarına bakmadan, geri dönüşe, dirilişe can atan atalarımızın, zalimlerle yüzleşip amansızca hesaplaşma çabalarını da onun eserlerinde bulduk.
Sükunet ehliydi onun anlatımına özne olan atalarımız. Sabrın ve bilenmenin timsaliydi. Damgalanmış olsa da bir dönem hayatları, belleklerine eni sonu yaşanacak vuslatı kazımışlardı. Onun eserlerinden anlıyoruz ki, mazlum atalarımız bugün adaletin mimarı. O ise, çağımızın Shulamit Haraven'i...
Benim de -atalarının anlatıcısı olarak- dahil edildiğim mazi anlatımı böyle devam edip gidiyordu. Haraven ile olumlu ve uyumlu bir şekilde benzerlik içinde görülüyordum. Gerçi ikimiz arasında pek çok harici fark vardı. Hatta içsel farklardan da bahsedilebilirdi. En önemlisi, Haraven şair değildi, bense şairim. (Said Jihad Eingedenken)
Ankara, 6 Ocak 2021
Shulamit Haraven
Serinin evveliyatı için tıklayınız:
Serinin devamı için tıklayınız:
6 Ocak 2021 Çarşamba
NASILSINIZ?/KİTAP
NASILSINIZ?
blog/Kitap
CEVAT AKKANAT
Nasılsınız?, 1 Nisan 1998-1 Nisan 2004 tarihleri arasında 46 sayı yayımlanan L İ K Â Edebiyat dergisi için yazılan aynı başlıklı önsözlerden oluşmaktadır.
Ayrıca, tamamı işbu platformda farklı tarihlerde tek tek yayılanmış olup, linkler bu yayımlara aittir.
İÇİNDEKİLER
Kapak: Mehmet Temelli
Adres:
P.
K. 44, Yenişehir,
Çankaya,
ANKARA
www.cevatakkanat.blogspot.com
cevatakkanat@gmail.com
Ankara, 6 Ocak 2021
5 Ocak 2021 Salı
ÜÇÜNCÜ BOŞ Ç!
Papa’nın ileri geri tekellümü, akabinde yerli birtakım “mahdumu”nun ve müşrik odakların bir fırsatını bulup kürsülere topuk vurmaları, ağızlarına tutulan her mikrofona üfürmeleri, üstelik bu aşamalar sırasında burunlarından solumaları; bunlara ilaveten medyatik höykürmecilerin sürüler halinde hücuma geçerek kalemlerini kurşun edip saldırganlaşmaları, okuyucularımın gündemini ziyadesiyle meşgul etmiş olmalı. Bu konularda benim görüşüme müracaat etmelerinin başka bir açıklaması olabilir mi? Üstelik yoğun bir baskıyla karşı karşıyayım.
Şöyle ki: Şahsıma gönderilen pusulaları sümenaltı edeyim derken,
çuvallara sığmaz oldular. Ceplerim deseniz, sormayın, gelen mesajları silmeye
vakit bulamıyorum, hepsi iflasın eşiğinde. E-mail kutularım doldu, taştı, çöktü.
Yenisini açsam, nasıl oluyorsa, bombardımana tutuluyorum. Soru üstüne soru,
talep üstüne talep: “Sayın Boş Ç, kanaatiniz nedir?”
Kanaatim şudur: Bütün olup bitenler mevsimle ilintilidir. İki türlü
mevsimden söz edilebilir elbet: Uzun süreli, kısa süreçli. İlkine, bu yöre için, daimi mevsim de
diyebiliriz, evveliyatı eski olup, koynunda menfur “şartlar” taşıdığını
biliyoruz.
İkinci mevsim, işte bu genel çerçevenin yavrusudur. Ara ara yoklar. Sıtma
tutması gibi. Yahut sayıklama. Sıkışan gazın patlaması. Zayıflama emaresi
gösteren elin kuvvetlenmesi gerekmektedir. Hurda teferruatları bir kenara
bırakalım, kasti bir “zom”dur yapılan. Talan sofrası ortada. Bir miktar hedef
şaşırma. Biraz gözdağı. Korkmalı rakip. Ürpermeli. Halka revadır bu.
Fakat tabii, bir yolunu bulup halk kalmaya razı olunmamalıdır, hizaya
girmemelidir. İş olacağına varır. Dik durmalıdır. Bükülen bel onmaz. El öpen
dudak kirlenir, lekelenir. Tuzağa düşen kuş, tuzak kurucu puşta yem olur. Ruh
teslimiyete alışırsa sinikleşir, silikleşir. Bunları yapan insan ise, esarete
düşer, hiçleşir…
Sözümü şöyle tamamlamak istiyorum: Yaka paça kartlarına teveccüh etmeyen,
formasını fırlatıp atmış, çıplaklığı aşikâr olmakla birlikte ölçüsüz söz
söylemeyen “Üçüncü Boş Ç” olarak bendenizin, ey okuyucu, son birkaç cümlesi: Bu
tür konuları kendin oku! Ortamı kendin kokla! Durumdan vaziyet çıkaran odaklara
kendin odaklan!
O zaman göreceksin, şikayetçi olduğun üstteki o tayyareler, nasıl da
çakılıverecek yere!
(Bu yazı Likâ Edebiyat dergisinde (?) ve 5 Ekim 2006'da Milli Gazete'de yayımlanmıştır.)
3 Ocak 2021 Pazar
NASILSINIZ?
46
işte siz,
şuara
128,
129,
yüz otuz:
cehaletin zirvesinde
huzursuz
anıt yapımevlerinde korkak
tapınaklarında vesvese…
sonsuzluk kuruntusuna gebe
alınlarında hasta bir
sağlamlık
malikanelerinde küfür
işgal gücüdür onlar
hukuksuzluğa andaç
zorbalıkta sınırsız
*
biz ise:
övülmüş ve eğilmiş
o’nun vaadine sığınmış
hamd olsun şairiz!
Likâ Edebiyat, S. 46 (1 Nisan
2004), s. 1.
1 Ocak 2021 Cuma
ZORBANIN ZİHNİYETİ VE DİLİ
“Yeni Anayasa ilân ve tatbik mevkiine girinceye kadar bütün siyasî partilerin faaliyetini menediyorum.
Aksi hareketleri çok şiddetle cezalandıracağım.
Vatandaşlarımın
verilen tebliğlere riayet etmelerini bilhassa rica ederim.”
Altında
Cemal Gürsel imzası var bu metnin. 28 Mayıs 1960’da sözlü olarak tebliğ
edilmiş. 30 Mayıs 1960 tarihli Resmî Gazete’de ise “Milli Birlik Komitesi’nin
Siyasi Faaliyetlerin Menedilmesi Hakkında Tebliği” başlığı ile yayımlanmış.
Darbeci
bir “Komite” adına yazılsa da birinci tekil bir anlatım kullanılmış. Mesela
“menederim”, “cezalandıracağım”, “rica ederim” diyor. “Vatandaşların” da diyor
gerçi, ama bir sürüden bahseder gibi. Sürüden ayrılanların canını yakarım der
gibi…
Bu
üslubun süreç boyunca devam ettiğini söylemek söz israfına girer. Fakat eksik
söyledik, süreç boyunca dedik. Bu üslup, benzeri süreçler boyunca devam edip
gider.
Mesela
12 Eylül 1980’de darbeci orgeneral Kenan Evren’in yaptığı açıklamaya bakalım:
“...
iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve
radyo televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile
getirmiştim.”
“…
Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir
zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda…”
“…
Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın
sükunet içinde yayınlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmeleri ve ikinci
bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.”
Her
ne kadar metin “mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim” diye bitse de, dil ve
üslubu oluşturan genel yapı, tek kişinin zihniyet dünyasını yansıtan tehdit ve
tahditleri kapsamaktadır.
Bir
kazı çalışması yapın 28 Şubat 1997 MGK Kararlarında, 27 Nisan 2007 Genelkurmay
Başkanlığı Basın Açıklamasında, … karşınıza çıkar bu üslup.
Üstelik
biz yazılı ana kaynaklara atıflar yaptık; bir de benzeri aktörlerin gündelik
konuşmalarına, yaptıkları hitabetlere, verdikleri demeçlere bakmak lazım.
Oluşturdukları
süreç itibariyle, muktedir olabildikleri ve tahakküm edebildikleri için, kabul
edilmişlik istatistikleri yüksek seyir takip edebilir. Çevrelerinde oluşan her
türden ıhtırıcı halenin katkısıyla bu süreç bir dem sürer. Fakat hiçbir kesret ilanihaye değildir;
“hüvel bakî” olan tektir.
Niye
yazıyoruz bunları? Bir hiç için mi? Evet!
Bunu
açıklamak için Marc Auge’nin Unutma Biçimleri’nde (Çev. Mehmet Sert, YKY, İst.,
2020, s. 46) söylediği şu cümleye müracaat edeceğiz: “Faşist, bellekten
yoksundur. Hiçbir şeyden ders almaz. Başka bir deyişle hiçbir şeyi unutmaz,
kendi takıntılarının kesintisiz şimdiki zamanında yaşamaya devam eder.”
Genel
bellekten, sonsuz büyük anlatılardan, ezeli ve ebedî insanlık hallerini
belleğinden iptal eden “faşist”ten bahsediyor önce müellif. Akabinde, onun
küçük beyninden. Oradaki “takıntılar”dan.
Bütün öfkeyle yatıp kalkmalar, destursuz atıp tutmalar, sınırsız asıp kesmeler, ölçüsüz bağırış çığırışlar, olur olmadık had bildirmeler, bitimsiz kin gütmeler…
Evrensel bellekten mahrumiyet ve şahsi doyumsuzluk, zorbayı zorba, faşisti faşist yapıyor. Maalesef insanlık tarihi bu metaforun figüratif örnekleriyle dopdolu. Sadece tarih mi? Kültür, sanat, edebiyat eserleri; tiyatrolar, şarkılar, şiirler… bu figüratif kahramanların zelil hallerinin betimlemeleriyle büyük bir külliyat halinde hizmetimizde...
(Bu yazı ilk kez Sebîlürreşad dergisi, S. 1060 [1 Ocak 2021], s. 25'te yayımlanmıştır.)